Kadir Kaçan / Demokrat Haber

Antikapitalist Müslümanlar geçen yıl 1 Mayıs’a katılarak Türkiye’de en çok konuşulan gruplar arasında yer aldı. Geleneksel İslamcılarından çok farklı düşünceleri ve toplumcu söylemleriyle çok konuşuldular. Antikapitalist Müslümanların dönem sözcüsü Sedat Doğan ile bu 1 Mayıs’ta ne yapacaklarını, geçen 1 Mayıs’tan bu yana neler yaptıklarını konuştuk, çarpıcı yanıtlar aldık…

“TAKSİM’DEKİ 1 MAYIS’A KATILACAĞIZ”

Bu yıl Taksim yasaklı ve gerekçe alanın inşaat oluşu. Bu gerekçeye rağmen neden ısrarla Taksim diyorsunuz? Taksim dışında kutlama yapmayı açıklayan kurumların tavrını nasıl buluyorsunuz?

Taksim Türkiye işçi sınıfının sembol alanlarındandır. Bedeller ödenerek taksim 1 Mayıs’ta işçi sınıfının dayanışma gününe zemin olmuştur. Bizim ısrarımız bu kazanımın sekteye uğramaması içindir. Teknik bir çalışmayla Taksim’in kullanım alanları belirlenebilir. Bununla alakalı çalışmalar yapılmakta. Biz işçi sınıfının belirlediği alan olan Taksim’deki 1 Mayıs’a katılacağız…

Taksim dışında kutlama talebi siyasi bir tavırdır. Taksim hem emekçi sınıfların hem de halkların özgürlük taleplerinin özgürce dillendirildiği bir alandır. Yaşadığımız barış sürecinin bunda etkili olduğunu düşünüyoruz. Bize göre halkların siyasi, kültürel talepleriyle, emeğin mücadelesi birbirinden ayrılamaz. Kapitalizm önce halkların kimliklerini asimile etmiş, sonrasında da emeklerini sömürme yoluna gitmiştir. Halkların kültürleriyle emeklerinin bütünleştiği bir siyasi tavır küresel egemenleri zora sokacaktır. Bu iki unsur birbirinden ayrıldığı vakit hak ve emek birbirinden ayrı kalır. Biz Allah ile ekmeğin birlikteliğinden özgürlüğün doğacağını düşünen bir hareketiz.

“İKTİDARDA OLANLARIN İNANIŞLARI DEĞİL, PRATİKLERİ ÖNEMLİ”

Şöyle bir çağrınız var: "Müslümanlar iktidarda daha ne istiyorsunuz" diyen egemenlere karşı... "Biz ezilenleri yeryüzünde iktidar kılmak istiyoruz" (Kasas: 5) demek için 1 Mayıs 9:30'da Fatih Camii'nde buluşuyoruz.

Ne demek istiyorsunuz?

İktidarı oluşturan bireylerin Müslümanlık iddiası siyasal bir araç olarak kullanılıyor. 1400 yıllık egemen anlayış içerisinde şekillenmiş bir din yorumu var. Bu yorum sürekli olarak dini tekeline alan iktidar eliyle halklara da empoze ediliyor. Bu yorumun Müslümanlık iddiası bizi ilgilendirmiyor. Saltanatçı ve mülkiyetçi din yorumuna göre, Müslümanlık sıfatını taşıyanlar iktidar olmalı. Oysa Kuran çok açık bir şekilde ‘biz ezilenleri yeryüzünde iktidar kılmak istiyoruz’ diyor. O yüzden bizim açımızdan da iktidarda olanların inanışları değil, pratikleri önemlidir. Günümüz siyasal sisteminde eğer ezilen halklar eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermedikten sonra, iktidar sermaye sınıfının tekelinde olduğu müddetçe iktidarda olanların kültürel ya da dinsel referanslarının hiçbir anlamı yoktur.

“SADECE EZİLENLERİN İKTİDARINI MEŞRU GÖREN DÜZENİ ONAYLAYABİLİRİZ”

Mesela önceki iktidar döneminde alanlara çıksaydınız sloganlarınız değişir miydi?

