Dünya solunun yaşayan en önemli felsefecilerinden biri olarak kabul edilen Alain Badiou, MonoKL Yayınları’nın davetlisi olarak  “Devrim, Demokrasi, Felsefe” kongresine katılmak üzere geçen hafta Türkiye'ye geldi. Badiou ile kongre esnasında geçtiğimiz yüzyılın ve bu yüzyılın tutkuları, korkuları ve vaatleri üzerine söyleştik...

Mehmet Onur Doğan / Sabit Fikir

 

2003 tarihli Yüzyıl isimli kitabınız Türkiye'de iki ay önce yayımlandı, oradan başlamak istiyorum. Geçen Yüzyılı anlatırken bolca sanat ve edebiyat eserlerine, onların yüzyılın karakteristiğine dair sunduklarına referanslar veriyorsunuz. Bu yüzyılın ilk ön yılına baktığınızda bu şekilde referans oluşturacak edebiyat ve sanat eserleri  var mı?



Henüz küçük bir yüzyıl. Bu yüzyılı henüz referanslarımızı belirleyebilecek kadar yaşamadık, bunu sonradan görebiliriz ancak.

 

 

“Yüzyıl” isimli kitabınızda 19. ve 20. yüzyılın tutkularından bahsediyorsunuz, bunlar üzerinden tartışıyorsunuz. 19. yüzyılın tutkusunu 'ütopyacılık'la betimliyor, 20. yüzyılın tukusunun 'gerçeklik' olduğunu söylüyorsunuz. Yine yeni yeni şekillendiği bilerek; sizce 21. yüzyılın tutkusu sizce ne olacak?



21. yüzyılın başında gördüğüm bir tutku varsa o da korku. Hatta tutkudan korku. Krizden korku. Ötekinden, başkasından, yabancı olandan bir korku. Bütün bu korkular büyük bir tutku oluşturuyor. Tabi burada Batıdan bahsediyorum, bütün dünya için konuşamıyorum. Benim ülkemde ve genel olarak batılı ülkelerde böyle. Çok büyük bir korku var, gelecek korkusu.

 

 

 

Arap baharının başlangıcında gayet umutlu yazılarınız oldu, heyecanlandırdı sizi. Batıdaki korkudan bahsettiniz peki Doğudan gelen Arap Baharı gibi hareketlerin orada bir etkisi oldu mu, bir şeyi değiştirdi mi? Korkuya etkisi oldu mu? Ve hareket ilk başladığında heyecanla yazdıklarının ardından üzerinden biraz da zaman geçtikten sonra, yazdıklarınız hakkında fikirleriniz değişti mi? Çünkü epey geniş bir kesim kapitalizmin bu hareketi çok kolayca absörve ettiğini ve hatta kullandığını öne sürüyor.



Bence yeni bir şeyin olasılığını belirtiyorlar bu olaylar. Çok sağlam olan bir takım duruşların da yıkılabileceğini gösteriyorlar. Bütün bunların sonunda ne çıkacak bilmiyorum. Büyük bir ümitsizlik var. Ama yeni olasılıkları göstermesi bakımından da önemli. Dünyanın kapalı olmadığını, tarihin bir tekerrürden ibaret olmadığını gösterdi. Çelişkili bir duygu durumu oluşuyor bu olanlar karşısında.. İnsanların bir kısmı bu olasılıklardan korkuyor. Dünyanın olduğu gibi kalmasını tercih ediyorlar. Diğer bir kısımda da umut var. Yeni bir şeyin ortaya çıkacağını umuyorlar. Dolayısıyla, korku meselesiyle bağdaştırırsak, olaylar karşısında da bir yandan bir korku var, bir yandan da bir tereddüt söz konusu. Hareket eden bir şeyin geleceği, neye evrileceği hakkında bir şey bilinememesinden ileri gelen bir tereddüt. Dolayısıyla korku, umut ve belirsizlik karışımı bir durum var.


Peki bu durumu geçmiş yüzyılın başındaki duruma benzetebilir miyiz? 20. yüzyılın başını kaos ve daralmayla tarif ediyorsunuz, ona benziyor mu? Ayrıca kaosla başlayan geçen yüzyıl anlatımınız erken bir çöküşle bitiriyor. Bu çöküş tarihin sonu değilse neyin başlangıcı?



İçine girdiğimiz yüzyılın 20. yüzyıldan çok farklı olacağını düşünüyorum. Geçtiğimiz yüzyıl tarihsel bir vaadin gerçekleştirilmesi üzerine kurulmuştu. İlerleme vaadi, devrimlerin vaadi, eşitliğin olabileceği bir dünyanın vaadi... Bizim yüzyılımız hiçbir vaat olmadan başlıyor. Tam tersine “tarih bitti” iddialarının arkasından geliyor. Dolayısıyla hiç kuşkusuz bambaşka bir şey olacak. 20. yüzyıl vaatlerin gerçekleştirilmesine çalışılan bir yüzyıl oldu. 21. yüzyıl ise yeni vaatler yaratmalı.

