Doç. Ferdan Ergut, 1967’de İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini 1989 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde tamamladı.

1994 yılında New York –ABD’de New School For Social Research’te yüksek lisansını, 2000 yılında da aynı üniversitenin Siyaset Bilimi ve Tarihsel Çalışmalar bölümlerinde doktorasını tamamladı.

Çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerdeki makalelerinin yanı sıra "Modern Devlet ve Polis: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Toplumsal Denetimin Diyalektiği (İletişim Yayınları, 2004)" adlı kitabın yazarıdır.

Ayrıca Tarihsel Sosyoloji: Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, (Tarih Vakfı  ve Dipnot Yayınevi, 2007. Ayşen Uysal ile birlikte) ve II. Meşrutiyeti Yeniden Düşünmek (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010) kitaplarını derlemiştir.

Halen Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümünde doçent olarak görev yapmakta, Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği ile Eşitlik ve Demokrasi Partisi Genel Başkanlığı görevlerini yürütmektedir.

Nüve (www.nuve.biz )’den İbrahim Adıgüzel ve Eren Aksoyoğlu, Eşitlik ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Ferdan Ergut’la Ankara’da söyleştiler.

Kongre çalışmalarını, EDP’nin yeni projesi BEBDA’yı; AKP’yi, CHP’yi, Türkiye solunu ve Wall Street’te olanları konuştular…

 

Nüve: Dilerseniz EDP’yle başlayalım. 1,5 yıl oldu EDP kurulalı. Hedeflerinize ulaştınız mı? Çalışmalarınız nasıl gidiyor?

2010 Martı’nda kuruldu Eşitlik ve Demokrasi Partisi. ÖDP’den ayrılan bir grup vardı: Ufuk Uras ve arkadaşları. Sosyal Demokrat Halk Partisi vardı. Bir de Alevi Bektaşi Federasyonu’nun içinden Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Platformu vardı. Bu üç grup bir araya geldiler. Fakat o süreçte bile gözden kaçan 4. bir grup daha vardı. O grup benim de içinde bulunduğum; bunların hiçbirinde olmayanlar.

Ben ÖDP’li olmadım. Tabi oy verdik, ama sonuçta benim ilk örgütüm EDP. Benim gibi de çok insan var. Arkadaşlara ‘bakın ayrı bir şey daha var, lütfen bunları grup haline getirmeyelim’ diye söylendi. Gruplar zaten bir araya geldiğinde bireyler çok fazla kendilerine yer bulamıyorlar.

Çok iyi başladı. Türkiye’nin her yerinde temas heyetleri kuruldu, bu partiyi tabandan kurmak üzere. Fakat şöyle bir durum vardı: SHP’nin takvimine uymak zorundaydık. Çünkü SHP adını EDP haline getirecekti. Programını, tüzüğünü ve her şeyini değiştirecekti. Ve nitekim öyle de oldu. SHP kongresi geldiği için çok acele işler yapmak zorunda kaldık, hızlandık. SHP’nin kongresinde planlandığı gibi partinin adı değişti. Böylece EDP kuruldu. Kurucu başkanımız da Ziya Halis oldu.

Daha sonraki süreçler tabi Türkiye’nin çok çalkantılı dönemleriydi. İlk mesele bu referandum meselesiydi. Referandumda EDP ‘Evet’ dedi. Bizim sloganımız ‘Yetmez ama evet’ ile karıştırılıyor. Biz ‘Yetmez ama evet’ demedik. ‘AKP zihniyetine hayır, Anayasaya evet’ dedik. Dolayısıyla AKP’yle hep mesafeyi koruyan bir yerden evet dedik aslında biz.

AKP’nin bu süreci ne kadar kötü yönettiğini, aslında kendinin otoriter ve milliyetçi bir parti olduğunu biz zaten en başından söylemiştik. Buradan bir demokrasi çıkmazdı. Oylanan maddeleri biz diğer arkadaşlardan farklı olarak okuduk. Okuyunca görüyorsunuz ki bu bir demokratikleşme paketi değil ama bir öncesine göre kıyaslıyorduk. Birisi ‘iki adım öndedir’ der, kimisi ‘bir adım önde’, ama öndeydi. Referandum içindeki birçok madde aslında Türkiye solunun 1960′lardan beri sahiplendiği maddelerdi. Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmaması örneğin. Türkiye solu çıktı, dedi ki, benim için bir akıl tutulmasıdır: Siviller askeri mahkemede yargılanmaya devam etmeliler. Hayır diyenlerden bahsediyorum. Elbette böyle söylemediler. Ama fiilen bunu demiş oldular.

