Kadir Kaçan / Demokrat Haber

BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken barış sürecine ilişkin tartışma ve kuşku yaratan konular üzerine odaklanan sorularımızı yanıtladı.

İdris Baluken’e İmralı’dan gelen mektubu, mektubun kamuoyundaki izlenimlerini, Alevilerin neden anılmadığını, İdrisi Bitlisi’yle kurulan Türk-Kürt ittifakının sonuçlarının hatırlandığını, Diyarbakır’da Türkiye ve Kürdistan bayraklarının olmamasına gelen eleştirileri sorduk.

2 Temmuz 1976'da Bingöl'de doğdu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Heybeliada Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesinde göğüs hastalıkları ve tüberküloz alanında uzmanlığını aldı. Bingöl Verem Savaş Dispanseri, Bingöl Devlet Hastanesi ve Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinde çalıştı. Toraks Derneği, Türk Tabipler Birliği ve SES Diyarbakır Şubelerinde yönetici ve aktivist olarak görev üstlendi. Uzmanlık dalıyla ilgili olarak yurt içinde ve yurt dışında akademik çalışmalara katıldı. Çok iyi düzeyde Zazaca, iyi düzeyde Kürtçe ve orta düzeyde İngilizce bilen Baluken, evli ve 2 çocuk babasıdır.

"MİLLİ DAYANIŞMA VE BARIŞ KONFERANSI" HALKLARIN ÖZGÜCÜNÜ ORTAYA KOYAN BİR PROJE

PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından gönderilen mektuptaki, ''Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum'' sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bildiğimiz gibi başta Kürt Meselesi olmak üzere Ortadoğu’daki tüm etnik ve inançsal meseleler ulusal sınırları aşmıştır. Bu yönüyle 100 yıl önce bir kapitalist paylaşımın sonucu olan bu meselelerin çözümüne yönelik iki boyut bulunmaktadır. Birinci boyut bu meselelerin uluslar arası yani Ortadoğu’nun tümünü ilgilendiren sorunlar olması, ikincisi de ulus devlet ve kapitalistleşme sürecinin sonucu olarak ortaya çıkmış olmasıdır. Sorunların kaynağına ilişkin bu iki tespit söz konusu sorunların çözümünde de bizlere yardımcı olacaktır. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın gerek kapitalist süreçleri çözümlemesi gerek Ortadoğu’nun bu süreçlerle beraber yaşadığı sorunları tespit etmesi gerekse de bu sorunların çözümüne yönelik özgün bir perspektif ortaya koyması ile beraber düşünüldüğünde Ortadoğu’da var olan ve iç içe geçmiş etnik ve inançsal sorunların çözümü noktasında aydınlatıcı ve yapısal çözümler üreten bir anlayış ortaya çıkmaktadır.

Söz konusu “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” projesini bu temelde değerlendirmek mümkündür. Ortadoğu’da var olan sorunların çözümünde, Ortadoğu’daki halkların özgücünü, kültürel birikimini ve iradesini ortaya koymasını içeren bir projedir.

Dolayısıyla proje sorunların çözümüne yönelik oldukça değerli bir proje olarak önümüzde durmaktadır.

“DEMOKRATİK SİYASET YOLUYLA TÜM MEZHEPLERİN, İNANÇLARIN ÖZGÜRLEŞECEĞİ İFADE EDİLMİŞTİR”

Mektupta Alevilerin adının geçmemesi sosyal medyada yer buldu. Alevilerin adının geçmemesini neye bağlıyorsunuz?

