Özgür Gündem Gazetesi Eş Yayın Yönetmeni ve Mazlum-Der eski başkanı Ayhan Bilgen, Taksim direnişini ETHA'dan Derya Barış'a değerlendirdi. Bilgen, ılımlı İslam ve Kürt siyasal hareketine dair de görüşlerini aktardı.

'GEZİ PARKI BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA'

Gezi Parkı direnişi bizlere, halka ve örgütlenmelere neler öğretti?

Gezi Parkı'ndaki dinamizmi bardağı taşıran son damla olarak okumak gerekir. Öncesine baktığımızda, birikmiş öfkenin, birikmiş tepkinin ve siyasete katılamamanın yarattığı tepkinin bir yansıması var. Belki iki ana başlık etrafında tarif etmek mümkün bu patlamanın bu noktaya ulaşmasını: birincisi, temsili demokrasi krizidir. Bu aslında küresel bir krizdir, Türkiye'ye özgü bir durum değil. Dünyanın bir çok yerinde klasik parlamenter sistemin, dört-beş yılda bir yapılan seçimlerin, sandığın toplumsal talepleri karşılamaktan uzak kalması, gelişen iletişim araçları ve yeni kuşakların siyasal süreçlere müdahale edebilme, bilgiye ulaşma ve bilgiyi yayma konusunda kendini daha güçlü hissetmesi; dolayısıyla bildiğimiz sandık mekanizmalarının ötesinde kendini ifade edebileceği, dışarıya yansıtabileceği bir zemin olarak sokağı görmesidir. İkinci nokta da daha güvenlik politikasıyla ilgili bir boyuttur: Türkiye'de daha önce farklı nedenlerle gaza, copa maruz kalmış futbol seyircileri, Aleviler, 1 Mayıs'ta Taksim'de buluşmak isteyenler, cumhuriyet mitingleri gibi birbirinden oldukça farklı siyasal aidiyetler ve kesimler biraraya geldiğinde sokakta cesaret bulmuşlardır. Birbirlerine bir güven ve kendilerine özgüven gelmiştir. Dolayısıyla o cesaretle korku eşiğini aşıp, sınırların bariyerlerini aşıp bir biçimde daha uzun soluklu, daha kararlı ve ısrarlı bir eylemi, kendini ifade etme zeminini yakalamışlardır.

'ESKİ ANALİZLER 90 KUŞAĞINI HAFİFE ALDI'

Tabii burada '90 kuşağı özel olarak vurgulanmaya değer. Çünkü eski şablonlar, eski ezberler ve analizler bu kuşağı genellikle hafife aldı. Bu kuşağın politik olmadıklarını, eğitim sisteminin ve medyanın depolitize edici mekanizmalarından çok etkilendiklerini iddia eden örgütlü çevreler, ister sendikalar ister siyasi partiler olsun, bu kuşağın kendilerine has bir politik dili olduğunu, kendine has bir politik yorumlama biçimi olduğunu ve politik söylem geliştirme biçimlerinin özgün olduğunu gördüler. Bizim iktidardan ve devletten kaynaklı eski kamplaştıran siyaset analizinin dışında daha kapsayıcı ve farklı saflaşmaları beraberinde getiren, bizim bildiğimiz şablonlar üzerinden değil de kendine özgü saflaştırmalar üzerinden dil geliştiren, örneğin mizahı son derece güçlü biçimde kullanabilen, Türkiye'de gerilim nedeni olan sloganların içini boşaltan söylemler geliştirebilen, bu anlamda çok farklı bir kıvrak zeka ürünü ortaya çıkartabilen bir yaklaşım gördük. Türkiye siyasi hayatı ve Türkiye toplumsal siyaseti için Gezi'den önce ve Gezi'den sonra bir milatla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

'KİTLELER ÖN YARGILARIYLA YÜZLEŞTİLER'

Alanda daha önce görmeyi reddettiğimiz kitleler de vardı, Kürt siyasi hareketi, LGBT hareketi, Antikapitalist Müslümanlar gibi. Bu grupların alanlarda bir arada ve bu kadar görünür olması halka neyi gösterdi?

