"Yavrumun varlığını ilk duyumsadığımda da sevinci, hüznü aynı anda yaşamıştım. Çocuk delisi ben, anne olacaktım! Yaşam, bundan daha güzel bir armağan verebilir miydi bana? Ama yıllardan 1980, aylardan Eylüldü 'Netekim!'. Yasayanlar bilir bunun anlamını.

 

Zor zamanlardan geçiyorduk Askerlerin, ‘dur’ bilmeyen bir yabancıyı, işitme özürlü ya da korkup kaçmış herhangi birini takır takır vurabildiği, işkencehanelerde gençlerin yok edilebildiği, darbecilerin ordusunu sokaklara insan avına çıkardığı zamanlardan… Yaklaşmakta olan devrimin ayak seslerini duyduğumuza inanırken tüm seslerin tanklarla, postallarla çiğnendiği zamanlardan…’’

 

Postal ve Patik’ bir kadının, bir annenin 12 Eylül cezaevi anılarını anlatan özgün bir anı kitabı.

 

12 Eylülde cezaevine giren Ayşen Göreleli‘nin cezaevinde anneliği karşılaması, Eren bebeğin hayata gözlerini tutsak bir annenin kucağında açmasının hikâyesi… İnançları uğruna bedeller vermiş bir kuşağın hikâyesi… Ve hepimizin yakından tanıdığı bir hikaye... İlya yayınlarından çıkan POSTAL ve PATİK kısa sürede 8 baskı yaptı. Okuyucunun beğenisini kazanan ‘POSTAL ve PATİK’in yazarı Ayşen GÖRELELİ ile söyleştik…

 

Postalların değil Patiklerin özgür olduğu bir ülke dileğiyle… Teşekkürler Sevgili Ayşen…

 


Mehmet Uçar / Demokrat Haber İsviçre

 

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Elli dört yaşında, iki çocuk annesi, devlet memurluğundan emekli, okumayı, yazmayı çok seven biriyim.

 

12 Eylül 1980 öncesinde Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydim. 1981’de yedi aylık hamileyken tutuklandım. Kısa bir süre Selimiye’de, sonra yeni açılan Metris Askeri Cezaevi’nde kaldım.

 

Kadın Yazarlar Derneği ve Devrimci 78’liler Federasyonu üyesiyim.

 

‘Postal ve Patik’ 12 Eylül cezaevi anılarınızdan oluşan bir kitap. Darbeden 30 yıl sonra neden yazma gereği duydunuz?

Bildiğiniz gibi, 70’li yıllarda yükselen muhalefeti bastırmak için 12 Eylül 1980’de faşist darbe yapıldı. Halkın çok geniş kesimi bu zulümden payını aldı. Aradan uzun yıllar geçmesine karşın yaşananların hesabı sorulamadı. 12 Eylül, haksızlıklarıyla, hukuksuzluklarıyla, baskılarıyla sürüp gitti. Demokrasiye inanan herkes gibi ben de bir şeyler yapmalıydım. 12 Eylül düzenini ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü çabanın içinde yer almaya çalıştım. Sanatı, devrimci mücadelenin bir parçası olarak görüyorum. Bu yüzden yazdım. 12 Eylül bilinsin, unutulmasın, hesabı sorulsun, diye yazdım.

 

Yazmaya başladığınız esnada o günleri tekrar yaşamak size ne hissettirdi? Yazarken ne gibi sıkıntılarla karşılaştınız?

Yazmak kolay olmadı elbette. Onca zamandan sonra hatırlamaya çalışmak… Yüzleşmek… Sarsıldım, hafifledim.

 

Bugüne kadar 12 Eylül’le ilgili yazılan kitaplar, genellikle erkekler tarafından kaleme alınmış kitaplar. Kadın penceresinden 12 Eylül’ü anlatan çok az kitap var. Siz hem bir kadın hem bir annenin penceresinden 12 Eylül’ün acımasızlığını anlatmışsınız. Bu konuda okurlardan ve çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

Cezaevi anılarımı yazmaya başladığımda kitaplaştırma, daha doğrusu geniş kitlelerle paylaşma amacım yoktu. Daha çok kendim için, oğlumun çeyiz sandığına koymak için, daha fazla unutmadan notlar almaya başlamıştım. İlerledikçe, ulaşabildiğim cezaevi arkadaşlarım, yakınlarım yüreklendirdi beni. “Anlattıkların kişisel anıların değil, ortak tarihimizden parçalar, yayımlamalısın…” dediler. Düşündükçe hak verdim onlara. Cezaevi anılarım daha basılmadan olumlu tepkiler almaya başlamıştım.

