Selda Manduz / Demokrat Haber

Fotoğraflar: Baran Furkan Gül

Oyuncu Barış Atay ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünü dün yayınlamıştık:

1. Bölüm: Barış Atay: Yavuz Bingöl’e acımıyorum bile

Söyleşinin ikinci ve son son bölümünü aşağıda bulabilirsiniz:

Barış Atay: BirGün’ü ırkçı ve faşist olarak nitelemek çok ağır

Muhalif basın üzerinde ciddi baskılar var. DemokratHaber.Net, DİHA, Sendika.Org ve birçok yayın sansüre uğradı. DİHA’nın 13 muhabiri tutuklandı bununla hükümet neyi hedefliyor?

Eğer iki ana eksene ayıracaksak Türkiye’deki vatandaş profilini, iktidara yakın ve iktidarın karşısında olanlar olarak ayırabilir. Biz daha çok dijital medyayı takip ediyoruz. İktidara yakın olan kesim matbu gazete üzerinden ve tabiri caizse televizyonun ilk on kanalında kayıtlı olan ana akımdan takip ediyor.

Bu ne demek, aslında bizim dijital medya üzerinden yaptığımız muhalefet genel olarak AKP’nin seçmen profiline yansımıyor. Biz okuyoruz, biz inceliyoruz. O yüzden de aslında bize ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar.

Çünkü kendi seçmen kitlesine ulaşmadığını zaten biliyor. Muhalif kesimin haber almamasını ya da geç haber almasını sağlıyor. Ki verebileceğiniz tepkinin büyüme ihtimalini daha başından kesme şansı oluyor.

Ensar Vakfı ile ilgili haber çıktı diyelim. Eğer bir linke ulaşımı yasaklayabilmişse siz o gün çok daha büyük tepki verecekken iki üç gün sonra kulaktan kulağa duyarak, aslında aşina olarak tepkinizin bir kısmını aşağı çekmiş oluyorsunuz. Tabii ki stratejik bir şey. Bunun üzerine yıllarca çalıştılar. Amaç buydu zaten.

“AL GÜLÜM VER GÜLÜM”

Türkiye’de ana akım medyada liberal diyebileceğimiz ama kendini sözüm ona “muhalif” olarak tanımlayan kim vardı, Doğan Grubu. 7 Haziran’a kadar böyle “al gülüm ver gülüm” şeklinde haberler yaparak bir muhalif tavır geliştirdiğini iddia etti. Ama sonra en muhalif Doğan Grubu’nun yaptığı haberleri görüyoruz. Kaldı ki şimdi Hürriyet’te Abdulkadir Selvi yazıyor. Ne muhalefet ama. Ahmet Hakan’ın 7 Haziran’dan sonraki değişimini örnek alalım. Ne kadar büyük bir “muhalif” olduğunu tartışalım. Liberalden muhalif olmaz. Çok net. Liberallerin en büyük muhalifi işte Murat Belge, Oya Baydar, Aydın Engin, Cengiz Çandar gibi insanlarda göründüğü kadardır.

2012’ye kadar AKP’yi canla başla savunan, en kötü halinde bile destekleyip ondan sonra ‘aman tanrım bir diktatörlük oluşuyor’ diye sözüm ona bir muhalefet yapmak, tek kelimeyle benim ve benim gibilerin siyaset zekasına hakarettir, yüzüne küfürdür, başka bir şey değildir. Siz daha AKP’ye verdiğiniz desteğin özeleştirisini yapacaksınız. Diktatörlük öyle gökten zembille inip kendi kendine var olmuyor. Tam da böyle var oluyor. Algı yaratma gücü olan bir avuç liberalin 2010’daki “yetmez ama evet” kampanyası gibi kampanyalarla var oluyor diktatörlük. Referandumun “evet” çıkmadığını düşünün, AKP bu halde, bu kadar olmazdı.

“ÜLKE ‘KAHRAMAN’LARLA DOLU”

Can Dündar’a Adliye önündeki saldırı gözdağı mı, Dündar üzerinden gazetecilere ayar mı verildi?

Sadece gazetecilere değil. Erdoğan’ın kişisel olarak rahatsızlık duyduğu herkese neler yapılabileceğine, ya da neler yaptırabileceğine dair bir örnektir. Yani Erdoğan bunun bizzat emrini vermek zorunda değil ama söylemi şu “rahat bırakmam onu”.

Bu mesajı alacak birçok insan var tabii ki, ülke “kahraman”larla dolu. Kendini kahraman hissetmek isteyenlerle “reis”ine biat etmek istediğini gösterip “ben de buradayım reis” demek isteyen bir sürü lümpenle dolu.