Sayın Öcalan’ın 2013 Amed Newroz’unda okunan mesajında Ortadoğu’da yeni bir sürecin başladığını ve bunun da demokrasi ve özgürlüklerle taçlanacağı izlenimi vardır. Zaten mesaj iyi okunduğunda sözü edilen toplulukların kategorizasyonu etnik kimlik temelli yapılmış ve genel anlamda ise demokratik siyaset yoluyla tüm mezheplerin, inançların ve kültürlerin özgürleşeceği ifade edilmiştir. Sosyal medyada Alevilerle ilgili bir hassasiyetin oluşmasından önce mesajın tekrardan satır araları ile beraber okunması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü söz konusu mesajda Sayın Öcalan’ın Demokratik Modernite perspektifinin hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmesi bile herhangi bir toplumsal öznenin veya bireyin hak, adalet, özgürlükler ve demokrasi açısından kaygısını giderecek bir anlayışa sahiptir.

Alevilik hassasiyeti kapsamında yapılan yorumların bir kısmının kasti olduğunu ve Barış Sürecini olumsuz yönde etkilemeye çalışanların manipülatif yaklaşımlarının sonucu olduğunu da buradan belirtmek gerekir. Çünkü gerek Alevilerin Kürt Özgürlük Mücadelesinin önemli damarlarından biri olması, gerekse de Alevilik inancının ölümlere karşı yaşam hakkını doğallığında öncelemesi bu tartışmanın Aleviler dışında geliştiğini de açıkça göstermektedir. Bu konuda tüm Türkiye ve Ortadoğu halklarının müreffeh olması gerektiğini ve gerçekleşecek bir barışın herkese özgürlük ve demokrasiyi adalet temelinde getireceğini ifade etmek istiyoruz. Çünkü Sayın Öcalan’ın çözüm projesi Ortadoğu coğrafyası içerisinde yaşayan Türk, Kürt, Arap, Fars, Alevi, Sunni, Nasturi gibi etnik kimlik ve inanç kimliğine sahip tüm inançlar ve halklar için geçerli olan ve Demokratik Modernite merkezli bir çözüm önerisidir. Bu çözüm önerisi aynı zamanda kapitalist modernitenin tüm yıkıcılığına karşı alternatif bir yaşam önerisidir.

1000 yıllık İslam bayrağı altında buluşma vurgusunun sebebi neydi?

1000 yıllık İslam temelli birliktelik bir sosyolojik, siyasal ve tarihsel tespittir. Çünkü bu topraklarda yaşayan Türkler ve Kürtler 1000 yıllık bir birlikte yaşam pratiğine sahiptir. Bilindiği üzere ulus kavramının devletlerin ideolojik tutunumu olması ulus devlet ile mümkün olmuştur. Bu anlayış öncesinde var olan yönetimsel mekanizmaların ideolojik tutunumu ise inanç üzerinden tesis edilmekteydi.

Bu noktada söz konusu tespitin yapılmasının iki yönüne vurgu yapılabilir. Birincisi bin yıllık birlikte yaşam pratiği olan halkların geleceği birlikte inşa edebilirliğine yöneliktir. İkincisi ise daha teorik bir noktaya işaret etmektedir. Bu nokta, çözümü konuşulan Kürt Meselesinin ulus-devlet inşa süreci ile başladığının belirlenmesidir. Modern anlamda Kürt kimliğinin inkârı da yine bu ulus-devletleşme süreci ile beraber yaşanmıştır. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın mesajlarını okurken felsefi, tarihsel, siyasal ve sosyal yönleri ile beraber okumak daha doğru sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

“TÜRK-KÜRT STRATEJİK ORTAKLIĞI TÜRKİYE HALKLARINA DAHA İYİ BİR YAŞAMI GETİRECEK”

Türk-Kürt stratejik ortaklığı akıllara İdris Bitlisi’yi akla getirdi mi? Bu değerlendirmeyi nasıl buluyorsunuz? Böyle bir stratejik ortaklığın olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir?

