“Roman okuru olmayan okura okur demem” demişti bir zat, adı burada gerekli değil.

Bu sözü oldum olası severim, burada tevazu göstermeyeceğim, belki de iyi bir roman okuru oluğumu düşündüğümdendir.

Günümüzde kafe ya da kahvehane masalarında bazı çokbilmişlerin küçümsediği bir türdür aslında roman. Bana bilgi katmıyor ki roman, ya da şayet bir gün oturup roman okumaya karar verirsem bana bilgi katacak romanları okumayı tercih ederim diyor ağzının ucundan küçümseyerek (bilgi katan romanlar hangileridir, onu ben bilmiyorum). Örneğin Kafka dersiniz, Kafka başkadır der; Dostoyevski, Tolstoy dersiniz, zira onun artık dünyada kanon olmuş bu romancıları en azından okumuş olabileceğini sanarak (aslında okumamıştır, duymuştur sadece; okumuşsa da, okuduğunu anlamamıştır; şu anda böyle düşünüyorum). Tolstoy, Dostoyevski de başkadır der. Milan Kundera ya da Javier Marias dersiniz, onları da bilmem der. Ama romanın kişiye fazla bir şey katmadığını iddia edecek kadar kör olduğunu aklının ucuna dahi getirmez.

Tevazu yerine kibir devreye girer de ondan. Az bilmenin, az okumuş olmanın verdiği güç hiçbir şeyde yoktur. Renkler siyah ya da beyazdır onun için, ara renkler yoktur. Doğru ya da yanlış vardır sadece, başka seçenek yoktur.

Dostoyevski Karamazov Kardeşler romanında şuna benzer bir şeyler söyler: “Rusya’da sokakta rastgele bir çocuk durdurup kutup yıldızını ona sorsanız, o kadar çokbilmiştir ki sakınmadan gökyüzündeki tüm yıldızları sana anlatmaya kalkışır.” Bizdekiler çocuk olsa paylarız belki, dış kapısından içeri bakmanın bile bir hayli emek gerektiren üniversiteler bitirmiş yaşını başını almış kişiler, bu arada paylarsak dayak yeme ihtimalimizde yok değildir hani. Kendi adıma söyleyeyim, varoluşçulukla ilgili ne zaman kafamda bir soru takılsa, Sartre’ının ya da diğer adı şanı duyulmuş felsefecilerin adını koyarak tanımladıkları ağır kitaplarından daha çok Camus’un yabancı romanı imdadıma yetişir. Adalet denince aklıma bir türlü suçunu bulamayan Josef K. geldiği gibi. Örnekler çoğaltılabilir ama ne gerek.

Hani şu “Nerden geldik nereye gidiyoruz?” sorusunu sormayan disiplin türü yoktur herhalde. Felsefe de bu soruyu sorar, bilim de, din de. Amaç anlamak olduktan sonra tüm sorular bir şekilde insana çıkar. Ve benim gördüğüm şimdiye kadar hiçbir tür roman kadar bu sınıra yaklaşamadığıdır.

Roman okuru bilgedir, bilgin değil.

Bu arada illaki bilgiye ulaşmak isteniyorsa, ansiklopediler ya da Google ne güne duruyor.

Sinema güzeldir, yatak odalarımıza kadar iner kamerasıyla, bir bakışımızla birçok romanda rastlanamayacak kadar muhteşem anlar yakalar bazen; ama roman kadar daha değil, en azında şimdi değil. Müzik, resim ya da fotoğraf sanatına girecek değilim; her biri ayrı güzel, ama roman bana bambaşka.  

Hele kendinden farklı olanı anlamanın ve empati kurmanın en fazla ihtiyaç duyulduğu bir çağda ve coğrafya da yaşanılıyorsa… Ayrıca bu kör okurun kusurunu hor görüyorsam belki de hâlâ istenilen roman okuru düzeyine ulaşamamış olmamdandır, af ola.