“Hükümet, silah bırakma ve ateşkes konularını bizimle görüşemez. Bu konuda bizim yetkimizin olmadığını Başbakan da çok iyi biliyor. Başbakan’ın bizden istediği karar ve irade, silahla ilgiliyse, bunu başka yerle görüşecek.”

“Bir üst düzey yetkili, gelip bize hükümetin politikasını söyledi. ‘Artık kritik süreçleri (seçim) atlattık. Ortada protokol falan yok. Öcalan’ın düşünceleri bunlar. Biz Kürt orununu çözdük. Bildiğimiz yoldan ilerleriz’ dedi.”

“Hükümet yok böyle bir şey desin, birlikte çıkıp bunu açıklayalım. Müzakere masasını bizzat hükümet devirdi. Silvan’ı da bu gerçeği örtmek için fırsat olarak kullandı. ‘Ben tam barış yapacaktım, bunlar süreci baltaladılar’ dedi.”

NEDEN SELAHATTİN DEMİRTAŞ
Ankara’da önemli bir görevli bir süre önce hükümetin yeni bir Kürt stratejisi başlattığını açıkladı. Buna göre müzakereler tekrar başlayacaktı! Ama tek farkla, geçmişteki gibi İmralı ve PKK’yla görüşülmeyecekti. Bundan böyle sorun siyasi yapılarla konuşulacaktı. Hükümetin bakanlarının bu yeni Kürt stratejisinden haberi yoktu ama Başbakan böyle bir stratejinin olduğunu Kore’ye giderken uçakta bir grup gazeteciye doğruladı ve BDP’ye müzakere çağrısında bulundu. BDP bu çağrıya müzakereye hazırım cevabını verdi ama... Sonra ne oldu? BDP’ye hükümetten bir cevap geldi mi? BDP, hükümetle müzakereye oturursa, hükümetten ne isteyecek? Hangi şartlarda müzakereleri sürdürecek? BDP, İmralı ve Kandil’e ne diyecek? BDP’nin bir barış planı var mı? Hükümet nasıl bir çözüm bekliyor? İmralı nasıl bir çözüm istiyor? Kandil ne diyor? PKK, kendisine yöneteceği bir toprak verilmeden barışa razı olur mu? Kandil, Öcalan’ı dinler mi? Silvan’da niye dinlemedi? Oslo sürecinde neler yaşandı? BDP’ye göre, devletin İmralı, PKK ve KCK’yla yaptığı müzakereler niye, nasıl ve ne zaman bitti? PKK silahları susturmaya hazır mı? Hükümet, silahları susturmaya hazır mı? Kürtlerin olmazsa olmaz dedikleri şartlar neler? Nasıl bir siyasi statü isteniyor? Coğrafi özerklik bölgelerinin sınırları nasıl belirlenecek? Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye’yi bölgede neler bekliyor? Kürdistan nasıl kuruluyor? Bütün bu hayati soruları Türkiye’nin ve Kürt sorununun bu çok kritik döneminde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a sorduk. Çok aydınlatıcı, çok çarpıcı, çok tartışılacak cevaplar aldık. 

NEŞE DÜZEL: Yeni Kürt stratejinin açıklanmasından ve Başbakan’ın, Kürt meselesinin siyasi partilerle müzakere edileceğini söylemesinden sonra, siz müzakerelere hazır olduğunuzu söylediniz. Sizin açıklamanıza hükümetten bir cevap geldi mi?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Hayır, gelmedi. Başbakan, en son olarak da, “Eş başkanlar, kendi iradeleriyle karar vereceklerse görüşürüz, onun dışında onlarla görüşmeyiz” dedi. Bu çok ilginç! “Eğer iradeniz ve karar alma gücünüz yoksa, eğer bir karar oluşturamayacaksanız, ben sizinle neyi konuşacağım?” diyor Başbakan.

Sizce ne demek istiyor? “Terör örgütünden emir almayan, iradesi olanla müzakere ederiz” dedi Başbakan.

Aslında bu sözlerin altındaki beklentiyi okursak, Başbakan “aslında benim konuşmak istediğim şey silah meselesi” diyor. Yoksa Başbakan, Kürt sorununu konuşmak istiyorsa, BDP’yle her şeyi konuşabilir.

Neleri konuşabilir?