Genelkurmay başkanı eski anayasamızda yargılanan bir makam değildi. Bildiğiniz üzere, askerler ancak bir üst rütbedeki askerler tarafından yargılanabiliyorlar, eğer suç işlerse. Eski anayasamıza göre suç işlese bile yargılanamayacak bir rütbe vardı. Çünkü onun üstü yoktu. Şimdi yeni gelen referandum paketine göre Genelkurmay Başkanı da suç işlerse Anayasa Mahkemesi’nde yargılanabileceğini içeren bir madde var. Sol çıktı dedi ki: Hayır, Genelkurmay Başkanı yargılanmamaya devam etsin.

12 EYLÜL TOPLUMUN UMURUNDA DEĞİLDİ

12 Eylül’ü yıllardır gündemde tutmaya çalışan kimdi? AKP miydi? Sağcılar mıydı? 12 Eylül mitinglerini kim yapıyordu? Biz, solcular yapıyorduk. Şimdi karşımıza geçici 15. maddenin kaldırılması çıkmış; akıllı bir politik özne şöyle yapar: Topluma dönüp, ‘Ey ahali’ der, ‘Türkiye solunun 30 yıllık mücadelesinin ne kadar önemli bir mücadele olduğunu görüyor musunuz, bunların hepsini biz gündemleştirdik’. Türkiye toplumunun umurunda değildi 12 Eylül. Hala da ne kadar umurunda, emin değilim. 12 Eylül meselesini çok daha fazla toplumsallaştırmamız lazım. Bunları yapmak gerekirken şöyle bir tavır alındı: AKP’den geliyorsa, kategorik olarak ‘hayır’ demeliyiz; burada bir hinoğlu hinlik vardır.

Bu aslında ‘ben özne değilim’ demek. Reaktif bir siyaset izliyorsunuz. Yani birisine bakıyorsunuz, onu gözlüyorsunuz, kolluyorsunuz. O ne yaparsa ona karşı bir siyaset geliştiriyorsunuz. Özne demek bu değildir. Özne, kendi siyasetini geliştirendir. Hiç unutmuyorum, bazıları ‘bu referandumun tek öznesi vardır, o da AKP’dir ve hepimizin tek bir hedefi olmalıdır: AKP’yi engellemek,’ dediler. Topluma dönüp şunu diyorsunuz yani: Ben acizim, esas özne AKP’dir.

Hazır reklam gibi bir şey oldu bu AKP için. Evet çıkacağı çok belli olan bir referandum paketini AKP’ye güven oylamasına çevirmek yapılabilecek en büyük hataydı ve AKP buradan güçlenerek çıktı. Buradan evet çıkacağı çok belliydi zaten. Türkiye toplumunun hiçbir kesimine bunu anlatamazsın.

AKP neden bunu yaptı peki? AKP’nin ‘demokratikleşme’(!) adımları hayatın bunu zorlamasıyla attığı adımlar. Hiçbiri ilkesel değil, hiçbirine inandıklarına emin değilim ve inanmadıklarına bir sürü delil vardır, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere.

Kendisini darbeyle devirmeye çalışan bir ordu görünce karşısında kurumsal düzeyde onu engellemek için bir strateji geliştirdi. Yıllardır askeri vesayetle uğraşan esas özne solken, biz bu alanı AKP’ye bıraktık. Hiç ilgilenmedik. Dolayısıyla AKP büyüsünden solun kurtulması gerek. AKP ile yatıp AKP ile kalkan, her şeyini ona göre ayarlayan bu durumdan çıkmamız lazım. Kendi alternatif siyasetimizi kurmamız gerekiyor. Karşımızdaki özneyi iyi tahlil edelim. Elbette referandum sürecinin öznesi değil artık AKP. Son derece güçlenmiş bir parti var. Olması gereken düzeye geldi; artık Türkiye’de seçilmiş olan iktidar elbette başka alanlarda da söz sahibi hale geliyor. İktidar muktedir oldu. Bundan önce yaptıkları gibi ‘yapmak istiyorum ama asker izin vermiyor, yapmak istiyorum ama yargı izin vermiyor’ durumları bitti. Bundan sonra çok daha berrak bir şekilde halkın karşısına çıkacaklar.