Bu kuşağın bir araya gelebilme kabiliyeti konusunda eski kuşaklar ve eski kavga aktörlerinden daha yetenekli olduğunu gösterdi. Tüm farklı grupların birbirlerine karşı güven duygusu geliştirebildiğini gördük. Sokakta gazı yerken, copu yerken, üzerlerine su sıkılırken herhangi bir ayrımın olmaması da bu birlikteliği geliştirdi. Gaz sıkarken "Çarşı taraftarı mısın yoksa Antikapitalist Müslüman mısın" gibi bir soru yoktu, hepsine bir ders verme, hepsini bir hizaya sokma, korkutma ve cezalandırma mantığıyla güvenlik konsepti gelişti ve güvenlik bürokrasisi buna göre davrandı. Bence egemen siyasetin dili de bu buluşmayı kolaylaştırdı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın tarifini ben de önemli görüyorum, şimdiye kadar hiç buluşamayan kesimleri biz politikalarımızla buluşturduk. Tabii bu bir ironi, bir tarafıyla kendilerine dönük bir eleştiri, imalı bir mesaj veriliyor aslında burada. Başbakan bir taraftan insanları camiye saygısızlık ettiğini, başörtülülere saldırıldığını söylerken diğer taraftan sokaktaki en yoksul kesimleri faiz lobisi, kendi karşı hazırlanan uluslararası komplonun ortakları diye tarif edince kendilerinin öyle olmadığını bilenler, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar başbakanın tanımına uymadıklarını belirtip kendilerini yeniden tanımladılar. Aynı zamanda birbirlerini tanıdılar, belki tanıştılar. Mesela Antikapitalist Müslümanlar günlük hayatta bir arada olmadıkları, dine mesafeli duran insanların camide kasıtlı olarak içki içmeyeceklerini ve saygısızlık etmeyeceklerini biliyorlardı. Hangi kesimden olursa olsun insanlar yanlarındaki kişilerin faiz lobisiyle birlikte hareket etmediklerini biliyorlardı. Burada başbakanın tarifi boşa çıkınca, kriminalize, marjinalize etme, yalnızlaştırma ve kendi iç kırılmalarını tetikleme niyeti boşa çıkınca kitleler birbirleriyle ilgili geçmişte biraz da olsa var olan ön yargılarıyla yüzleştiler, kendilerine öğretilen dışında bir toplumsal dokunun olduğunu gördüler.

'GEZİ'DE İNSAN KİMLİĞİ ÖNE ÇIKTI'

Birçok siyaset böyle bir ayaklanma beklemediği için süreci zamanında okuyamadı. Kürt siyasi hareketinin de ayaklanma süresince zaman zaman süreci yönetmek konusunda geriye düştüğüne dair fikirler seslendiriliyor. Buna dair düşünceleriniz nedir?

Burada bir hassas durum var: bir taraftan bayraklarıyla, sembolleriyle belki alanda daha dağıtıcı bir işlev göreceklerdi kendi niyetlerinden bağımsız olarak. Alandaki ulusalcı ve Kürtlerle birlikte olmaktan kaçınan grupların tedirgin olmasına neden olacaklardı. Elbette bu dışında kalmayı haklı gösterecek bir neden değil. Bu eylem bayrakların, sembollerin yarıştığı bir eylem değil daha insan odaklı, herkesin insan olmaktan doğan birincil kimliğini ön plana çıkardığı bir eylemdi. İçerisinden geçilen siyasal süreci bu açıdan konuşmak gerekiyor. Son dönemde Türkiye'de Kürt siyaseti içerisinde çatışmalı ortamı sonlandırmak için hükümetle daha iyi ilişki kurmak gerektiğini, hükümeti zora ve sıkıntıya sokacak yaklaşımlar içinde olunmaması gerektiğini düşünen en azından legal siyaset içerisinde bazı isimler var. Ben Gezi'yle ilgili mesafeli açıklamaların onlardan geldiğini düşünüyorum. Bu konuda başbakanın söylemi, yani sokağı sürekli ulusalcı, ırkçılar, Ergenekoncular, eski devlet yanlıları olarak tariflemesi de çok etkili oldu.