 

 

Peki bu konuda felsefenin rolü ne? Geçtiğimiz yüzyılda tanımladığınız 4 diskurdan (aşk, sanat, politika ve bilim) birine daralmaktan, diğerlerini görmezden gelmekten kaynaklanan bolca felsefi felaket olduğunu söylüyorsunuz. Vaatsiz başlayan 21. yüzyılda bunlardan birine daralmadan ilerleyebilir mi felsefe? Ya da bu şekilde yeni vaatler yaratmada bir rol oynayabilir mi? 20. yüzyıldan farklı bir rol oynayacak mı?



19. yüzyıl bilimin, 20. yüzyıl politikanın yüzyılı oldu. Bizim yüzyılımız ise aşk ve sanatla başlıyor. Politik vaat çok karanlık kalıyor. Bilim ise iyi şeyler olduğu kadar kötü şeyler de üretiyor.

 

 

O zaman yine diskurlardan birine ya da ikisine bir sıkışma ve daralma bu yüzyılda da görüyorsunuz?



Ama aşk ve sanat masumdurlar öbür söylemlere göre. Bilim ve politika masum değildirler, olmadılar zaten hiçbir zaman. Hiç olmazsa masumiyetle başlayalım.

 

 

Politik kavramlarda bir değişiklik var. 20. yüzyılın politik kavramlar sınıf mücadelesi, devlet analizi gibi alanlara dayanırken şimdilerde politik kavramlar psikoanalitik, ahlaki ya da felsefi kavramlardan türetiliyor. Bu değişimi de olumluyor musunuz o zaman? Bu değişim neden?



Daha dar bir şeyle başlıyoruz bu yüzyıla. Ama ben bu yüzyılın bu gidişatı açacağını sanıyorum. 20. yüzyıl daralttı ama bu yüzyılın dar kalacağına inanmıyorum. Çünkü 20. yüzyılın başında büyük bir umut vardı. Yenilgiler ve yanlışlıklar yüzünden bu gitgide azaldı. 21. yüzyılda da umut az ama giderek çoğalacak. Başka halkların da güçlenmesi ile dünyanın kendisi de daha geniş bir yer haline gelecek. Batı çok küçük bir hale geldi, ötesine geçmek lazım.

 

 

Bu Batının küçüklüğünün içerisinde kalmak da 20. yüzyıldan bu yüzyıla kalan bir problemi mi?



Hareket Batıda başladı, imparatorluklar vardı. Bir yerden sonra Amerika'nın hakim olduğu bir yüzyıldı. Ama artık çok farklı bir dünya olacak.

 

 

Katıldığınız panelin konusu demokrasi, devrim ve felsefe ilişkisi. Çağdaş demokrasilere sert eleştirileriniz var. İnsanı “mehamete muhtaç, acınacak bir hayvan” olarak ele aldıklarını söylüyorsunuz. Bu sadece çağdaş demokrasilerin bir sorunu mu? Antik dönemde “Demo” ile, yani halk ile kastedilen aslında küçük bir azınlık. Ya da geçtiğimiz yüzyıldan politik süreçten örneklersek Almanya'nın 10 senelik kısa demokrasi deneyimi, Weimar dönemi nasıl bitti biliyoruz. Demokrasi kavramının kendisinde baştan beri böyle bir sorun yok mu?



Demokrasinin ne olduğunu tanımlamadan önce kendiliğinden bir takım eksiklikleri var mı diye sorulamaz. En genel anlamda halkın iktidarda olması demektir. Kolektif hayata halkın katılması demektir. Demokrasi adı veriliyor seçimlere, çok daralmış ve yanlış bir tanım. Fransa'yı örnek alırsak, insanların çoğu politik kararların dışında, o kararlar hep başka yerde alınıyor. Bir bankacı milyonlarca seçmene göre çok daha önemli ve etkili. Fransa'da demokrasi falan yok. 21. yüzyıl gerçek anlamıyla bir demokrasi kurma amacı güdebilir. Komünizmin de gerçek anlamı budur. Bu anlamda hakiki bir demokrasi kurmak. Güç eşitsizliklerinin karşısındayız, bunların karşısına bugün demokrasiyi koymak durumundayız. Bir işçi ile büyük sermaye sahibi arasında çok büyük fark var, bu yüzden demokrasinin bir anlamı yok. Demokrasinin ilk koşulu eşitliktir.

 

 

Son olarak sizin kendi yüzyılınızı sormak istiyorum.  Geçen yüzyılı anlatırken hep Brecht, Pessoa gibi major karakterlerle anlatmışsınız. Öte taraftan yine Batıda içinde bulundukları yüzyıla ve vaatlerine itiraz eden, sizin kişisel tarihinizin de dokunduğu sol komünistler, sitüasyonistler gibi pek çok akım da var. Onlardan yüzyılımıza ve kendi felsefenize taşınan neler var?



Mümkün olduğu kadar farklı deneyimlere açılmalıyız. Entelektüel özelleştirmeye karşı savaşmak lazım. Hem müzisyen, hem aşık, hem politik militan olmak lazım, hem de matematik bilmek lazım. Geniş bir olasılıklar yelpazesine açık olmak lazım. Dünya dar ve temiz olmamızı istiyor. Bireysel olarak buna karşı direnmek lazım. Çok geniş bir ilgi yelpazesine sahip olmak gerekiyor. 21.. yüzyılda önemli olacak bu.