Çok uzun zamandır beklediğiniz bir hediyeye kavuşmak gibiydi dün akşamki skor Beşiktaşlı taraftarlar için. Hani en azından ben öyle hissettim. Seyrederken "aman bir terslik olmasın , aman şu oyuna bir zeval gelmesin"  hissiyatıyla izliyorsunuz. Bir taraftan da keyfinize diyecek yok, pek bahtiyarsınız hani...

Önder Özen’in Metin, Ali, Feyyaz’dan sonra kıyaslaması evet abartı ve çok erken, o takımdaki her futbolcu ayrı bir profildi ve karakterdi ki onların yakaladıkları başarının onda birini bile yakalamadı henüz bu takım, ancak o takımdan sonra umut veren, her Beşiktaşlının iştahını kabartan en güzel profili zorunlulukla da olsa yakaladı diyebiliriz Beşiktaş. Zorunluluk diyorum zira kulüp bu borç batağının içinde olmasaydı muhtemelen Önder Özen'i bu takımın başına getirmeyecekti dolayısıyla belki de Bilic'i bu takımın başında göremeyecektik. Tolga'yı, Olcay'ı Gökhan Töre'yi, Oğuzhan'ı, Franko'yu, Motta'yı, Attiba'yı yine bu takımda görememiş olacaktık. Yönetim böyle bir transfer politikasını zorunlulukla tercih etti. Oysa Beşiktaş'ın genleri sizin pek yüz vermediğiniz semt kimliğinin yaratıcılığıyla ve çalışkanlığıyla işliyor.

O zorunlu transfer politikasının yol göstericisi "Önder Özen" bu gün yok mesela, yine olası bir başarısızlıkta "transferde istenilen tüm oyuncuları aldık" diyerek açıklama yaparak topu Bilic'e atacağının işaretini veren Fikret Orman yönetimi tarafından kendisiyle vedalaşılmıştı. Sırası geldiğinde kendisini anmakta fayda görüyorum. Bu keyifli oyunun yaratımında onun da emeği mevcut zira.

Beşiktaş bu oyunun ip uçlarını sezon başından bu yana veriyor aslında bize, Feyenoord maçıyla başlayıp Arsenal ve Tottenham maçlarıyla devam eden sıralamada Beşiktaş hepimizin yüzünü güldürdü tek eksikiği ise bu zorlu rakiplerinin karşısında 18 içinde becerikli olmaktı. Lig maçları dahil takım son 7 haftadır 1 golün üzerine çıkamamış ancak oynadığı futbol tek golün üzerinde bir oyun vadediyordu bizlere. Nitekim en büyük sorunu stat, zemin ve taraftar sorununu Ankaralarda giderebilince Sivasspor maçında 3 golü bir arada gördü. Partizan maçına gelindiğindeyse bir gol ekstra yazıp sayıyı dörde çıkardı bu sefer.

Son iki maçta gördük ki bu takım pas yapacağı zemini bulduğunda üzerine katarak ilerliyor, Tottenham ve Arsenal maçlarını zorluk derecesini ayrı tutmak gerekiyor... Partizan maçı bu takımın gol atabileceğinin tasdiğini verdi bize. Çap olarak Partizan nispeten bu takımlardan daha düşük bir profilde. Ancak aynı profile sahip lig maçlarında oynadığı birçok maçta gol atmakta zorlanmıştı Beşiktaş.

Beşiktaş geçen sezondan edindiği oyun planı üzerine katarak geliştiriyor. Geçen sezon Bilic bu takımın öncelikle savunma problemini çözmüş takım halinde savunma yapabilme becerisini kazandırmıştı, Bu sezonsa sıra işin hücum yönüne gelmişti. Beşiktaş artık rakip ayırmadan topu ayağında tutan, organize bir şekilde pas yapmayı seven, hızlı ve yaratıcı olabildiğinde hücum dörtlüsüyle fazlasıyla etkili olan bir takım. Bunlara ilaveten çok önemli bir özeliği daha var bu takımın, iştahlı bir takım bu, istiyor… Bu iştahın ve isteğin başını ise sahada koşmadık yer bırakmayan Veli ve Gökhan Töre çekiyor, onlara Atiba arkada süpürücü göreviyle eşlik ediyor. Atiba ve Veli arkayı tuttuklarında defans bloğu da rahatlıyor, koca ilk yarı boyunca top Tolga’ya bir kez geldi. Bu ikiliye Olcan ve G.Töre’nin destekleride önemli elbet. Hücuma gelince Oğuzhan G.Töre ve Olcay’ın uyumu futbolsever herkese keyif veren cinsten. G.Töre bütün takımı geçeceğim hissiyatıyla oynamadığında ortaya bambaşka bir uyum çıkıyor. Top alış verişinde Oğuzhan ve Olcay buna çoktan razı. Demba Ba ise bu üçlüyü dörtlüye çevirmek için sabırlı bir şekilde oyunun için katıyor kendini. Pozisyon gelene kadar bekliyor. En sonunda boşluğu buluyor.

Beşiktaşlılar böyle bir takımın varlığını çok uzun zamandır bekliyor, yazık ki bu takımın bir stadı henüz yok ve göçebeliğe bir süre daha devam edecek. Oysa stadıyla, kendi sahasıyla çok daha kolay büyüyebilirdi bu takım…