 

İlk baskı yapıldığında hepsinin okurlara ulaşacağını bile beklemezken, bir buçuk yılda -yanılmıyorsam- sekizinci baskıya ulaştı Postal ve Patik. Çok şaşırdım. Hiç tanımadığım onlarca okurdan iletiler alıyorum. Uzun zamandır okumayı bırakanlar, Postal ve Patik sayesinde yeniden kitap okumaya başladığını; genellikle sıkılıp kitapları bitiremeyenler, soluksuz okuduklarını; 12 Eylül’ü yaşamamışlar, gerçekten bunlar yaşandı mı; yaşayanlarsa, anılarımızı, umudumuzu tazeledin, diyor. İyi ki yazmışım, iyi ki kitaplaştırmışım 12 Eylül cezaevi anılarımı.

 

Oğlunuz Eren’i 12 Eylül koşullarında, cezaevindeyken doğurmuşsunuz. Peki, Eren kitabı okuduğunda tepkisi ne oldu?

Oğlum ve ondan on yaş küçük kızım, kitabı çok beğendiklerini, benimle gururlandıklarını söylediler. Sanıyorum artık beni daha iyi anlıyorlar.

 

“BİRBİRİMİZİN YERİNE DAYAK YEDİK”

Kitapta cezaevinde birlikte kaldığınız arkadaşların bazılarıyla dışarıda da görüştüğünüzü anlatmışsınız. Yıllar sonra dışarıda o dönemdeki cezaevi arkadaşlarınızla tekrar görüşmek nasıl bir duygu?

Cezaevi arkadaşınla yeniden içeride görüşmek bile çok değişik duygular yaşatır insana. Hele “özgürlükte” buluşmak… Hele onu, onları her şeye rağmen “iyi” görmek…

 

Aslında dışarıda ya da içeride oluşunuz, özgürlük duygunuz ve yaşayışınızla ilgili. İçeride özgür, dışarıda tutsak olabilirsiniz. Her koşulda yapılacak işlerimiz, yürünecek yollarımız, atılacak sloganlarımız oldu, hep de olacak.

 

“Metrisli Kadınlar” adında bir grubumuz var. Aynı dönemde Metris’te yaşamamış, önceden hiç tanışmamış olsak bile kırk yıllık dost gibiyiz. Çok özel koşullarda neleri paylaşmadık ki… Bir lokma ekmekten bir gıdımcık güneşe kadar, birbirimizin yerine dayak yemekten yaralarımızı sarmaya kadar…

 

Üyesi olmaktan onur duyduğum Devrimci 78’liler Federasyonundan arkadaşlarımla da aynı duyguları yaşıyorum. Eskiden tanışmamış olmamız, ayrı örgütlerden gelmemiz hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ortak değerlerimiz yoldaşça kucaklaşmamıza, yeniden, yan yana mücadele etmemize, birbirimize sevgi, güven duymamıza yetiyor. Elbette bu körü körüne olmuyor. Bugün nerede durduğun, nereden baktığın da önemli.

 

“12 EYLÜL’ÜN KANLI YÜZÜNÜ AÇIĞA ÇIKARTMAK İÇİN MÜCADELE EDECEĞİZ”

Bir 12 Eylül mağduru anne olarak 32 yıl sonra 12 Eylül’ün yargılanmasına nasıl bakıyorsunuz? Müdahil olmayı düşündünüz mü? Sizce bu dava 12 Eylül’de yaşananları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıp hesap sorabilecek mi? Yoksa göstermelik bir dava olarak mı kalacak?

Devrimci 78'liler olarak biz mağdur değiliz, 12 Eylül Darbesi'nin muhatabıyız. Federasyonumuz, bağlı derneklerimiz ve bizler birey olarak müdahillik dilekçelerimizi verdik. Kurum olarak değil ama bazı arkadaşlarımızın talepleri kabul edildi.

 

12 Eylül Askeri Faşist Darbesi, tabi ki bu mahkemelerle yargılanamaz. İktidar, göstermelik olarak açtığı dava ile her kesime şirinlik yapma peşinde. Darbenin ürünü olanlar, darbeyi ve darbecileri yargılayamaz.

 

Bizim için önemli olan, halkımızın vicdanında zaten mahkûm edilmiş darbecilerin yargılanıyor oluşu, bu yolculuğun kendisidir; federasyonumuzun, davaya kattığı her işkencecinin, katilin, halk düşmanının adıdır; darbenin ürünü olan anayasanın, kurumların, iktidarların devam edişinin teşhiridir; bu yolu yürürken oluşturulan eylemliliklerle halkımızla, arkadaşlarımızla, örgüt ve kurumlarla geliştirilen dostluk, dayanışma ve güven duygularıdır. İktidarın bu davayı, 12 Eylül’ü yargılamak, demokrasiyi kurmak için açtığını düşünmüyoruz. Elbette ki göstermeliktir yaptıkları. Biz her zaman, her koşulda 12 Eylül’ün kanlı yüzünü açığa çıkartmak, halka teşhir etmek, hesabını sormak için mücadele ettik, edeceğiz.