Anadilde eğitimi, yeni anayasayı, anayasal vatandaşlığı, yasal değişiklikleri her şeyi konuşabilir. Bizim bu konuların tamamında irademiz de var, karar alma gücümüz de var. Ama Başbakan’ın derdi, Kürtlerin hakları ve özgürlükleri değil! Bu yüzden de “ben, BDP’yle ne konuşacağım? Onların karar alma güçleri ve yetkileri yok” diyor. Çünkü o, hep silahı konuşmak istiyor. Onun kafasındaki Kürt sorunu sadece silah sorunu!

Siz, çağrıya cevap verdiniz ve “müzakere ederiz” dediniz. Hükümetin size cevap vermesini bekliyor musunuz
?

Cevap vereceklerini sanmıyorum.

Eğer hükümet sizinle müzakereye oturursa, siz bu müzakereleri hangi şartlarda sürdüreceksiniz
?

Birinci koşulumuz, müzakereler açık ve şeffaf olmalı. Her görüşmeden sonra kamuoyu, görüşmelerin içeriğiyle ilgili bilgilendirilmeli. Görüşmeden ne elde ettik, biz ne konuştuk onlar ne dedi, hepsi açıklanmalı. İkinci koşulumuz, her görüşmeden sonra hükümet, somut adımlar atmalı.

Anlamadım...

Müzakere süreciyle ilgili taraflara ancak böyle somut adımlar atılarak güven verilebilir ve ancak o zaman çatışmasızlık ortamı yaratılır. Bu çatışmasızlık ortamı sayesinde de müzakereler ilerler. Yani iki süreç birbirini besler. Bakın... KCK operasyonlarıyla ve basına yapılan baskılar nedeniyle şu anda siyasi ortam zehirlenmiş durumda. Yedi bin üyesi, milletvekili, belediye başkanı tutuklanmış bir partinin, demokratik siyasi kanallar güçlü mesajını verebilmesi için elinin güçlü olması lazımdır. Dolayısıyla Terörle Mücadele Kanunu dâhil bazı yasal değişikliklere ihtiyaç var.

Müzakere yapmak için bir koşulunuz da KCK konusunda Terörle Mücadele Kanunu’nun değişmesi ve KCK tutuklularının serbest bırakılması mı?

Evet. Hükümetle kuracağımız diyalogda bunları konuşuruz. Bu konularda adım atmasını isteriz. KCK’den alınanları serbest bırakacak düzenlemeler yapılmalı. Çünkü bu adımlar atılmazsa, bizim müzakere yapma şansımız olmaz. BDP, sürekli üyeleri tutuklanan bir parti. Benim bile tutuklanmayacağımın bir garantisi yok. Anayasa Komisyonu üyemiz bile tutuklandı bizim. Türkiye’nin son yüzyılının en ağır sorununu çözeceksek somut adımlar atılmalı artık. Ama hükümet adım atmazsa...

Hükümet adım atmazsa ne olur?

Hükümet, adım atmazsa ama buna karşılık bir yanda askerî operasyonları ve KCK tutuklamalarını sürdürüp diğer yanda da BDP’ye, “ben seninle gene de bu silah meselesini konuşurum” derse, aslında bu, hükümetin müzakere yapma niyeti yok demektir. Oysa bizim müzakerenin başlangıcındaki ilk beklentimiz, silahların susması olur.

Silahlar nasıl susacak?

Silahlar karşılıklı olarak susmalı ve hükümet de bunun için çaba sarf etmeli. Hükümet operasyonları durdurmalı. PKK de ateşkes sağlamalı. Önce bu zemini oluşturmalıyız. Bu zemin oluşmadan esası konuşmakta zorlanırız! AKP, “terörle müzakere etmem” diyor ama, geçmişte İmralı’da, Oslo’da, iki buçuk, üç yıl görüştüler. Başbakan o zaman da “terörle müzakere etmem” diyordu. Ben bu yüzden müzakereler tümüyle bitti diye düşünmüyorum.

PKK’yla müzakereler devam mı ediyor?

Sanmıyorum ama, “PKK ile devlet arasında görüşmeler artık asla olmaz” da dememek lazım. Koşullar oluşursa ve müzakereye inanç gelişirse görüşmeler yeniden başlayabilir. BDP bu konuda katkı sunabilir. Şöyle söyleyeyim... Hükümet, Kürt sorununun siyasi ağırlığını bizimle konuşsun. Biz, siyasi muhatabız. Seçmenlerden bunun için oy, destek ve yetki aldık biz. Meşruiyetimiz var. Bizim...

Evet...

