Kanımca geride bıraktığımız referandumun sonucu baştan belliydi. AKP-devlet iktidarı bu sonucu kendi gücünü halk nezdinde halkın eliyle meşrulaştırmak için cebren ve hile ile oldurdu. Olmayacağını düşünse sandıkları halkın önüne getirmez, illegal yönetimine devam ederdi. İktidarın yaptığı, illegal yönetimini halkın eliyle legalize etmek oldu. Seçim kararı verildikten ve muhalefet de bu kararı onayladıktan sonra bunu her ne şekilde olursa olsun başaracaktı. Devletin tüm imkânlarını kendi lehine ve muhalefet aleyhine kullanarak yapacaktı. Bunun içine birçok kurum ve kişiyi satın almaktan, muhalefete karşı zorun her türünü kullanmaya kadar birçok şeyi koyabiliriz.

İktidar açısından, referandum kararı anlaşılmaz değildi ama muhalefetin hemen bunu onaylamasının anlaşılır tarafı yok. CHP’siyle HDP’siyle ve tüm diğer bileşenleriyle muhalefetin bir bütün olarak referandumu boykot etmesi alınacak en doğru karardı. Yüzde 50’ye yaklaşan bu oran normalde sandığa gitmeyen %15 ile de birleşince seçime katılım oranı %50’nin çok altına inecekti. Bu durumda iktidar %40ların katılımıyla %100’e yakın oy alacak ama bu asla meşru olmazdı. Anayasanın halkın büyük çoğunluğu tarafından oylanmaya bile gerek kalmadan reddedildiği gerçeği netlik kazanır, iktidar ciddi bir krize girerdi.

Maalesef bu yapılmadı. Muhalefetin hemen hemen tüm bileşenleri hemencecik referanduma katılma kararı aldılar. “Boykot düşünülemez miydi?” diyecekler de “umutsuzluk yaratıyorsunuz, hayır kampanyasına olumsuz etki ediyorsunuz” diyen iyi niyetli dostlarca bir anlamda susturuldu. Daha doğrusu boykot diyecekler referanduma katılım kararı alındıktan sonra bunu artık dillendirmediler.

Ve malum sonuç çıkınca bu sefer “oylar çalındı, baskı yapıldı vb.” eleştiriler dile getirmeye başladık. Hâlbuki bunların olacağı zaten belliydi. Her türlü baskı ve hilenin olacağı özellikle Kürt illerinde ben buradayım diyordu. Meşru olmayan bir seçime girip sonucu meşru değil demenin sonucu değiştirme açısından gidebileceği pek bir yer ne yazık ki yoktur. Erdoğan’ın “Atı alan Üsküdar’ı geçti. Oldu bitti.” demesinin nedeni budur.

Özellikle Kürtler açısından sadece referandum değil bundan böyle yapılacak hiçbir seçim meşru değildir. İktidarın 7 Haziran seçimlerini tanımamasından beri bu böyledir. 1 Kasım seçimleri de tümüyle gayrimeşruydu. Daha da ötesi seçilen milletvekilleri ve belediye başkanları tutuklanmış ve neredeyse HDP’li tüm belediyelere kayyum atanmıştır. Bu halkın temsiliyetini tamamen gasp etmektir. Kürtler açısından aslında seçim ve kapatılan kurum ve dernekleri de düşünürsek legalite tümüyle anlamsızlaşmıştır. Bunu Kürtler illegal mücadele etmeli anlamında söylemiyorum. Ama durum bundan ibarettir. Yasal Kürt kurumları iktidarca yasal olmayan bir şekilde gasp edilmektedir.

Örneğin şu soru çok önemlidir: Bundan sonraki yerel ve genel seçimlerde Kürtler HDP’li birini hangi saikle seçecekler? Kürtlerin kafasındaki “seçeceğim belediye yine gasp edilecekse, vekilim yine tutuklanacaksa ben ne diye seçiyorum?” sorusunu en başta Kürt Hareketi olmak üzere bu durumdan rahatsız olan herkes cevaplamaya çalışmalıdır. İktidar da zaten Kürtlere bunu dedirterek Kürt coğrafyasında var olmaya çalışacaktır. Yani “onları seçseniz de belediyelere el koyacağız, vekillerinizi tutuklayacağız, iyisi mi kısa yoldan bizi seçin ki işleriniz yürüsün” diyor iktidar. Nitekim bu referandumda da bölgede “iktidarda biz varız, evet demezseniz hiçbir işiniz görülmeyeceği gibi hayır’ınız burnunuzdan getirilecek” gibi şantaj ve tehditle oy alındığını da biliyoruz. Özetle yasalara kendisi uymayan, kendisine rakip gördüğü tüm yasal kurumları gasp eden bir yapıyla yasallık içerisinde kalarak nasıl mücadele edilebilir?

Kürt Hareketi bundan sonraki yerel-genel seçimleri boykot etmezse, oy verilse de görev yaptırılmayacağı düşüncesiyle HDP ciddi oy kaybı yaşayabilir ve bunun üzerine iktidar “bakın Kürtler HDP’yi değil bizi tercih etti” diye meşruiyet de kazanır. Ki Kürt illerindeki “evet” oylarının bir seçim önceki HDP oylarından fazla çıkmasını İçişleri Bakanı Soylu, son 2 yıldır yürüttükleri politikaya (şehirlerin yıkılması, vekillerin tutuklanması, tüm kurumların gasp edilmesi vb.) halkın onayı olarak dillendirdi bile.

Kendini seçimle meşru göstermek için her yolu mubah gören pervasız iktidara bu meşruiyeti sağlamak ne kadar doğrudur? Hakkaniyetli sonucu kabul edilmeyecek seçimlere girmeyip iktidarın seçim kozunu elinden alıp onu boşa düşürmek daha doğru bir yol olabilir. Yoksa 2019’daki seçimlerde heyecan da yaratan bir çalışma yürütülebilir ama alınacak en iyi sonuç bu referandum sonucundan daha iyi olmayacaktır. Birincisi Erdoğan karşısına şu anki hayırcıları birleştirebilecek bir aday çıkartmak neredeyse imkânsız. İkincisi başarılsa da seçim sonucu iktidarca kabul edilecek gibi görünmüyor.

Geldiğimiz aşamada demokrasilerin olmazsa olmazı olan seçimler, iktidarın işine geldiğinde işlevsel hale getirildiği ama işine gelmediğinde rafa kaldırıldığı bir durumdur. İktidar ayrıca zor ve hile ile “kazandığı” seçimlerin sonuçlarını kabul etmeyip sokağa çıkan muhalefeti de iç savaşla tehdit  etmektedir. Bu şartlar altında muhalefet, ama özellikle de Kürtler açısından bundan sonraki hiçbir seçime girmeyip radikal demokratik mücadeleyi başka yollarla yükseltme dışında mantıklı bir yol görünmemektedir.