Çağlayan Adliyesi’nde saldırının gerçekleşmesi güvenlik zafiyeti mi?

İkimiz gidelim basın açıklaması yapmak isteyelim 100 tane çevik etrafımızı sarar karga tulumba gözaltına alır. O adamın oraya silahla gelip girmesinin açıklanabilir hiçbir tarafı yok. Herhangi bir yer değil çünkü…

Çağlayan özellikle savcının öldürülmesinden sonra çok çok daha korunaklı, korumaya alınmış bir bölge. Avukatları bile neredeyse x-ray’den geçmeden almıyorlardı. Eylem yaptılar da öyle girmeye başladılar.

Adam silahla giriyor, ateş ediyor, sonra diyor ki, “istesem vururdum ama korkutmak istedim” bu kadar rahat. Bugün Can Dündar, yarın başkası…

Tahir Elçi’nin öldürülmesi örneği.. Fikirlerinizi rahatça söylediğinizi sandığınız bir programa katılıyorsunuz. Orada programın yapımcısı Ahmet Hakan ısrarla “PKK’yi terör örgütü olarak görüyor musunuz” diye soruyor. Tahir Elçi fikrini söyledi, sonrasında öldürüldü. Bilirkişi raporu da çıktı. “Kimin yaptığı tespit edilebilir durumda değil”. Yani, faili meçhul.

BİRGÜN’Ü IRKÇI VE FAŞİST OLARAK NİTELEMEK ÇOK AĞIR”

BirGün Gazetesi’nin Mine Kırıkkanat röportajını ve tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok üzüldüm. Mine Kırıkkanat’tan hiç haz etmem, gerçekten ırkçı bir tarafı da olduğunu düşünüyorum. Fakat BirGün’ü eleştirebileceğiniz nokta Mine Kırıkkanat ile röportaj yapılması olabilir. Yapılmış bir röportaja bizim dünya bakışımızda sansür uygulanamayacağına göre BirGün’ü ırkçı faşist olarak nitelemek çok ağır ve haksız.

Çünkü ben Yüksekova’da Veysel İşbilir ve Mehmet Reşit İşbilir’in yaşamını yitirmesinin ardından BirGün’ün Kürtçe manşet attığını da biliyorum. Irkçı olduğunu iddia ettiğiniz bir gazete Kürtçe manşetle piyasaya çıkmaz.

“BUGÜN BİRGÜN’E YAPTIK SONRA DEMOKRAT HABER’E”

Çok mu çabuk görmezden geliniyor?

Bence çok acımasız davranıyoruz. Eleştiri mekanizmasının işlerliği şunun üzerinedir. Eğer siz BirGün’ün hata yaptığını düşünüyor ve o hatasını telafi etmek için uğraş gerçekleştiriyorsanız, daha yapıcı eleştirilerde bulunursunuz.

Çünkü BirGün’ün kapanması Kürtlerin de işine gelmez. Zaten piyasada 10 tane bile diyemeyeceğimiz muhalif gazete varken BirGün’ün bu kadar zorluklar içerisinde haber yapmaya çalışıyor olmasının önüne geçmenin bir mantığı yok.

Demokrat Haber de bir haber portalı. Çok kaygan bir zemin üzerinde haber yapmaya çalışıyorsunuz. Kapanması o kadar kolay ki.

BirGün çalışanları yürekten yapıyorlar bu işi. Çok uzun süre yazdığım için de biliyorum. Gazete bir özür yayınladı, özrün içeriğini tartışmayalım. Editöryal bir hata olduğunu ve bir özür yayınlaması gerektiğini düşünerek yayınladı. Özlem Özdemir’in işten çıkarılmadığı röportajlarına ara verildiği belirtildi.

Bu sefer de ulusalcılar saldırdı. İşte PKK’nin kucağına oturmaktan, Kürt hareketinin kuyrukçusu olmaya kadar, aynı şeyler… Bu defa BirGün, basın emekçisini işten attı gibi bir yalan haberle tekrar lince uğradı.

Mesela Ensar Vakfı’nın üzerine bu kadar gidilmesinin en önemli sebeplerinden biri BirGün’ün Mustafa Hoş’un çıkardığı haberlerin üstüne gitmesidir. IŞİD’le ilgili birçok haberin, AFAD'a bağlı Nizip mülteci kampındaki 8 erkek çocuğa cinsel istismar olayının ortaya çıkmasının sebebi ise Erk Acarer’in oraya gidip haber yapmasıdır.

