İsyan, öfkelenmekle ile ortaya çıkar diyor Stéphane Hessel. Çünkü öfkelenen insan aktif olur ve öfkelendiği durumu değiştirmek için harekete geçer. Hessel, Nazilere ve Fransa’da Vichy rejimine karşı verdikleri mücadeleye değinerek, bu mücadele kültürünü yeni kuşağa aktarmak istiyor. Yazar, “Öfkelenin” adlı kitapçığında gençlere yeniyi inşa etmek için isyan gerekli ve isyanın ise yeniyi inşa etmek olduğunu söylüyor. Toplumun başına gelebilecek en kötü şeyin umursamazlık olduğunu aktarıp, dünyanın giderek politik açıdan karmaşık olduğuna her ülkenin birbiriyle direk ve çakışan bağına yani küreselleşmeye değinerek genç jenerasyon için öfkelenebilecek iki konuya açıklık getiriyordu:

  • Çok zengin ve çok fakir arasındaki farkın giderek büyümesi
  • İnsan hakları gaspları ve ekolojik dengenin bozulması

Hessel, sivil itaatsizlikle mücadelenin başarılı olabileceğini ve devrimci şiddetin alternatif bir düzen yaratamayacağını vurguluyor. Hessel’in real sosyalist iktidarların baskıcı yönünü birebir gözlemleyen kuşaktan olması, Nazi kamplarında ölümden dönmesi ve akabenindi Birleşmiş Milletlerde aktif çalışması ve diplomatik bir kimliği taşıması göz önünde bulundurulursa bu yargıya varması anlaşılır. Ancak devrimci şiddeti oldukça normatif değerlendirdiği ve Avrupa merkezli bir bakış açısına sahip olduğunu söylemek gerek. Türkiye’yi ele alırsak burjuva demokrasisinin (!) politik hakların seçme ve seçilme hakkının silahların gölgesinde geçtiği bir klimada devlet şiddeti ve karşı şiddet bir madalyonun iki yüzünü oluşturuyor (yine Avrupa’da aktüel İspanya’nın Katalonya tepkisi). Burjuva demokrasisinin diğer yüzü olan faşizm, sosyal hareketlerin yeraltına çekilmesine farklı bir karakter almasına sebep oluyor. Bunları değerlendirmeden devrimci şiddeti yargılayan Hessel’in yine de isyan çağrısı önemlidir ve bu isyan sadece düşüncel anlamda değil bir harekete geçme çağrısıdır. Hessel, angajmanı dünyayı değiştirme inancı ile demokratik eylemlere katılmak, enternasyonal çalışmalar yürütmek gibi adımlar olarak örneklendiriyor.

Kendi gençlik döneminde bireyin sorunlu bulduğu konularda kurumlara yönelip kolektif örgütlendiğini; ancak günümüzde bireyin daha çok sorunlar üzerine düşünüp yazılar yayınlamakla, politikacıları seçmekle yetindiği karşılaştırmasını yapıyor. Hessel, Occupy eylemlerine vurgu yaparak günümüz gençliğinin tüketim çemberine hapsedilmesini eleştirip toplumun dinamik ögesi olan gençliğin, toplumsal sorunlara yönelik aktör olmasını talep ediyor. Bu anlamda gençliğe toplumu incelemesini ve öfkeleneceği konuları bularak kolektif harekete geçmesini ve platformlar oluşturmasını nasihat ediyor.

Hessel’in çağrısının bizim topluma uyarladığımızda kadına yönelik artan her türlü şiddet, çocuklara yönelik artan cinsel şiddet, göçmenlere yönelik ırkçılık ve başlı başına Kürt halkının karşı karşıya kaldığı tekçi devlet sorunu, çalışan kesimin sınıfsal sorunları gibi alt konular ile öfkelenecek birçok konu mevcut. Ve tüm bu konular ezilen kimliklerimizin buluştuğu bir platform ile daha güçlü gündeme gelecektir. Öfkemizi taleplere dönüştürüp değişik mücadele biçimleri ile enternasyonal arenaya taşımak mücadeleyi başarılı kılmak için oldukça önemlidir.