Türkiye halkının bunu anlaması lazım, bizlerin bunu anlaması yetmiyor. Bundan sonraki süreç başka evirilecek. Elbette artık muktedir bir partiyle karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle bir muhalefet yapılacak.

AKP’nin önceki söylemlerinin ‘ilericilik’ üzerine kurulu olduğunu biliyoruz. Ama şimdi bu yapı otokrasiye doğru gidiyor. Orada ‘evet’ demeniz acaba buna bir taban yarattı diyebilir miyiz?

AKP’yi esas güçlendiren bunun bir AKP referandumu haline getirilmesiydi. Bu ülke o döneme kadar birçok anayasa değişikliği yaptı. Onlardan birisi yapılıyordu sadece. Hayırcılar da dahil olmak üzere: “Arkadaşlar pakete hayır diyoruz, AKP’ye demiyoruz; paketin kendisi kötü” denmiş olsaydı, tartışmayı pakete yoğunlaştırabilseydik AKP buradan bu kadar güçlenerek çıkmazdı. Bu tamamıyla CHP’nin dizaynıdır. Ne yazık ki, Türkiye solunun tamamı da CHP’nin arkasına geçmiş oldu o dönemde. Bu hayır meselesi bir hayat memat meselesine dönüştürüldü.

Yalnız şunu görmemiz lazım: Askeri vesayet, Türkiye’nin temel tehditlerinden birisi, reel olgusudur. 1960′lı 1970′li yıllar, 28 Şubat, say say bitmez. Sadece askeri vesayet değil bürokratik vesayet de böyledir. Yargı vesayeti de böyledir. Bizim referandumdan sonra yeniden düzenlediğimiz Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı bütün partilere bakın. Sosyalistlerin ve Kürtlerin partileridir. Anayasa Mahkemesi’ne dokundurtmamak ne demektir? Kendinizi sol yerine koyup düşünün. ‘Asla Anayasa Mahkemesi’nin kompozisyonuna dokundurtmam, böyle kalacak’, demek ne demektir? Bu nasıl denebilir?

İki tane 12 Eylül kurumu var: Anayasa Mahkemesi ve HSYK. Kimdir HSYK? Kenan Evren’e suç duyurusunda bulunan savcıyı meslekten men eden bir kurumdur. Van Savcısı, Büyükanıt’ın adını andı diye meslekten men edildi, artık avukatlık bile yapamaz hale getirildi. Bu kurumları savunur olduk, düşünün. Problem budur.

Mesela EDP’nin hiç demokratikleşme gibi bir meselesi olmasa (neticede sosyalist insanlar olarak burjuva demokrasisi ile uğraşıyoruz) biz bunu yapamazdık. En başından beri programımızda askeri ve bürokratik vesayet meselesi Türkiye’nin önemli bir meselesidir, çözülmesi gereken meseledir diye düşündük. Çözüme doğru ilerlemeye başladık. Bu alan çözülüyor. Askeri ve bürokratik vesayetin çözümüne dair, evet mutluyuz. Ama otokrasi tehlikesi var. Şunu düşünmek lazım: Karşınızdaki iktidar bir askeri ve bürokratik vesayet iktidarı değil. Bu iktidar %50 oyla geldi ve Türkiye’de bir fenomenle karşı karşıyayız. Bu Türkiye tarihinde olabilecek bir şey değil. Girdiği her seçimden başarıyla çıkan ve arkasında müthiş bir kitle desteği olan bir hareket bu. Bu bir vesayet rejimi değil, bu bir halk rejimi. Otoriterliğini de, milliyetçiliğini de, Kürtlere yaptığı faşist girişimini de; hepsini arkasına aldığı %50′lik halk desteğe dayandırıyor.

ALTERNATİF POLİTİKALAR GELİŞTİRMELİYİZ

O halde buna gerçek demokrasi diyebilir miyiz?

Elbette gerçek demokrasi diyemeyiz, şekil kurallarına uygun bir demokrasi bu. Gerçi halkın iktidarı ne zaman kuruldu? Ben hiç hatırlamıyorum. Gerçek demokrasi elbette değildir. Bu arada gerçek demokrasi tanımını da yapayım. Bundan daha iyisine rastlamadım: “Alınan her türlü yenilginin, hak edilmiş yenilgi olduğu sistemin adı demokrasidir.”