 

“ÜLKENİN KOCAMAN BİR HAPİSHANEYE DÖNÜŞTÜĞÜNÜ ANLAMIŞTIK”

Anı kitabınızın finali okuyucuyu oldukça merak duygusuna itiyor. Cezaevinden çıktıktan sonra Eren ve 12 Eylül sonrası Türkiye’ye adapte olma konusunda yaşadıklarınıza kısaca değinebilir misiniz?

Postal ve Patik cezaevi anılarımdan oluşuyor. Finalde dışarıdaki ilk bir günü anlatıyorum yalnızca. Daha fazlasını anlatmak yeni bir kitabın konusu olabilir.

 

Cezaevindeyken bizden sonra tutuklanıp gelen arkadaşlarımızın anlattıklarına baktığımızda ülkenin kocaman bir hapishaneye dönüştüğünü anlamıştık. Biz içerdekiler direniyorduk zulme karşı. Ya dışarıdakiler? Çıkınca ne yapacaktık? Nasıl yaşayacaktık? Örgütlerimiz dağıtılmıştı. Arkadaşlarımız ya içerdeydi ya da kaçaktı. Öldürülmüşlerdi ya da yurt dışına çıkmak zorunda kalmışlardı. Ne yapacaktık çıkınca?

 

Bu endişelerle çıkmıştım dışarıya. Bir de doğumundan bir buçuk ay sonra dışarıya göndermek zorunda kaldığım oğlum… Beni tanır mı, sever mi, alışır mı… Kafamda bu sorularla çıkmıştım dışarı. 12 Eylül öncesinde her türlü sorunumuzu arkadaşlarımızla çözmeye alışmıştık. Tek başımıza yaşamayı öğrenmemiştik. Sudan çıkmış balık misaliydim Eren’e giderken. Oğulcuğumla çabuk alıştık birbirimize. Ama ülkeme… Hâlâ kabullenemedim demokraside, hak ve özgürlükte bu kadar gerilere gitmeyi, hâlâ 12 Eylül karanlığından çıkamamayı…

 

12 Eylül’le ilgili yeni çalışmalarınız var mı?

Devrimci 78’liler olarak hep 12 Eylül’ün ortadan kalkması için mücadele ediyoruz. Edebiyat çalışmalarımı soruyorsanız, dünya görüşüm, yaşadıklarım, düşlerim yazdıklarıma sızıyor. Anı türünde yazmayı düşünmüyorum bundan sonra. Asıl ilgim, çabam öyküye. 12 Eylül’e dair öykülerim var, yazmaya da devam ediyorum. 

 

“KÜRTAJ, SEZARYEN YAPTIRMAK DEĞİL BU HAKLARI YASAKLAMAK CİNAYETTİR”

Zor zamanlarda kadın ve anne olmuş biri olarak günümüzde yaşanılan sezaryen - kürtaj tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?

Demokrasinin hüküm sürmediği ülkelerde iktidarlar halkın sorunlarını çözeceğine daha da çıkmaza sokmak için yarışıyorlar. Her insan gibi kadının bedeni kendisine aittir. Bedeniyle ilgili her türlü kararı kendi iradesiyle özgürce vermelidir. Hiçbir kadın kürtaj olmak istemez doğal koşullarda. Ancak bazen bu, zorunluluk haline gelir. Sezaryen de, bazen tıbbi açıdan gerekir bazen de anne adayı kendi ister. Kürtaj, sezaryen yaptırmak değil bu hakları yasaklamak cinayettir.

 

“ANLATMASAM OLMAZ!”

Edebiyatımızda son yıllarda 12 Eylülle ilgili çalışmaların arttığını görüyoruz. Sinemada hakeza öyle. Bu durumu neye bağlıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? 12 Eylül’ün edebiyata etkisine biraz değinebilir misiniz? 12 Eylül öncesi ve sonrası Türk Edebiyatına baktığınızda bir yazar olarak nasıl bir ilişki görüyorsunuz?

Dünyanın her yerinde baskı, sanatı da etkiler. Başka bir deyişle, yasaklar sanatın gelişmesini engelleyemez. Üstelik sanat muhaliftir. Sanatçı da sistemle, toplumla, kendisiyle bir derdi olan kişilerdir.

 

Ülkemizde de her darbe kendi sanatını yaratmıştır. 12 Mart dönemine bakarsak, edebiyatta, sinemada o dönemin ürünlerini görürüz. 12 Eylül’de, 12 Mart’tan çok daha ağır, yaygın şiddetle yaşandı. Yaşanan acılar, saklı umutlar mayalandı, sanatın, sanatçının yolunu açtı.

 

12 Eylül, tıpkı benim gibi birçok kişide “anlatmasam olmaz!” düşüncesini doğurdu. Yetersiz ya da kötü diyebileceğimiz ürünlerin yanı sıra çok iyi eserler de yaratıldı…