'GEZİ ÇÖZÜM SÜRECİNİ KOLAYLAŞTIRACAKTIR'

Bildiğimiz Kürt siyaseti dışındaki kesimler, BDP dışındaki kesimler örneğin, daha liberal ve daha muhafazakar Kürt çevreleri Gezi'ye daha mesafeli durdular. Çünkü onlar direkt Başbakanın okuması üzerinden "zaten sokakta bizim katillerimiz var, biz onlarla nasıl yan yana duracağız" gibi bir dil geliştirdiler, böyle bir savunmaya giriştiler. Oysa sokağa çıkanlar fotoğrafın öyle olmadığının farkındaydı. Nitekim Kürtlerden ve Kürt siyasetinden de başından beri sokakta olanlar, bayrağıyla ve sembolüyle kendilerini göstermeseler de en zor anlarda orada bulunanlar, sadece İstanbul için değil tabii ki, bunun böyle olmadığını ve Türkiye'nin batısındaki bu kalkışmanın, kendi varlığını hissettirme girişiminin son derece önemli olduğunu, Türkiye siyasi hayatı açısından kritik bir anlam ifade ettiğini gördüler. Çünkü Türkiye'nin şimdiye kadar devlet ve Kürtler arasında gerilime şahit olduğunu düşündüğümüzde bu sefer Türkiye'nin batısından böyle güçlü bir muhalefetin gelmesi şüphesiz Kürt sorununun çözümünü de kolaylaştıracaktır. Bazıları bunu tersinden okudular, hükümet bunu bahane eder, "Taksim'de zaten bela var bu kaosun içinde biz bir de açılım yapamayız artık" der diye düşündüler. Evet hükümet bunu bahane edebilir, bunu bir mazeret haline getirebilir ancak bir toplumsal ve siyasal hareket hükümetin bunu mazeret haline getirebileceği algısından tutum belirlemez. Tam tersine kendisi politik tutumunu sergileyebilir. "Türkler de artık bizi anlıyorlar, gaz cop polis devlet asker algıları yeniden inşa oluyor" deyip kutsal devlet algısının yıkıldığını ve başka bir devletle karşılaşıldığını görebilir. Hükümet Türk-Kürt geriliminin dışında bir atmosferin içerisine girmeye başladı, Gezi bunu sağladı. Hükümet gerçekten çözüm istiyorsa açılım ve çözüm için artık daha uygun bir ortam var, daha uygun bir zemin var diye düşünebilir. Kimi Kürt çevreleri biraz daha "biz bunları yaşadık, biz yaşarken siz nerdeydiniz?" diyen bir tarz içine girdiler, bunu reddetmek mümkün değil. Ama ben yaygın psikolojinin bu olduğunu düşünmüyorum. Nitekim orada da bir kuşak çatışması kendini hissettirdi. 40-50 yaşın üzerindeki insanalr Batı'daki durumu biraz daha hafife alsalar da Türkiye'nin batısında okuyan ya da çalışan Kürt gençleri böyle bir tavır içine girmediler, bir an önce dayanışma ve birliktelik için harekete geçtiler. Omuz omuza değilse de Kürt nüfusunun yoğun olduğu illerde Kürtlerin ne yaşadığını anlatmaya başladılar, Gezi nedeniyle hayatını kaybedenlerle dayanışmaya geçilmesine yardımcı oldular.

'İŞ SANDIKTAN İBARET DEĞİL'

Gezi Parkı direnişi fiili olarak bitmiş durumda olsa da halk özgürlük taleplerini forumlarda dile getirmeye devam ediyor. Forumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir hareket ve gerilim bir yere kadar taşınabilir. Hedefi çok somut bir politik hedef olarak bir örgütlülükle yönetilmiyorsa bu süreç bir yerde bir yorgunluğun olması da kaçınılmazdır ancak oturup düşünme ihtiyacı duyulması da çok doğaldır. Gazın önünde, copun önünde birlikte duran insanların, gazdan birbirlerini çekip kurtaran insanların oturup daha ayrıntılı tanışmalarına, nasıl bir Türkiye istedikleri, neye tepki verdiklerini anlatacak bir ortamın oluşmasına gereksinim vardır. Bu açıdan forumların son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Forumların sabote edilmek istendiğini, bizzat şahit olduğum ya da birinci ağızdan duyduğum şekliyle de biliyorum. Kendi örgütlü yapısını dayatmak isteyen, özellikle ulusalcı birtakım çevrelerin son derece provokatif dil kullandıklarını ve kitleyi manipüle etmek istediğini, aslında daraltan yaklaşımlar içerisine girdiğini biliyorum. Ben bu süreci şöyle okuyorum: her halükarda tarihe bir not düşüldü. Artık bundan sonra herkes bunu dikkate almak zorunda ve bir biçimde bunun iktidar tarafından okunduğunu düşünüyorum, kendi çocukları da alanda olduğu için, kendi çocuklarını basına yansıtmadan karakollardan sessiz sedasız çekip alsalar bile. Sonuç itibarıyla Türkiye'de bildiğimiz sağcı muhafazakar siyasetin toplumu mutlu etmediğini, tatmin etmediğini ve özellikle bir kuşağın bundan nasıl rahatsız olduğunu gayet net biçimde gördüler. Bu işin sandıktan ibaret olmadığını, seçimden %50'nin üzerinde oy alsanız bile ötekini dikkate almak zorunda olduğunu, ötekilerin birbirleriyle kolayca buluşabildiğini, ötekileri birbirlerine düşman ederek bu ülkeyi yönetemeyeceğinizi bir biçimde görmüş oldunuz.