Şu anlama geliyor: “Ben, EDP olarak otobüslerimi tuttum, televizyonlara ilanımı verdim, gazetelerde reklamlarımı yayınladım. Her şeyi yaptım. Ve yenildim.” Bunu diyebiliyorsanız bu sistem içinde o demokrasidir. Yani eşittik, AKP’yle her türlü yarışa girdik ve kaybettik. Bunu dedirtmeyen hiçbir sistem demokrasi değildir.

Mesela Avrupa Birliği’nde her parti aldığı oy kadar para alıyor. Bunları gündeme getirmemiz lazım. Sonuçta demokrasi değil elbette, gerçek demokrasi değil.

Artık AKP’nin karşısına bir direniş söylemiyle çıkılamaz. Kanımca sol bu söylemden de çıkmalıdır. %50 oy almış bir partiye direniyoruz falan diye değil, alternatif politikalarla gitmeliyiz. Türkiye toplumuna biz alternatif politikalar önermeliyiz.

Artık toplumda ötekinin karşılığı yok. Bunu görmeliyiz. AKP’ye alternatif olarak yapılabilecek bir sürü şey var. Kötü ve otoriter bir idare var karşınızda, milliyetçi bir idare var ve biz bu idarenin yüzünü topluma anlatamıyoruz. Burada bir problem var.

Bu rejim bir önceki rejimle asla kıyaslanabilir bir rejim değildir. Çünkü bir önceki rejim halkın iradesinin üstüne başka idareler koyar durumdaydı. Bunları görür bir yerden AKP muhalefeti yürütmemiz lazım. AKP’ye oy veren insanları ötekileştirmeden iş yapmalıyız. Sanırım Türkiye solunda şöyle bir yenilmiş bir ruh hali var: Artık bizim için o %50 bitmiştir, o defter bizim için kapandı… Şimdi bu kabul üzerinden gidiyor sol siyaset. Bence bunun hiçbir gerçekliği yok. Ben, o %50 oya talibim. Oradaki oyların zaten çok büyük bir çoğunluğu emekçi sınıfların oylarıdır. Çoğu vicdanen solda olan insanlardır, kendilerini solda tanımlamasalar bile. Zaten bizim görevimiz o insanlara solun ne olduğunu anlatmak da değil. O insanların objektif olarak solda olduklarını görmelerini sağlamak. Adına sol deyin veya demeyin, benim çok umurumda değil.

Oysa biz sol olarak ne yapıyoruz? Küçük örgütler kendi başlarına bir alan yaratıyorlar ve herkes birbiri aleyhine genişlemeye çalışıyor. Türkiye solu artık kendi içine dönmekten vazgeçmelidir. Türkiye solu yüzünü dışarıya dönmelidir. Dolayısıyla kendi içine dönmeye sebep olacak her türlü tartışmadan da kendini uzak tutmalıdır.

KONGRE GİRİŞİMİ, BÜTÜN TÜRKİYE’YE SESLENEN BİR VİCDAN HAREKETİNE DÖNÜŞMELİ

Ayrıca sizin de içine yer aldığınız Kongre Girişimi var. Kongre Girişimi’ni nasıl görüyorsunuz?

Kongre Girişimi’nden çok ümitliyim. Buradan önemli bir zeminin doğacağını düşünüyorum. Çok çalışmamız lazım. Kendiliğinden olacak bir şey değil. Kongre Girişimi’nin daha çok genişlemesi gerekiyor. Orada EDP’nin de içinde bulunduğu örgütlü yapıların olmuş olması daha önce yaşananlara bakıldığında elbette bir soru işareti uyandırıyor. Hepimizin o soru işaretinin farkına vararak davranması lazım.

Eğer örgütlü yapılar Kongre içinde kendi örgütlerini büyütmeye çalışırlarsa proje çöker. Buradan anında uzaklaşmak lazım. Dışarıda zaten partiler duruyor. Kongreyi ortak bir zemin haline getiriyoruz. Orası bizim partimizin alanı değildir artık. Orası bir kongre alanıdır. Özerk, özgün bir alandır. O alana giden arkadaşlarımızın bunu bilerek siyaset yapmaları gerekiyor. Zaten kırmızı çizgileri örtüşen hareketler orada bir araya geldiler. Oranın bir meclisi olacak ama biz partilerimizle yürümeye devam edeceğiz. Yani Kongre bir platform halinde devam edecek.