BirGün gibi gazeteler öyle çabuk yere vurulacak, kulağı çekilecek, hırpalanacak gazeteler değil. Biz bu kadar çabuk tüketemeyiz, öyle bir şansımız yok. O kadar kolay habere ulaşamıyoruz.

Bugün BirGün’e yaptık sonra Demokrat Haber’e, sonra Evrensel’e, Özgür Gündem’e yaptık elimize ne geçecek. Yarın Kürt illerindeki zulmü Türkiye soluna taşıyacak olan kimdir? BirGün’dür, Evrensel’dir. Şu gerçeklikle yüzleşmemiz gerekiyor, Türkiye solunun içindeki insanların genel olarak okuduğu tek gazete Özgür Gündem değildir, Evrensel ve BirGün’dür. Kürt hareketi de, Kürtler de bu iki gazeteyi sahiplenmek durumunda. Aynı şekilde Türkiye Solu da Özgür Gündem’in haklarını savunmak sahiplenmek konusunda ısrarcı ve istekli olmak durumunda. O yüzden biraz fazla ve acımasızca buldum.

“SURİYE POLİTİKASININ DÜŞTÜĞÜ ÇUKUR”

Kilis’e IŞİD’in attığı roketler, hükümetin bu konudaki açıklamaları ve hedef gösterilen Arap Alevileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu 2011’deki Suriye politikasının düştüğü çukur. Antakya’daki bütün Arap Alevi aileleri Esad yanlısı, Esad’cı olarak fişleyerek, kendi cenahının, kendi muhafazakar tabanının önüne atmanın bir yöntemi bu. “Aslında bu insanlar göçmenlere üzülmüyor, Esad ne yaparsa yapsın, öldürse bile Esad yanlısı değilse siviller, çok büyük mutluluk duyuyorlar” şeklinde bir algı yaratılmaya çalışılıyor.

Bir kere Antakya halkı gerçekten insani açıdan müthiş yüreği geniş insanlar. Sadece oralı olduğum için söylemiyorum. Evet, Suriye ile bizim bir İstanbullunun hissedebileceğinden daha yakın bağlantılarımız olabilir. Çünkü akrabalarımız, dostlarımız, tanıdıklarımız orada, ticaret yapıyoruz günlük turistik olarak gidip geliyorduk.

Biz bu insanlarla beraber büyüdük. Antakya’nın yüzde 60’ı, Samandağ’ın yüzde 90’ı Arap. Sonuç itibariyle çok ciddi bağlantılarımız var. İşte bunu kıramadıkları için, kırmanın yöntemi olarak bizi katliam yanlısı bir halk olarak göstermeyi ve orada savaştan kaçmış insanların, mültecilerin bizden çekinip bir pozisyon almasını sağlamaya çabalıyorlar.

Hükümet bir yandan mültecilerin arasında getirdiği cihatçıları da konsolide ediyor bu şekilde.

Kilis meselesi daha ilginç. Hatay’la beraber en çok mülteci akının olduğu 3 şehirden biri. Antep, Hatay ve Kilis.

Kilis’teki durum şu, füzelerin IŞİD tarafından atıldığını hükümet de biliyor, bunu bilmiyor olamaz. IŞİD’e saldırma konusunda birkaç açıdan hem cesaret edemiyor hem de istemiyor.

Öncelikle oradaki bölge IŞİD’in kontrolündeki Cerablus bölgesi. Eğer IŞİD’e herhangi bir müdahalede bulunursa YPG’nin Cerablus ilerleyişini daha da güçlendirme ihtimali var. Böylece Kürtlerin Türkiye Suriye sınırında alamadığı tek yerin de düşme ihtimali bulunuyor, bunu istemiyor.

İkincisi zaten uzunca bir süre El Nursa, Ahrar-uş Şam, IŞİD gibi cihatçı örgütleri birinci elden beslediği, silah, para yardımı, Can Dündar’ın yargılandığı MİT Tır’ları davasından belli. Neden beslediği bir örgütün düşmesini istesin. Aynı zamanda Esad’a karşı da savaşıyor.

Onun dışında bir sebep daha var, eğer IŞİD tehlikesi büyürse kendince yıllardır yapmaya çalıştıkları ama bir türlü uluslararası kamuoyuna kabul ettiremedikleri “uçuşa yasak bölge ve tampon bölge”yi kabul ettirebilmek için bir sebep bulabilirler diye düşünüyorum.

“Bakın bir ilimiz düşmek üzere, şurada bir bölgeyi hem Esad, hem Kürtler, hem de IŞİD’e karşı tampon bölge olarak ayıralım, böylece daha rahat destek oluruz” gibi.