Değişmezdi. Sloganlarımızın birçoğu Kuran ayetleridir. Bundan ötürü evrenseldir. Bir iktidar hangi dine, görüşe ve anlayışa sahip olursa olsun bizim inandığımız mülkün ve otoritenin Allah’a ait olduğu gerçeği ile yüzleşecektir. Sadece ezilenlerin iktidarını meşru gören düzeni onaylayabiliriz.

“SINIRSIZ VE SINIFSIZ DÜNYA MÜMKÜNDÜR”

Sorun sizce iktidar mı? Mesela sistem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sorun sistemdir. İktidarlar bu sistemi devam ettirmek için vardırlar. Sistem olgusu salt modern zamanlara ait bir sorun teşkil etmemekte. Kurani anlatımda bu Hz. Adem ile başlamakta. Allah cennet olarak tasvir ettiği, kimsenin aç ve susuz kalmadığı bir yere Adem’i konumlandırmıştır. Adem ve eşi Havva sistem olgusunun bilinmediği bir yerde Kuran tabiriyle sonsuz mülkü sembolize eden ağaca yöneldi ve ilk özel mülkiyetçi anlayışı yansıttı ve Allah da Adem ve Havva’yı cezalandırıp yeryüzüne indirdi. Ve yaşadığımız çağda da özel mülkiyeti savunup sınıflı toplumu öngören anlayışlarla, mülkün Allah’a ait olduğu gerçeğini bilip ortak mülkiyeti savunan peygamberler ve bu gerçeğe inanmış halklar arasındaki sistem savaşıdır yaşadığımız. Kapitalizm de bunun, yaşadığımız çağdaki karşılığıdır. Kapitalizm üretim araçlarını değiştirmiştir. Ama sistem ve anlayış değişmemiştir. Özel mülkiyeti elinde bulunduran sermaye sınıfının sürekli olarak menfaatlerini büyütmek için, serveti, bilgiyi ve iktidarı tekeline alarak halkları sömürme durumunu bu çağda da yaşıyoruz. Biz bunların hepsine toptan ‘LA’ diyoruz. Mülk de güç de bilgi de Allaha aittir. Kimsenin tekelinde değildir. İnsanlığın ortak paydalarıdır. Bunun yerine sınırsız ve sınıfsız dünya mümkündür ve bu ezilenlerin mücadelesinde boy gösterecektir diyoruz.

“MARKS DİNİ HALKLARIN İÇLİ BİR ÇIĞLIĞI OLARAK GÖRÜYOR”

‘Din gericidir’ diye bakanlar da var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de solun temel sorunu halkların kültürel ya da dinsel gerçekliğine uzak olmasıdır. Sistem, toplumları çıkarlarına hizmet etmesini sağlamak için, o toplumların en kadim değerlerini manipüle etme yoluna gider. Din bunların en başında gelir. Dinin peygamberler yoluyla varolagelen söylemi, sürekli olarak o dönemin egemenlerini rahatsız etmiştir ve zaman zaman da yerinden etmiştir.

Hz. İbrahim Nemrut’lara, Hz. Musa firavunlara, Hz. İsa Roma ve Yahudi din adamlarına karşı mücadele etmiş, en son Hz. Peygamber de Küreyş oligarşisine karşı tevhidin, eşitliğin mücadelesini vermiştir.

Egemenler menfaatlerini ortadan kaldıran bu dini anlayışı ‘ateşe atarak’, ‘yurtlarından sürerek’ , ‘çarmıha gererek’, ‘savaşarak’ ortadan kaldıramayacağını anlayınca, dini anlayışı kabul ediyor görünüp, dinin formunu ve anlamını dönüştürerek iktidarlarına uygun bir hale sokma yoluna gittiler. Müslümanlar tarihinde buna Emevi siyaseti denir. Emeviler dini karşısına almamış, önce o dine girmiş sonra da dinin özünü tahrif ederek dini anlayışı saltanatçı, milliyetçi bir forma sokmuştur.