Bizim, Kürt halkının haklarının ve özgürlüklerinin anayasa ve idari yasalar düzeyinde nasıl teminat altına alınacağı, eşitlik sorununun nasıl çözüleceği konularında çözüm önerilerimiz, takvimlendirilmiş programımız ve projemiz var. Hükümet, siyasi konuları bizimle rahatlıkla konuşabilir.

Hükümet, sizinle neyi konuşamaz?

Silah ve ateşkes konularını bizimle doğrudan görüşemez: Bu konuda bizim yetkimizin olmadığını Başbakan çok iyi biliyor. Silah konusunda doğrudan biz karar veremeyiz. O makamlar bize bağlı örgütler ve kurumlar değil. Eğer taraflar kabul ederlerse, biz silah konusunda ancak arabuluculuk rolü oynayabiliriz. Ama Başbakan gene de silah konularını bizimle görüşmek istiyor! Sonra da kalkıp, “Bu konularda karar alma yetkiniz yoksa, ben sizinle neyi konuşacağım” diye soruyor.

Peki, siz ne diyorsunuz?

Biz de, “Senin bütün derdin silah mı? Kürtlerin hakları, özgürlükleri ne olacak? Bunları konuşalım” diyoruz. Çünkü asıl mesele Kürt sorunudur. Asıl mesele PKK sorunu değildir! Biz, partimizin politikası ve aldığı oy çerçevesinde, Kürtlerin haklarıyla ilgili her türlü kararı verme yetkisine sahibiz ama silahla ilgili karar yetkisi bizde değil. Başbakan da bunu biliyor. Eğer bizden istediği karar, silahla ilgiliyse, bunu başka yerle görüşecek.

Nereyle görüşecek?

PKK’yla ve Öcalan’la görüşecek.

Silah bırakma ve dağdan iniş konularını Kandil’le mi, Öcalan’la mı konuşmak lazım peki?

İkisiyle de görüşmek lazım. İkisinden birini sürece katmadığınız takdirde süreç sağlıklı işlemez. Ama PKK’nin vereceği nihai kararda son söz Öcalan’ın olacaktır. Hükümet, “karşı taraf ateşkes ilan ederse, ben de operasyon yapmam” diyebilmeli.

Bu şartlarınızı hükümet kabul edecek mi sizce
?

20 milyonluk Kürt halkının haklarını konuşacağız. Bu şartlar ne ki? Daha işin esasına girmedik bile! Eğer hükümet, usul konusunda bile esneme ve adım atma niyetinde değilse... Görüşmenin önündeki mayınları temizlemeyi göze alamıyorsa... Kürtlerin haklarına geldiğimizde ne konuşacağız onunla? Hükümet açısından o konu daha ağırdır.

Hükümetin karşı şartları olabileceğini düşünüyor musunuz
?

Kamuoyu desteğinin oluşması için mutlaka şartları olacaktır. Biz de onun şartlarını duymak isteriz.

Peki, bu karşılıklı açıklamalardan sonra hükümet kanadından birileriyle gayrı resmî görüşmeleriniz oldu mu
?

Hiç olmadı. Ne doğrudan bir temas oldu, ne de bir mesaj geldi.

Eğer müzakereler başlar, İmralı ve Kandil ile görüşürseniz, onlara bir şey söyleyecek misiniz? Yoksa sadece onları dinleyip, söylediklerini mi hükümete aktaracaksınız
?

Hayır. Biz burada sadece iletişim kanalı olarak kalamayız. Biz ikisini de çözüme evriltecek bir pozisyon almaya çalışırız. Ama önce bizim sürece güvenmemiz lazım. Çünkü biz ancak o zaman onları da sürece güvenmeleri konusunda ikna edebiliriz. Bakın... Şu nokta önemli. Geçmişte kesintiye uğrayan müzakereler hiç olmamış gibi davranmayacak iki taraf da.

Nasıl davranacaklar?

Geçmişteki müzakereler, iki tarafta da izler bıraktı. Sonuç olarak Öcalan’da da, Kandil’de de müzakere konusunda siyasi iradeye karşı muazzam bir güvensizlik var. İkisi de müzakereyi yürüten heyete güveniyordu ama hükümete güvenmiyorlardı. Çünkü heyetin, İmralı, PKK ve KCK’yle yaptığı görüşmelerin arkasına hükümet hiçbir zaman güçlü bir siyasi irade koymadı.