Buradan bir yeni parti çıkar veya çıkmaz, onu zaman gösterecek. Ama Türkiye için Kongre Girişimi önemli bir şanstır. Kongre Girişimi’ni biz şöyle kurguladık: Bütün Türkiye’ye seslenen bir vicdan hareketine dönüşmesi lazım. Şu andaki bileşenlerine baktığımız zaman örgütlü yapıların dışında çok önemli bileşenleri var Kongre’nin. LGBTT bireyleri var, Pembe Hayat Derneği var, Kaos GL var. Karadeniz İsyanda ve çevreciler var. Bir sürü gayrimüslim topluluk var. Dolayısıyla çok zengin ve nihayet bütün mağdurların birleştiği bir yapı. Yeter ki örgütler orada alan büyütmeye çalışmasın.

Dilerseniz ana muhalefet partisinden bahsedelim. Kılıçdaroğlu direniyor. Siz alternatif yaratmaktan söz ettiniz. CHP hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Ben en başından beri Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetine de rağmen CHP’nin dönüşebileceğini düşünmeyenlerden birisiyim. Şundan dönüşmesi çok zor CHP’nin: Baykal başarılıydı! 20 yıl boyunca Deniz Baykal belirli bir alana yatırım yaptı. Siyasette düşman önemlidir. İyi bir düşman tanımlayıcı olursanız kendinizi düşmana karşı konumlandırırsınız ve oradan sürekli bir kitle desteği alırsınız. Baykal, Kürt düşmanlığını ve İslamcılık düşmanlığını çok iyi kullandı. Kendine ‘vatan bölünüyor’ ve ‘şeriat geliyor’ üzerinden büyük bir alan yarattı.

Baykal’ın konsolide ettiği %20′lik bir kitle var, CHP hiçbir şey yapmasa. Yani kapısını kapatsa, o %20 CHP’nin yanında duracak. Baykal’ın konsolide ettiği %20′ye karşı başka bir siyaset geliştirecekseniz ben şunu beklerim: Kılıçdaroğlu bir muhalefet sözcüsü olmuş olabilirdi Baykal döneminde. Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye karşı bir muhalefet platformu olurdu ve ona alternatif ‘bakın bizim şöyle bir alternatifimiz var’ dediği bir grup olsaydı, bu insanlar metin üretmiş olsalardı, ‘şu şu nedenlerle biz CHP iktidarına alternatif bir şeyler yapmaya çalışıyoruz’ deselerdi; o zaman bu muhalefette bir sahicilik görebilirdim. Kimdir Sayın Kılıçdaroğlu? Baykal’ın en büyük destekçisidir. Zaten örgütün merkez yönetiminde yer alan bir insandır. O dönemde de bence o iyimser bakışın pek temeli yoktu.

Türkiye’nin temel sorunlarına dair radikal bir durumun CHP’nin içinden çıkmasına imkan yok. İşte Anayasa’da çıktılar; CHP ile AKP ne güzel anlaştı? ‘Değişmez maddeler elbette kalacaktır’ dediler. Anayasa yazım sürecinde de ortaklıkları olacak zaten. Oradan ilkeli bir şey çıkmayacağı çok belli. Tabi Türkiye toplumunda sayılan sevilen insanları içlerine kattılar. Fakat onların orada eklektik durdukları çok belli. Esas belirleyiciler olamıyorlar, dışarıda duruyorlar. Mesela savaş tezkeresi görüşülüyor, CHP’nin hepsi total olarak tezkereye destek veriyor. O bizim sevdiğimiz, saydığımız arkadaşlar kürsüye gelip ‘ben karşıyım’ diyemiyorlar. Meclise gelmiyorlar, oylamaya katılmıyorlar. CHP’nin demokratikliği bu mudur?

BU NASIL DEMOKRASİ RAPORU?

Peki kısa da olsa CHP’de sosyal demokrat bir yolculuk yapılmadı mı? En azından Kılıçdaroğlu’nun lider olduğu günden bugüne bir yer değiştirme olmadı mı?

Elbette bir çaba var. Başarılı derken, elbette Baykal kendi açısından başarılıydı. Benim için hiç böyle bir başarı yok. Olmaz olsun öyle başarı. Ama elbette onunla kıyaslandığında yeni bir şeyler söylemeye çalışan bir grup var.