Hz. Ali, Ebuzer, Hüseyin dinin özü olan adaletin ve eşitliğin mücadelesini verseler de başarılı olamamışlar ve bu Emevici anlayış hala bugün kendini Diyanet kurumu üzerinden yeniden üretmektedir.

Bu Emevici din yorumu 1400 yıldır egemenlerin din yorumudur. Halkların dini yorumları ise bütün devrimci peygamberlerde, Ebuzer’de Hz. Ali’de, Zenc ve Kermati topluluklarında Baba İshak’ta, Şeyh Bedrettin’de, Şeyh Said’de saklıdır. Türkiye gibi Ortadoğu halklarının yaşadığı bölgelerde dinin bu yönünü açığa çıkaracak ve halklarla bütünleşecek siyasetler güdülmesi gerekirken, egemenlerin din anlayışıyla birlikte halkın da temel değerlerini içine alacak şekilde, elitist bir yorumla ‘din afyon ve gericidir’ demek Marksizmi de pek iyi anlamamışsınız demektir.

Marks dini hem halkların bir protestosu ve içli bir çığlığı olarak görüyor, hem de bu çığlığın egemenler tarafından bastırılarak dinin afyonlaştırıldığından dem vuruyor.

Aslına bakılırsa Marksizmin aradığı da dinin bu devrimci ve eşitlikçi yönünün tekrar açığa çıkması. Ama maalesef sol, aydınlanmacı zihniyetin peşine takılarak kapitalizm öncesi bütün devrimci birikimleri görmezlikten geldi ve emek mücadelesini halkın dışında halka rağmen savunma yoluna gitti. Bu da beraberinde marjinalleşmeyi getirdi ve kendisi halkın gerisine düştü.

“SOSYALİZM PEYGAMBERLERİN DEVRİMCİ MÜCADELELERİNE NE KADAR DA BENZİYOR”

Söylemleriniz sosyalizme çok benziyor. Ama siz ısrarla Müslümanlık vurgusunu yapıyorsunuz. Bu ayrımdan biraz söz eder misiniz?

Biz daha insanın ilk yaratılışından beri vuku bulan mülkiyetçi anlayışa karşı ortak mülkiyeti savunan peygamberlerin mücadelelerinden bahsediyoruz. Sosyalizm modern anlayış içerisinde yoğrulmuş bir akım. Nedense sosyalizm için peygamberlerin devrimci mücadelelerine ne kadar da benziyor denmiyor. Marks yaşadığımız çağın çelişkisini de özel mülkiyet karşıtı fikirleri ile tespit etmiş ve işçi sınıfının devrimci mücadelesinin nihayetinde sosyalizm kurulacak, bu tecrübe süreç içerisinde komünizme evirilecek ve sınırsız ve sınıfsız bir dünya kurulacaktır demiştir.

Proleter diktatörlük olarak formüle edilen devrim sonrası ilk aşama, pratikte yeni bir sınıfsal gücün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Sosyalizm adına gerçekleşen devrim üzerine bina edilen yönetici sınıf Politbüroyu oluşturarak bu sefer de yöneten -yönetilen sınıflı toplumunu oluşturmuştur.

Kuran’ın bize gösterdiği yol otoritenin de Allah’a ait olduğudur. Yani böylesi bir devrim aşamasından sonra toplumun bütün kesimleriyle meşveret halinde olup şura oluşturarak, şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışını ikame etmektir. Tek bir şahsın bile yönetim mekanizmasından uzak tutulması otoritenin Allah dışında bir güç tarafından kullanıldığı anlamı taşır. Yani otorite Allah’ındır demek ya herkes ya hiç kimse denklemidir. Bu mülkiyet için de geçerlidir.

Başörtüsü ile 1950 gerçekliğini bu kez AKP hükümeti üzerinden yaşıyoruz.

Türban konusunu programından hiç eksik etmeyen muhafazakar partilere nispeten siz pek değinmiyorsunuz. Sizce türban sorunu çözüldü mü?