Haksızlık yapmıyor musunuz? Hükümet tarafından görevlendirilen MİT heyetinin PKK’yla yaptığı Oslo müzakerelerinin bant kayıtları geçen yıl tam seçim öncesinde sızdırıldı... Hükümet bütün bunları üstlendi.

Bakın... Oslo süreci aslında şöyle yürüdü. Hükümetin müzakere yetkisini verdiği heyet, protokol hazırlanması sürecini hükümetle görüşerek ve ona danışarak yürüttü! Protokol hazırlanıp da, seçimler atlatıldıktan sonra, hükümet bu protokoller hiç yokmuş gibi, bunlar sadece Öcalan’ın fikirleriymiş, kendisi kâğıda bir şeyler yazmış gibi davrandı.

Bu durumda hükümetle müzakereye oturmak için bir şartınız daha mı olacak? “Oslo sürecinde kaldığımız yerden devam edeceğiz” mi diyeceksiniz hükümete? Nerede kalmıştık diye mi başlayacaksınız konuşmaya?

Biz öyle demeyeceğiz ama umuyorum ki Öcalan ve PKK öyle diyecek. Biz o dönemde müzakere sürecinde yoktuk. “Bu protokolleri biz oluşturana kadar iki, üç yıl görüştük, konuştuk. Bizim bu konuda söylediklerimiz yazılı metne bağlandı. Heyet bunu hükümete götürdü ve hükümet reddetti” diyecekler. Çünkü protokol bir süreci tarif ediyor ve sonunda silahsızlanma var. Dolayısıyla Kandil’in de onayladığı bir protokolle ilgili artık hükümetten bir cevap bekleyecekler.

Ama Oslo süreci ve ortaya çıkan protokoller sadece silah bırakmaya yönelik değildi ki. Anadilde eğitim olmak üzere, Kürtlerin hak ve özgürlükleri de var o protokollerde. Eğer o protokollerden geri adım atılmayacaksa, siz neyi müzakere edeceksiniz hükümetle?

Ben şunu söylemek istiyorum. Niye bozuldu bu protokol? Hükümet, bu protokolleri reddettiğini kamuoyuna resmen açıklamalı. Hükümet bu protokolleri artık konuşmalı. “Şu maddesini reddediyorum, şu maddesini kabul ediyorum” demeli. “Bizim, PKK ve Öcalan’la tartışma zeminimiz şu protokoldür” demeli!

Siz Öcalan ve Kandil’in tek bir vücut olarak davrandığını söylüyorsunuz ama sanki durum öyle değildi. Öcalan, “tamam her şey çok iyi gidiyor. Devrimci halk savaşına gerek yok” dediği anda, Kandil Öcalan’ın talimatına uymadı ve tam tersini yaptı. Müzakere masasından kalktı. Silvan saldırısı oldu.

Bu, gerçek değil! Biz sürecin öyle olmadığını biliyoruz. O süreçte büyük bir manipülasyon yapıldı. Hükümet, “bakın ben tam barış yapacaktım, bunlar süreci baltaladılar” diyerek medya ve iletişim kanalları üzerinden manipülasyon ve psikolojik harp yaptı. Evet... Öcalan, “Anayasal demokratik çözüm sürecinde tarihî bir noktadayız. Yüzyıldır ilk defa bu noktaya geliyoruz” dedi.

Evet...

Çünkü heyet ona, “konuştuğumuz protokoller KCK tarafından onaylandı. Biz bunu artık hükümete götüreceğiz. Hükümetin bu işin esaslı kısımlarına çok karşı çıkacağını tahmin etmiyoruz. Biz hükümeti ikna edeceğiz” mesajını verdi. Ama seçimler bitti ve AKP oyunu aldı. Sandıklar toplandı ve hükümet bu kez kamuoyuna döndü, “ortada protokol falan yok. Bunlar, Öcalan’ın kendi düşünceleri” mesajını verdi.

Hükümet kamuoyuna böyle bir şey açıkladı mı?

Açıklamadı tabii. Ama biz biliyoruz. Net olarak biliyoruz. Gülten Hanım da biliyor. BDP olarak biliyoruz. Bu, Öcalan tarafından da biliniyor tabii...

Hükümet ret cevabı mı verdi?

Bu protokollerin ciddiye alınmadığını biz öğrendik. Hatta üst düzey bir yetkili bize, seçimi kastederek, “Kritik süreçleri zaten atlattık” dedi. Bize söyledi bunu. Hükümetin görüşü buydu! Yapılan ahlaki bir şey değildi. Biz hakikaten çok tedirgin olduk. Zaten Kürt tarafında her zaman, “bu hükümet bizi oyalıyor mu? Kandırmaya mı çalışıyor” ihtimali vardı. O yetkiliye, “Siz ne söylediğinizin farkında mısınız?” dedik.