Tarihin geri yürümeyeceğini ama tarihteki bilincin açığa çıkarılarak geleceğin daha demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anlayışla inşa edilebileceğini düşünüyoruz. Bu yönüyle tarihsel benzerlikleri birebir kurmanın muhafazakâr tarih anlayışı içerisinde değerlendirilebileceğini ifade etmek isteriz. Türk ve Kürtlerin tarihte birçok stratejik işbirliği olduğu hakikattir. Bu işbirliğinin neden ve sonuçları itibariyle çeşitliliği de bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla 2013 dünyasında gerçekleşmesi için mücadele ettiğimiz bir toplumsal barışın kendi konjonktürel ve niteliksel, yapısal ve öznel yanlarını da değerlendirmenin merkezine almak gerekmektedir. İlk günden bugüne kadar bizim söylediğimiz, Türkiye’de tüm etnik ve inançsal kimliklerin toplumsal barışının gerçekleştirilmesi, özelde Ortadoğu genelde ise tüm dünya için önemli bir örnek olacak, aynı zamanda Türkiye halklarına daha iyi bir yaşamı getirecektir.

“KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ HEPİMİZİ ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR”

Türk-Kürt stratejik ortaklığı 1000 yıl boyunca Aleviler, Ermeniler, Ezidiler, Nasturiler ve diğer kimlik ve inançlar için felaket oldu, yeni süreç de böyle olabilir mi?

1000 yıl öncesi ile günümüz arasında bir köprü kurmak gerçekçi ve doğru bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Çünkü bin yıl önceki toplum, siyasal algılar, medeniyet birikimi, gelecek tahayyülü ile bugünkü gerçeklikler arasında deyim yerindeyse dağlar kadar fark vardır. Basına da yansıdığı için söylemek de mahsur yok, Türkiye’de gerçekleşecek Kürt Meselesinin çözümü ve demokratikleşme Sayın Öcalan’ın deyimi ile hepimizi özgürleştirecektir.

Lise son sınıf öğrencisi Gülsüm Koç'un son durumuna ilişkin bizleri bilgilendirir misiniz?

Gülsüm Koç’a ömür boyu hapis cezasının verilmesi bir yargı skandalıdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Gülsüm’ün ailesi ile sürekli irtibat halindeyiz. TBMM’deki denetim mekanizmalarını işlettik, yine duyarlılık oluşturmak adına Gülsüm’ün ailesi ile TBMM’de bir basın açıklaması düzenledik ve bürokratik girişimlerde bulunduk. Gülsüm Koç’a verilen cezanın bir skandal olduğunu ve bu skandaldan kurtulmanın yolunun da kamuoyu duyarlılığı oluşturmak olduğunu biliyoruz. Bu konuda özellikle siz basın mensuplarına çokça iş düşmektedir. Oluşturulan kamuoyunun gelişmesi ve sonuç doğurması için sizin çalışmalarınız hayati önemdedir.

Gülsüm Koç’a verilen skandal ceza vesilesiyle buradan tüm siyasi parti gruplarına ve hükümete de yargıda gerek mekanizma olarak, gerek yasal kurumlar olarak gerekse de zihniyet olarak bir değişimin aciliyetini hatırlatmak isteriz. TBMM’nin bu konuda ivedilikle devreye girmesi gerektiğini ve böylesi bir çalışmaya tüm Parti Grubu olarak destek vereceğimizi buradan kamuoyu ile paylaşıyoruz.

BDP, DEMOKRATİK SİYASİ ÇÖZÜME DESTEK VERMEYE HAZIRDIR”

Parti olarak BDP bu süreçte neler yapacak?

BDP kurulduğu günden bu yana silahla çözüm olmayacağını ifade eden tek istikrarlı siyasi partidir. Dolayısıyla Devlet ile Sayın Öcalan arasında başlayan görüşmeleri de önemle destekliyor, dâhil oluyor ve takip ediyoruz. BDP, barış sürecinin toplumsal ayağında ve TBMM ayağında tüm gücüyle demokratik siyasi çözüme destek vermeye hazırdır. Bunun için gerekli tüm çalışmalarımızı da gerek TBMM’ye gerekse de Hükümete ön açıcı olacak şekilde tamamlamış bulunmaktayız. Yine aynı şekilde BDP’nin sorunun çözümünü daha fazla eşitlik, özgürlük ve demokrasi bağlamında ele aldığını bunun için de tüm enerjisi ile sürece katkı sağladığını belirtmek isteriz.