Başörtüsü bahsini muhafazakar partiler ya da iktidarlar diline dolasa da anayasal anlamda bir özgürlük alanı oluşturamamışlardır. Şu aşamada fiili olarak başörtüsü serbestmiş gibi görünse de sınıfsal dönüşümün bir aracı olarak kullanılmaktadır. Neo-liberal politikaların uygulayıcısı olan hükümet, kapitalizmin kültürel boyutunu da dinsel-örfi temalar üzerinden gerçekleştirmektedir.

Bugün başörtülü giyim tarzı tüketim kültürünün en önemli nesnesi haline dönmüştür. Moda dergileri, defileler vs. ile hükümetin neo-liberal politikalarına uyumlu bir sosyo-kültürel yaşam tarzı inşa edilmeye çalışılmaktadır. İşte biz anti-kapitalist Müslümanlar olarak bu konuda da halkın örtünme-tesettür gibi kadim değerlerini iktidarın kapitalistleşme sürecinin bir aracı olmaktan çıkarıp, onu devrimci ve eşitlikçi bir düzleme taşıyarak, iktidarların manevra alanlarını daraltmayı amaç ediniyoruz.

Eğer bir yerde kapitalist düzen hakim ise orada özgürlükler de bu sisteme hizmet edeceği oranda özgürleşebiliyor. Biz bunu Arapça ezan bahsinde de yaşadık. Demokrat Parti’nin piyasa ekonomisi ile ezanın asli haline dönmesi aynı dönemlere denk geldi. Maalesef başörtüsü ile 1950 gerçekliğini bu kez AKP hükümeti üzerinden yaşıyoruz.

“10 İLDE ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLAR 1 MAYIS’A ÇIKACAK”

Antikapitalist Müslümanlar olarak geçen yıl ki 1 Mayıs’tan bu yılki 1 Mayıs’a kadar neler yaptınız? 1 Mayıs hazırlıkları nasıl gidiyor?

Geçen seneki 1 Mayıs kapitalistleşen iktidarların politikalarına Müslümanca bir çığlık anlamını taşıyordu ve ilk olması sebebiyle de tarihi bir anlamı vardı. Bu çıkış kapitalizme, sömürüye, eşitsizliklere karşı duran Müslümanlarla diğer muhalif unsurların bir araya gelmesine, ezilenlerden yana yeni bir siyasi tavrın gelişmesine zemin oluşturdu.

Bunun üzerine geçen yıl Kasım ayında Türkiye çapında Kapitalizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulması için ilk start İstanbul’dan verildi. Şu aşamada yaklaşık 25 ilde irtibatlandığımız arkadaşlarımız mevcut. Bu 1 Mayıs’ta da İstanbul başta olmak üzere, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Konya gibi yaklaşık 10 ilde antikapitalist Müslümanlar 1 Mayıs’a çıkacaklar.

Antikapitalist Müslümanlar olarak geçen yıldan beri sürekli olarak işçi kardeşlerimizin ve ezilen halkların yanında olduk. Roboski, Kozlu işçileri, Hrant Dink anmaları olsun hepsine iştirak ederek ve bizzat Fatih camiinde programlar düzenleyerek ezilen halklar ile Müslüman vicdanlar arasında köprü kurmaya çalıştık.

Hey Tekstil, Kuzu Deri, THY işçilerinin grevlerine katılarak sermayeye karşı tek değerin emek olduğu şiarımızın gereğini yerine getirmeye çalıştık.

Yaklaşık 20 STK ve örgüt ile NATO’ya ve emperyalizme karşı platform çalışması başlatarak, antiemperyalist duruşumuzun gereğini de yerine getirmeye çalıştık. Hala bu platform çalışmaları devam etmekte ve 11 Mayıs'ta İzmir’de NATO anakarargahının önünde kitlesel protestomuzu da gerçekleştireceğiz.

Bunun yanında özellikle İslamcılığın düzenle bütünleşme sebeplerini irdeleyen paneller ve Kuran okumalarına paralel dünya tarihi okumaları gerçekleştirerek hem geçmişin hem günümüzün hem de Kuran’ın bakış açılarını bir düzlemde okuyup tartışarak, yaşadığımız çağın ruhuna uygun düşecek bir bakış açısının yollarını da döşemekteyiz…