Nereye evirildi CHP? Bence şimdi daha sınıfsal bir pozisyon almaya çalışıyorlar. Önemlidir Baykal dönemine göre, şüphesiz daha öndedir. Ama Kürt meselesine geldiğimizde, en yakıcı sorunumuz. Alevi meselesine geldiğimizde Sayın Kılıçdaroğlu’na sorulduğunda ‘biz inanç boyutunda siyaset yapmıyoruz’ diyor. Elbette inanç ve etnik temelde siyaset yapılmayabilir ama inanç ve etnik temelli sorunlar önemli sorunlardır, bu talepler ciddi taleplerdir. Ben bu sorunları sahipleniyorum demek lazım.

CHP’nin Demokrasi Raporu’nu okudum. 64 sayfalık raporda Alevi sorununa dair bir paragraflık yer var. Kürt meselesine dair hoş laflar var. Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılması da var. Madımak Oteli’nin müze yapılmasına dair tek bir cümle bile yok. Diyanet İşleri ve zorunlu din derslerine dair tek bir cümle yok. Cemevleri’ne dair tek bir cümle yok. Alevilerin dört talebinden birisinin bile koyulmadığı bir Demokrasi Raporu nasıl yazılabiliyor?

BİRBİRİMİZİN SORUNUNU DÜŞÜNMEMİZ LAZIM

EDP’nin üzerinde durduğu esas politik zemin şu: bu topraklar bugüne kadar sürekli mağduriyet üretti. Şu anda en başat olanlar gayrimüslimler, Kürtler ve Alevilerin mağduriyetleri. Bu toplum son 10-15 yıldır da konuşmaya başladı. Fakat her grup kendi mağduriyetinden konuşuyor. Bunu da yaşamalıydık, iyi oldu. Konuşmak da önemlidir. Fakat artık mağduriyet yaşayanların biraz başkalarının da mağduriyetlerini konuşmaya başlaması lazım. Biz bu mağduriyetleri artık bütünsel olarak çözeceğiz. Teker teker çözmenin mümkünatı yok. Kürt sorunu 150 yıllıktır. Tanzimat’la başlar. Alevi sorunu belki 500 yıldır bizimle birlikte. Avrupa Birliği sorunu deseniz 1000 yıldır, Bizans’la birlikte başlar deseniz bile olur. Bunların hepsi artık bu topraklarda iç içe geçti. Bundan sonra “sadece şu mesele” dememizin imkanı yok.

Başkasının mağduriyeti hakkında konuşmaya başlamadan da bu bütünselliği sağlayamıyoruz. O zaman artık şunu söylemek lazım: Bence Kürt sorunu Türklerin vicdanını kazanmadan çözülemeyecek. Dünyada da ezilen bir ulus hiçbir zaman ezen ulusun üyelerinin vicdanına seslenmeden yapamadı. Kürt sorunu Türkler olmadan çözülmeyecek. Alevi sorunu Sünniler olmadan mümkün değil çözülmeyecek. Artık birbirimizi ikna etmek için yeni bir dile ihtiyacımız var. Artık bir Sünninin şunu düşünmesi lazım: Kendi kimliğini saklayarak Anadolu’da yaşamak ne demektir? Bir Sünninin bunu düşünmeye başlaması lazım. Bir Alevinin, başörtülü bir kızın üniversiteye girememesi ne demektir, düşünmeye başlaması lazım.

ALEVİ MESELESİ AKP İLE BAŞLAMADI

Artık dünya 500 yıl öncesinin dünyası değil. Ve bu korkular bizi paralize ediyor. Sünniler eşittir şeriatçı. Şeriatçı eşittir Osmanlı. Bu bakış açısı sorunu fazla basite indirgiyor. Artık Alevilerin de kendi meselelerinin bir sistem meselesi olduğunun farkına varması lazım. Alevi meselesinin esas nedeni; biliriz kurumsal CHP’dir. Alevi meselesi AKP ile başlamadı, Erbakan’la başlamadı. 1924′te Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken hangi amaçla kuruldu? Esas olarak Aleviliğin asimilasyonu projesidir bu. Genelkurmay Başkanlığı’yla aynı tarihte kuruldu. Bunların hepsi rejim meselesi. Artık Alevilerin de sistemle hesaplaşmaya başlaması lazım. SHP’den ve ABF’den aramızda olan bazı arkadaşlarımız da oldu tabi ama asıl bu grupların elitleri EDP’den ayrıldı. Merkezdeki elitler ayrıldı.