Ne dedi?

“Evet” dedi. “Artık kritik süreçleri atlattık. Ortada protokol falan yok. Öcalan’ın kişisel düşünceleri bunlar. Biz Kürt sorununu önemli ölçüde zaten çözdük. Bildiğimiz yoldan ilerleriz” dedi.

Peki, müzakere süreci her sarsıldığında, gelgitler yaşandığında PKK silaha mı sarılacak? Silvan, Çukurca gibi saldırılar mı olacak?

Müzakere sürecinin sarsıldığı bir süreç değil bu! Müzakere masası bizzat hükümet tarafından devrildi. “Ne müzakeresi kardeşim?” mesajı hükümet tarafından verildi.

Hükümet müzakere masasından PKK’nın kalktığını söylüyor. Size, “Artık kritik süreçleri atlattık. Ortada protokol falan yok” mesajını kim getirdi?

Eğer Hükümet ısrarla çıkıp “hayır, asla böyle bir şey yok” desin, çıkıp birlikte açıklayalım! Bakın... Müzakere sürecini kesmeyi, hükümet zaten seçim öncesinde kararlaştırmıştı. 150 bin kişilik özel orduyla ilgili yasayı bile Meclis kapanmadan hemen önce çıkardı. Silvan kırılma noktası deniyor ya...

Evet...

Silvan, PKK’nin planladığı bir eylem değildi. Silvan, PKK’nin sabit bir birime saldırısı değildi. Silvan, baskın değildi. PKK’nin kampına doğru giden askerî birliğin PKK’lilerle karşılaşması sonucunda yaşandı Silvan. Ölen PKK’liler olsaydı, kimse Silvan kırılma noktası demeyecekti.

Öcalan da Silvan’ı eleştirdi. Zaten avukatlarla görüşmeyi de böylece kesti, değil mi?

Öcalan 10 metrekarelik bir İmralı çukurundan bütün dünyayı takip etti. Biz o gün Diyarbakır’daydık ve asker üç gündür operasyon yapıyordu. Silvan’dan sıcak çatışma haberleri geliyordu. Bunu basın da takip ediyordu.

Silvan yaşandığı gün, Demokratik Toplum Kongresi özerklik ilan etti. Bütün bunlar müzakereleri sürdürmek için yapılan hamleler miydi?

Hükümet, müzakereyi terk ettiğini açıklayamadığı için Silvan’ı kullandı. Silvan’ı bir fırsata dönüştürdü. Sanki PKK, müzakereleri bitirmek için bunu yaptı havasını yaydı. Oysa Silvan, bir askerî operasyonda PKK’yle karşılaşma sonucunda ortaya çıkan acı bir bilançoydu.

Hükümetin yeni müzakere teklifine dönersek... BDP’nin, hükümetten, Kandil’den ve İmralı’dan bağımsız bir barış planı var mı
?

Elbette var. İroni olsun diye söylüyorum. Başbakan’ın deyişiyle “talimat alarak yaptığımız” bir barış planı değil bu. Elimizde, BDP’nin parti meclisinin tartışarak hazırladığı bir barış planı var. Geçen ekimde BDP’nin genel kurulunda bu planı biz maddeler halinde açıkladık. Ama BDP’nin hiçbir barış planı bugüne dek tartışılmadı. Hükümetin varmış gibi olan fakat bir türlü öğrenemediğimiz barış planları hep tartışıldı. Asıl soru şudur. Hükümetin bir barış planı var mı?

Siz barış için ne istiyorsunuz?

Biz, anadilde eğitim istiyoruz. Türkiye’nin tamamında yerel yönetimlere yetki istiyoruz. Ezilen, yok sayılan bütün kimliklerin tanınmasını ve anayasal güvence altına alınmasını istiyoruz. Anayasal vatandaşlık istiyoruz. İfade, basın özgürlüğü ve örgütlenme hakkı istiyoruz. Bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları için istiyoruz. Elbette Kürtler için de istiyoruz.

Öz savunma gücü istiyor musunuz?

