Sensizlik perdesini çektim üzerime. Yasına sadık kaldım, yarısına geldim de pes ettim. Sevinç kırıntıları dolanır dururdu bir zamanlar bu bahar bahçelerinde. Nadide mitler süslerdi hayalleri ve gerçekmiş sanılırdı masum deniz kabuklarının bulunduğu ada hikayeleri. Hep böyle başlar zaten o beyaz sayfalar. Duyabilecek olsam ve duyurabilsem, konuşabilecek olsam, hiç beklemem, koşardım yazmak için köşe bucak.



Göçebe ruhum, dur durak dinlemez. Kalır mıyım, ölür müyüm, bunu yollar bilir. Ben bilmem, benden olanı... Var mısın ey yolcu, bir gün yine sözleşelim ve var olmayan şeyler hakkında konuşalım, demiştik... Geri döndüğümde artık sen yoktun o yerde, deniz çekilmişti ve sadece kum kalmıştı köprüde. Ve sonra yine bir iftiralar ve itiraflar çağında, genzime takılıp kaldı bir körpe kıyı.



Dinle beni çocuk, tutku fena bir şeydir. Ateşten daha sıcak, sudan bile serin… Takıldığı yerden imalar çiziktiren yazgı veya tutunduğu dalda güz yaprağı kalmadığını gören bir mülteci kılığındaki bazı kindar abiler, takvime sevimsizce işaretlenen yegane hayat belirtileriydi. Hedefe çoktan sancak çekilmişken, habire ümit biriktirir birileri. Oysa, her tepe bir başka siper ve her ihanet savaşa sebep.