'ILIMLI İSLAM KÖTÜ BİR SINAV VERDİ'

Belki birazcık daha iddialı bir şey söylemek gerekiyor: Ortadoğu'da ılımlı İslam projesi bitti demek için erken ama Mısır'daki ve önümüzdeki günlerde belki diğer ülkelerdeki tablolar bittiğinin sinyallerini taşıyor, kötü bir sınav verdi. Türkiye'de hala iktidar aynı parti ve kimse istifa etmedi, kimse koltuğunu bırakmadı. Bu görüntü itibarıyla baktığımızda evet iktidar partisi dimdik ayakta ama "ben seçildim, benim düşüncem doğru bir düşünce, Türkiye'ye bakışım ve kazandırdıklarım herkesin yeterli görmesi gereken kazanımlar, bunun karşısındaki herkes darbeci herkes Ergenekoncu ve eski devletten yana" denklemi artık devam etmiyor, herkes bu mesajı aldı. İnsanlar ne eski devlete dönmek ne de mevcuta razı olmak pozisyonundalar. Bunun daha ötesinde,insan yerine konmayı, görüşlerinin daha dikkate alınmasını, dillerinin, ağaçlarının, parklarının, bahçelerinin kendilerine sorulmadan tasarruf edilemeyeceğinin mesajını verdiler.

'GENÇLERİN SÖZLERİ PEŞİNDEN GİDİLMELİ'

Devrimci örgütler, sosyalist partiler, insan hakları örgütleri, pek çok kurum kuruluş ve örgüt Gezi Parkı'nın içindeydi. Örgütler bu süreçten nasıl bir ders almalı, bu süreci nasıl okumalı?

Kuşak çatışması burayı tarif etmekte çok naif kalıyor ama sonuç itibarıyla daha 70'li yılların yetiştirdiği kuşağın bugünü anlama konusunda bir miktar geride kaldığını bu tablo ortaya çıkardı. İnsan hakları mücadelesi açısından da, siyasi partiler açısından da, sendikal mücadelenin oluşmuş bürokratik yapısı açısından da bu fotoğrafı görmemiz gerekiyor. Burada kendini yenileyebilen, kendini güncelleyebilen ve gençlerden öğrenmeyi kendisi için sorun etmeyen ve bunu bir kompleks meselesi haline getirmeyen gayet tabii hayatın içerisindekiler, farklı bilgilere ve farklı iletişim imkanlarına sahip olanlar dünyayı da başka türlü okuyup değerlendirebilirler. Devrimciliklerini başka türlü ifade edebilirler, Politik dillerini başka türlü kurabilirler. Yeni söylemi ve yeni davranışı okumak ve belki onları kendisini daha belirleyici kılacak pozisyonlarda bulmalarına da imkan oluşturmak gerekiyor. Gençler demek afiş asın, bildiri dağıtın demek değildir. Sadece fiziki gücünden faydalanılan demek değildir genç, ürettiği sloganın da 30 yılın 40 yılın tecrübesinden daha nitelikli daha etkili olabileceğini dikkate alacağınız kişidir genç. Gencin iktidarın bütün söylemelerini, bütün denklemlerini bozabilecek kapasitesi olabilir. Bu anlamda yeni dönem için şöyle bir örgütlenme biçimi olmalı: yıllardır bir araya gelemeyenler ya da geçici oalrak bir araya gelip uzun soluklu mücadele üretemeyenler, kitleye yön verip kitleyi peşinden sürükleyemeyen siyasal hareketler, bu fotoğraftan hareketle bir tevazu gösterip elbette geçmişte ödediği bedellere saygısızlık yapmaksızın, dayanışma içerisinde olmaya devam etmeleri ve gençlerin de önde olabileceği çalışma yöntemleri geliştirilmeli, belki bu sefer onların sözünün peşinden gidilmeli.