“KURULACAK KOMİSYONLAR SÜRECİN SELAMETİ AÇISINDAN HAYATİ ÖNEME SAHİP”

PKK'nin çekileceğine dair görüşler var. PKK devlete neden güveniyor? Arada herhangi bir garanti üstlenen bir kurum, devlet ya da herhangi bir şey var mı? Bu anlaşma tek taraflı mı yoksa devletin verdiği söz var mı?

Bu konuda TBMM bünyesinde kurulacak komisyonların geri çekilme ve barış inşası için gerekli olduğunu ifade ettik. Bu yönlü kurulacak komisyonların barışa yönelik isteği ve toplumsal desteği arttıracağını, halkın iradesi olan Meclis’in de sürece dâhil olacağını düşünüyoruz. Bu yönlü bir durum gelişirse geri çekilme ile ilgili olası sorunların çözümünün yanı sıra gerek geçmişle yüzleşme gerekse de geleceğin inşasında söz konusu komisyonların olumlu katkı sağlayacağı düşüncesini taşıyoruz. Sayın Öcalan’ın çağrısından sonra kurulacak komisyonların sürecin selameti açısından hayati öneme sahip olduğunu biliyoruz.

“BU ALGI BARIŞ SÜRECİNİ DESTEKLEMEYENLER TARAFINDAN ORTAYA ATILMAKTA”

Diyarbakır alanında Türk bayrağının olmayışı Hükümeti rahatsız etti. Kürdistan bayrağının da olmayışı başka bazı kesimleri rahatsız etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Toplumda bulaşıcı bir bayrak fetişizmi var diyebilir miyiz?

Açıkça ifade etmek gerekir ki, Türkiye halklarında bayrakla ilgili hassasiyet bulunmaktadır. Bu hassasiyet sadece Türkiye halklarında değil, dünyanın hemen hemen tüm halklarında bulunmakta. Fakat bu noktada belirtmek gerekir ki, Türkiye halklarında bayrak fetişizmi bulunmamaktadır. Bu yaratılmak istenen bir algı olarak çoğunlukla barış sürecini desteklemeyenler tarafından ortaya atılmaktadır.

Türkiye halkları 30 yıldır süren çatışmalı sürecin her yönüyle acısını çekmiştir. Bu acı artık Türkiye’de bir toplumsal barış isteğine yerini bırakmıştır. Dolayısıyla barışın tesis edilmesinden korkanlar, çatışmalı ortamdan kaynaklı edindiği konumu kaybetmek istemeyenler böyle suni gündemler yaratmak amacıyla çalışmalar yapmaktadır. Türkiye halklarının gündemi bayrak fetişizmi değil, barışın tesis edilmesidir.

“BARIŞ SÜRECİNİN KENDİSİNİ DESTEKLEMELİ”

Bu süreçte medyadan beklentileriniz nelerdir?

Türkiye basınının yapması gereken herhangi bir siyasi parti ya da figürü desteklemek yerine barış sürecinin kendisini desteklemektir. Bildiğiniz üzere çatışmalı süreçler sonrası geçiş dönemleri dünya deneyimlerinde, basının pozitif katkısının tecrübe edildiği çokça örnek vardır. Böylesi bir anlayışın Türkiye basınında hâkim olması barış sürecini tahmin edilenden daha fazla ileriye götüreceği açıktır.

Dolayısıyla Türkiye’de basında çalışan emekçilerin ve işverenlerin sürece nasıl katkı yapabiliriz sorusunun cevabını çokça düşünmeleri gerekmektedir. Tarihsel bir sürecin sorumluluğunun hepimizin üzerinde olduğu unutulmamalıdır.