Yani aslında gözünün önünde var olan bir savaşın ülkeye en çok sıçrama dönemini izlemelerinin en büyük sebeplerinden biri kendi politikalarının çıkmazını boşa çıkarmaya ya da yok etmeye çalışmak.

Çünkü Suriye politikası konusunda gerçekten batmış durumdalar. Yaptıkları hiçbir öngörü doğru çıkmadı, istedikleri hiçbir şey gerçekleşmedi.

Stratejik derinlik uzmanı sayın Başbakan, Esad üç ayda gidecek dedi. Savaş başlayalı 5 yıldan fazla oldu.

Muhalifler silahsız ve demokratik haklarını talep ediyor dediler. Suriye’de şu anda 400 bin ölü var, bunların yüzde 80’i muhaliflerin sebep olduğu ölümler. Sivil katliamlar var. Ezidiler, Türkmenler, Aleviler, Gayri Müslimler, Kürtler, Ermeniler ve bütün etnik gruplardan katliama uğrayan köyler, satılan kadınlar, fuhuşa zorlanan çocuklar var.

Artık sadece Suriye’de değil, Türkiye’de var. Dün bir rezalet daha çıktı, AFAD kampındaki cinsel saldırı skandalı, o yüzden de BirGün’ü bu kadar acımazsızca eleştirmemeli.

“SIRA HİÇ BİZDEN GİTMEDİ Kİ”

AKP cemaat ilişkisindeki çatışmada Erdoğan’ın dediği “ne istediniz de vermedik” olayı nasıl açıklanabilir?

Zaman Gazetesi’ne kayyum atanması durumuyla ilgili, “zulme ses çıkaralım sıra bize de gelir” deniyor ya. Sıra bizden hiç gitmedi ki. Cemaatin bize “sıra size de gelir” demesi utanmazlıktan başka bir şey değil.

Cemaatin kurduğu mahkemelerle, davalarla dünya kadar insan bu ülkede hapis yattı. Ergenekon Balyoz davalarından bahsetmiyorum. Ergenekon, Balyoz davalarının içinde muhakkak yargılanması gereken insanlar vardı. Asıl sorulması gereken neden bu insanlar işledikleri suçlardan yargılanmıyor?

Çünkü orada yıllardır süre gelen devlet ilişkileri tek tek ortaya çıktı. Jitem, asit kuyuları ve faili meçhuller gibi. Ama bir torba yaratıldı onun içine herkes atıldı. KCK davası ve ÇHD davasına bakalım bunlar cemaatin kurduğu davalar değil miydi?

Siz onlarla ortakken herkesi tasfiye etmek için bir şekilde çaba gösterecek, ana akım medyasından kendi medyanıza kadar müthiş bir çaba harcayacaksınız.

Ben siyasetten Türkan Saylan’la aynı düşünmem ama kanser hastası 80 yaşında bir kadını sabahın 5‘inde gözaltına aldıracak kadar izandan çıkmış bir operasyon çekmek, hakkında iftiralar çıkarmak, genç kızları subaylara pazarlıyor gibi akla hayale sığmayan rezaletler… Ki Ensar gibi kurumları savunmak için canla başla uğraşan insanların da buradan dem vurması gerçekten çok ironik.

“BİZ HEP ARADA GİDERİZ HEP BİZE OPERASYON ÇEKİLİR”

Gelip bana “sıra size de gelir” ahkamı kesmeleri utanmazlıktan başka bir şey değildi. Sıra zaten ezelden beri bizdeydi.

Türkiye Cumhuriyet’i kurulduğundan beri sıra hep sol cenahtaydı. Biz hep arada gideriz, bize hep operasyon çekilir. Hep biz öldürülürüz, hep biz tutuklanırız.

O yüzden cemaate yapılan operasyon insan olarak beni zerre kadar rahatsız etmiyor. Beni rahatsız eden şey şu ortak kurgularında çıkarları çatıştığı an bu kadar hırçınlaşmaları ve acımasızlıkları. Aslında cemaat kendi yaptığı şeylerin, kendine de yapılmasından dolayı bu kadar dertli.

Yarın cemaat yeni bir iktidarla aynı gücü tekrar ele geçirsin, cemaatin aynı şeyleri yapacağı konusunda hayatımı koyarım ortaya. O kadar eminim. Şimdi bir sürü cemaatçi kızacak bu söylediklerime, iktidarı savunduğumu öne sürecekler. Hayır, ben iktidarı savunmuyorum. İktidarı savunan sizdiniz, ben değil.