Bu tümüyle çarpıtmadır. Sanki PKK’ye bağlı bir öz savunma birlikleri kurulacak gibi ifade ettiler bunu. O insanlar, öz savunma birliği olmak için dağa çıkmadılar. Bakın... Dünyada hem özerk bölgelerde hem de yerinden yönetimin güçlü olduğu yerlerde, yerel güvenlik birimleri yerel yönetimlere bağlıdır. New York Polisi, New York Belediye Başkanı’na bağlıdır. İstanbul’da, Antalya’da ve Diyarbakır’da da böyle olmalıdır. Yerinden yönetim budur!

Polis kime bağlı olmalıdır?

Polis, İçişleri Bakanlığı’na değil, yerele bağlı olmalıdır. Ulusal sınırları savunan ordu ise Ankara’ya bağlıdır. Bizim önerimiz budur. Yoksa, PKK’nin silahlı militanları dağdan inecek ve öz savunma birliklerini oluşturacak diye bir düşüncemiz yok bizim. Bu yanlış bir şeydir de. Dedim ya. Bunun için dağa çıkmadılar onlar.

Hükümet nasıl bir çözüm bekliyor sizce
?

Hükümet’in bütün derdi, “PKK teslim olacak mı? Silahı bırakacak mı?” meselesi. Hükümet için bir tek PKK gibi bir terör sorunu var. “TRT Şeş’i açtık. Özel Kürtçe kurs açtık. Üniversitede bölüm açtık. Terör sorununu çözersek, geriye bir sorun kalmaz” diyor hükümet.

Yakında da okullarda Kürtçe seçmeli ders olacak gibi gözüküyor. Kürtlerin hakları ve demokratikleşme açısından iyi bir adım değil mi sizce bu?

Bir halkın kendi anadilini öğrenmesi seçmeli ders olamaz. Biz seçmeli derse karşı değiliz, bu yapılsın ama hükümet anadilde eğitime kesinlikle karşı olduğunu söylüyor. Çünkü hükümet, tek ulusa ve tek dile dayalı ulus yaratma projesinden vazgeçmiyor. Bu projeye göre de, Türkiye’de her şey Türklerindir. Polis Türklerindir, savcı Türklerindir. Polis, Türk polisidir. Sporcu bile Türk sporcusudur. Dolayısıyla hükümet, tekleştirmeye ve asimilasyona zarar verecek bir adım atmaya yanaşmıyor. Eğitim sistemini değiştirirken, okullarda okutulan tarih, coğrafya, inkılâp tarihi, vatandaşlık kitaplarındaki farklılıkları yok sayan anlayışı değiştirmiyor.

Ders kitaplarında tam olarak neyi değiştirmiyor?

Mesela inkılâp tarihi kitabında Kürtler iki yerde geçiyor. O da, zararlı Kürt cemiyetleri sayılırken. Onun dışında Kürt yok. Çünkü Kürtler hep zararlıdır. Oysa Kürt halkı diye bir şey var Türkiye’de. Onların tarihi nerede? Nereden gelmişler? Ataları, dedeleri kim? Nerede savaşmışlar? Kahramanlıkları, yenilgileri var mı? Biz hep Türk tarihini okuyoruz Orta Asya’dan bu yana gelen. Benim çocuğum da onu okuyor. AKP asimilasyondan vazgeçtiyse eğer, benim çocuğumun tarihi nerede? Tarih öğretilirken Kürt yok. Dil öğretilirken yok. Coğrafya anlatılırken Kürdistan diye bir şey yok. Oysa Kürdistan diye gerçek bir yer var yeryüzünde. Kürt halkı geçerken buraya uğramış bir halk değil. Kürtler, anavatanında yaşayan bir halktır. O nedenle...

O nedenle...

Kendini Türk olarak tanımlayan ne hakka sahipse, kendini Kürt olarak tanımlayan da aynı hakka sahiptir. Ama kaygı şudur. “Peki, o zaman bunlar ayrışmaz mı?” Biz de ayrışma istemiyoruz. Bölünme olmasın! Gelin bunun tedbirini birlikte alalım.

Nasıl tedbir alacaksınız?

Ortak resmî dilimiz Türkçe olsun. Kürtçe eğitim alan çocuğa da mutlaka Türkçe öğrenme zorunluluğu konulsun. Ben bundan gocunmam ki. Tam tersine, ben bu ülkenin vatandaşıysam ve vergi veriyorsam, bu benim hakkımdır. Ama özerk bölgede, okulda ve kamusal alanda iki resmî dil olabilir. 

YARIN: İmralı, Kandil, hükümet ne istiyor?

Neşe Düzel - Taraf