RESMİ İDEOLOJİ İLE ARASINA MESAFE KOYAMAYANLAR EDP’DEN AYRILDI

Bizim birçok il başkanımız eski SHP’lidir. Bizim partimiz sosyal demokratların ve sosyalistlerin birlikte olduğu bir parti. Biz o yüzden bu partiyi ne sosyal demokrat ne de sosyalist parti olarak tanımlıyoruz. Bu parti sol bir parti. Alevilerin çok önemli kanaat önderleri partimizin içinde, MYK’dalar. Resmi ideoloji ile arasına mesafe koyamayan bazı Alevi arkadaşlarımız EDP’den ayrıldılar. Ama o mesafeyi koruyan arkadaşlarımız şimdi içimizdeler ve şimdi o arkadaşlarımız Alevi meselesine dair daha net çalışmalara imza atıyorlar. Eskiden çok daha çekingen oluyordu ama artık EDP’nin Alevi sorununa dair söyleyeceği sözler var. Şunu da anlayabiliyorum: Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanı olmuş, bir partinin başına bir Alevi gelmiş. Bunu anlamak lazım. ‘Bizden’ diyerek giden çok arkadaşımız oldu. Ama kalıcı olmayacağı çok belli, CHP’de o dönem geçecek. Ama EDP hala Aleviler için bir adrestir. Bunun da mutlak surette bilinmesini isterim.

İLK DEFA IŞIK DOĞUDAN YÜKSELİYOR GİBİ

Wall Street’i sormak istiyorum. İsyan genişliyor ve gözaltılar var. Türkiye’de benzer bir girişim var. Türkiye’ye yansır mı?

Göreceğiz. Şu anda bu durumda baştan söylenebilecek bir şey yok ama Amerika’da ve Avrupa’da yayılma hızı yüksek. Bana şu çok ilginç geliyor: İlk defa ışık doğudan yükseliyor gibi. Amerikalılar, Tahrir’i örnek alıyorlar. Kendine rol model aldıkları Tahrir. Kendi yaptıkları işe Arap Baharı’na nazire yaparak ‘Amerikan Sonbaharı’ dediler.

İkinci çok ilginç gelen şey (bir siyasi parti genel başkanı olarak sürekli örgütlere laf eden biri olarak görünüyorum ama) Wall Street’i yapanlar anlı şanlı büyük partiler ve sendikalar değil. Wall Street işgalini yaratanlar internet aktivistleri, hackerlar, Kanada’da bir dergi çevresinde toplanan insanlar. O büyük kalabalığı oraya toplayanlar bu insanlar.

SOLUN ASIL BESLENECEĞİ ALAN SİVİL TOPLUMDUR

Artık bu yeni siyaset biçimlerine alışmamız ve onlardan öğrenmemiz lazım. Artık biraz öğrenme zamanı. EDP’yi kurarken biz kendimize “öğrenen partiyiz” dedik. Bu mevzu bizim için önemli. Sivil toplum çok önemli bir meseledir. Türkiye solu artık ‘sivil toplumculuk’ denen bu küfürden vazgeçmelidir. Bu laf aşağılama lafıdır, artık bundan kurtulmamız lazım. Sivil toplum ne kadar zenginleşirse Türkiye solu o kadar zenginleşir. Solun asıl besleneceği alan sivil toplumdur. O alanları derinleştirmek lazım, o alanları hegemonize etmemek lazım. Kolonize etmemek lazım. O alanın özerkliğini korumak lazım. Kadın sorunuyla meselesi mi var sol örgütün? Gider, kadın örgütlerinden kendisi öğrenir. Tarihle ilgili bir meselesi mi olur bir sol partinin? Gider, tarih vakfından öğrenir. Kendi tarihçisini yaratmaz.

Geçtiğimiz günlerde BEBDA’nın (Bilgiye Erişim ve Birlikte Değerlendirme Atölyeleri) duyurusunu yaptınız. Anladığım kadarıyla parti dışındakilere de açık bir parti okulu gibi olacak. Kürt sorunundan Kuantum Fiziğine kadar birçok konu var. Gelecekte ne olacak?