“İZANINI MANTIĞINI AKLINI KAYBETMİŞ BİR ÜLKEDEN BAHSEDİYORUZ”

Yarın bıraksın Erdoğan, cemaatin kumpasıydı der. Bakın Erdoğan Ergenekon, Balyoz davaları için Zekeriya Öz için, “o savcı benim savcım, ben Ergenekon’un savcısıyım” diyordu. Zekeriya Öz’e o kadar güveniyordu. Zekeriya öz nerede şimdi? Neden kaçtı? Erdoğan hedef gösterdiği için kaçtı. Sonra Erdoğan ne dedi, bütün bunlar paralelin çıkardığı şeylermiş, bir sürü insan suçsuz yere yattı dedi.

Gözümüzün önünde söyledikleri yalanlardan dolayı bile yargılanması gereken insanların yaptıkları üzerinden buradan siyasi analiz yapıyoruz. Aslında siyasi analiz falan yok. İzanını mantığını aklını kaybetmiş bir ülkeden bahsediyoruz.

“ÖRGÜTLÜ CEHALET EN TEHLİKELİSİ”

Türkiye halkları geleceğe umutla bakmalı mı?

Geleceğe her zaman umutla bakmalılar. Umutsuz hiçbir şey yapamazsınız. Ama şöyle bir umuttan bahsediyoruz. Bir gün güzel günler göreceğiz falan. Güzel günler görmek istiyorsanız bazı şeylerin parçası olmak zorundasınız. Bazı kayıplarımız çok büyük olacaktır. Kayıp dediğimiz illa can ve mal kaybı değil. Herkes kendi hayatına göre derecelendirebilir.

Karşılaşabileceğimiz en örgütlü cehaletle karşı karşıyayız. Örgütlü cehalet, en tehlikelisi bu. Faşizm hep var olacaktır. Siz ona karşı argüman kurup mücadele edebilirsiniz. Ama 2002’den beri yaratılmış toplamda 3-4 nesillik bir cehaletten bahsediyoruz. Yani 2002’de 5 yaşında olan çocuklar şu an 19 yaşında. 19 yıl boyunca hiçbir şey araştırmamış, sadece biat kültürü ile yetişmiş bir nesilden bahsediyoruz. Tehlike olan bu zaten, siz bununla mücadele etmek zorundasınız. O yüzden mücadele etmek hepimizin birlikte sokağa çıkması değil. Sizin bireysel olarak örgütlenmeye, mücadeleye ortak olmanız, benim sanatımla öğretmenin öğrenciyle doktorun hemşireyle vs.

Yani bütün bunların sonucunda herkesin kendi hayatından örgütlü mücadeleye neler katabileceğine bağlı.

“ELİMİZDEKİ EN BÜYÜK GÜÇ TAŞIDIĞIMIZ UMUT”

O yüzden umutsuz bakmak gibi bir şey yok. Elimizdeki en büyük güç aslında taşıdığımız umuttur. Ben böyle zorlu süreçlerde bizim umuda taşıyacağımız en önemli şeyin bu kaosun bizde yarattığı motivasyon olduğunu düşünüyorum. Eğer siz bu kaosun içinde o motivasyonunuzu, inancınızı, umudunuzu kaybetmiyorsanız ve insanlara da bunu taşıyorsanız. Herhangi halk, her hangi bir örgütten, herhangi faşist bir güçten, her hangi bir zalimden daha büyüktür.

“UMUT TAŞIYAN İNSANLAR MÜCADELENİN NEFERLERİ OLACAK”

Mutlaka umut taşıyan insanlar vardır. Ve o mücadelenin neferleri de onlar olacaktır. O yüzden umutsuzluk asla yok. Umutsuz olsak bu röportajı neden yapalım, bu oyunu neden oynayalım. Gidelim evimizde oturalım, en konforlu olan o. Ama “o bana değmediği sürece ben bu konfordan vazgeçmeyeceğim” gerçeğini bir tarafa bırakmak ve mücadelenin bir parçası olmak gerekir.

“Bulaşmayayım da bana bulaşmasın” diyenler siz mücadelenin parçası olmazsanız bugün kaybetmek istemediğiniz bir ülke de gelecekte kalmayacak. İleride kendi hayatınızı bile yaşamayacaksınız. Eğer bunu yaşamaya devam etmek istiyorsanız ara verip mücadeleye devam etmelisiniz. Şu anki illüzyonun içinde yaşamanın hiçbir mantığı yok.

***

1. Bölüm: Barış Atay: Yavuz Bingöl’e acımıyorum bile