Buna parti okulu demiyoruz. BEBDA’nın adını koyarken bundan özellikle kaçındık. Burası partinin resmi okulu, buradan partiye kadro yaratılacak; asla böyle bir şey düşünmedik. Bizim temel derdimiz gerçekten Türkiye soluna nefes açacak bir alan yaratmaktı. Buraya gönüllü olarak gelen akademisyenlerimiz, her biri kendi alanlarında uzman olan insanlar. Bu insanların bir partinin çevresinde bir araya gelmeleri gerçekten çok zor bir şeydir. EDP olarak bundan hakikaten gurur duyuyoruz. Bu değerli akademisyenlerin güvenine layık olmak kolay bir iş değil. Bu insanlar da kolay kolay gelmezler. Şundan dolayı geliyorlar: burada bir Ortodoksi yok, burada bizim sözümüzün üzerinde başka bir söz söylenmeyecek, sözümüzü ekarte edecek bir şey söylenmeyecek, burada bir örgüt fetişizmi yok, o yüzden buraya gelip derslerini rahat rahat anlatabilecekler.

Toplam 80′i aşkın akademisyen gelecek. 30′un az üstünde bir bölümü EDP üyesi. Diğerlerinin bir üyeliği yok. Dolayısıyla ne ders alanların ne ders verenlerin parti üyesi olması zaten gerekmiyor. Bilim derslerini Türkiye’nin yüz akı isimleri verecekler. Ankara’da kuantum fiziğinin en önemli şahsı Özgür Sarıoğlu var. Hacettepe Üniversitesi’nden Ergi Deniz Özsoy Türkiye’de evrim dediğinizde akla gelen en önemli isimlerden biridir, o ders verecek. İstanbul’da Kaos teorisi anlatılacak. Bu dersler şu açıdan önemli: Solun bir determinizm algısı vardır. Ben, sol kamuoyunun bu tarz bir siyaset dersi yerine kaos teorisi ve karmaşık sistemler alanında bir ders görmelerini çok daha anlamlı buluyorum. Yani doğanın karmaşıklığı, toplumsal yapıların karmaşıklığına dair; dünyaya böyle bakan bir sol bence çok daha anlamlı bir sol olacak. Çok başka alanlarda sol siyasete büyük katkılar sağlayacak dersler olacak bunlar.

Ankara, İstanbul ve İzmir görünüyor şu anda. Diğer şehirlerde olacak mı?

Şimdiden şöyle şeyler başladı: İzmir’de üç arkadaşımız ‘böyle bir şey var, neden bize de haber vermediniz?’ diye sormuşlar. Ders vermek isteyenler var tabi. Tahmin ediyorduk böyle bir şey olacağını. Elbette her dönem bir önceki dönemden daha iyi olacak. Bu bir başlangıç. Elbette bir sürü hata yapacağız, organizasyon eksikliğimiz olacaktır. Bakalım nelerle karşılayacağız? Ama iyi bir başlangıç yaptık. Tabi diğer iller bu manzaranın arkasından ‘bizde niye yok’ diyeceklerdir. Ama o kadar kolay olmuyor. Çok zor, yazın başından beri uğraşıyoruz. Tek bir kıstasımız var: Nitelikten asla ödün vermeyeceğiz. Nitelikli bir kadroyu kurmadığımız sürece asla başka şehirlere taşımayız. Ama taşıyabileceğimiz görünüyor tabi.

Bilgiye erişime en güzel örnek sanırım internet. İnsanlar artık haber programı bile izlemiyorlar. Facebook ve Twitter var. Oradan haberdar oluyorlar. Buna karşı hükümetin çıkardığı 5651 sayılı bir internet sansürü yasası var. Bununla ilgili değişiklikler gündemde. BEBDA’dan buraya bağlayacak olursak EDP’nin konuya bakışı nasıl?

Ben, Türkiye’de bu kamuoyunun çok gelişkin bir kamuoyu haline geldiğini düşünüyorum. Devletten bağımsız işler yapan gruplar arttıkça devletin bu alanlarda söyledikleri pek tutmayacak. Türkiye kamuoyu bunu aşar. Zaten teknoloji çok fazla müsait değil bu kadar yasağa. Facebook’ta, Twitter’da bir sürü AKP’li arkadaşım da oluyor. Bu insanların da çoğu zaten bu sansüre karşı çıkacaktır. Türkiye toplumunun geldiği düzeyi hakikaten ıskalamamak lazım. Önemli bir düzeye ulaştı bu toplum. Kabuğunu kırıyor ve bundan sonra kolay kolay her şeye ‘evet’ demez.