Kapatma davası sonrasında AKP’nin tabanı dışından oy almasına vesile olan demokratikleşme-sivilleşme sürecinin tam tersine dönmesine rağmen 2011 seçimlerinde oylarını arttırmasının temel sebebi, TC yurttaşına özgüven sağlayan Batı’dan kopuk, Osmanlıcı dış politikanın yanı sıra “uçağımızı, tankımızı, tüfeğimizi, otomobilimizi kendimiz yapacağız” söylemlerinde billurlaşan kalkınmacı söylemdi.

Uzaya uydu göndermek, füze almak, yapmak, nükleer enerji santralleri açmak ülkelerin “global aktör” olma arzusunun başlıca göstergelerinden. Bugün İran, Çin, Hindistan ve Brezilya’nın çabaları da bu yönde…

Batı’daki ekonomik resesyon karşısında görece büyüme performansı yakalamalarına binaen gelişmekte olan kimi ülkelere özgüven gelmiş durumda. Bu özgüvenin temelsiz olduğunun küresel ekonomi politik analizi başka bir yazı konusu fakat şimdilik Türkiye bağlamında bunun demokrasiyle kalkınma ilişkisi üzerinden konuyu irdeleyelim.

Bugünlerde gelişmekte olan ülkeler (Rusya, Çin, Brezilya, Türkiye, İran, Hindistan vs.) kalkınma politikalarını gelişmiş ülkelerin geçmiş deneyimlerine bakarak, “kalkınmacı devlet” üzerinden kurmaktalar.

Fakat gerek insanlığın geldiği demokrasi anlayışı, gerekse de verili entegre olmuş küresel iktisadi düzen bu türden bir kalkınma perspektifine pek zemin sağlamıyor.

Günümüzdeki küresel iktisadı yapı, kalkınmayı “inovasyona” endekslemiş durumda. Dünyanın ucuz işgücü merkezi- atölyesi yada enerji deposu olarak konumlanmanın kalkınmaya vesile olmadığı Rusya ve Çin’in son 10 yıldaki hikayesinde billurlaşmaktadır. İki ülke son 10 yılda yaklaşık % 200 kadar büyüdü fakat kendi içinde gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksullaşma arttı. Yaklaşık bir durum Türkiye için de geçerli…

Oysa kalkınma, katma-değeri yüksek ürünleri, yeni ve yaratıcı yollarla üretmekten ve üretilen zenginliği adil dağıtmaktan geçiyor.

Ülkeler ve tarihler arası karşılaştırma yapıldığında da görülüyor ki, inovasyonla gelir dağılımı adaleti ve demokrasi arasında sıkı bir ilişki var. Bu ilişki kabaca iki yönlüdür:

1-      Sağlıklı temele dayanan, efektif inovasyonlara yol açan AR-GE harcamalarına kaynak ayırmanız için ulusal tasarruf oranlarınızın optimum düzeyde (%30-%40) olması gerekiyor. Tasarruf oranları da büyük ölçüde geniş bir orta sınıfa, yani adil bir gelir dağılımına, dolayısıyla demokrasi düzeyine bağlıdır.

2-      İnovasyonları üretecek, kullanacak beşeri sermaye için de yaratıcı düşünceye ve tartışmaya- araştırmaya imkan sunan bir demokrasi iklimine ve eğitim sistemine ve en önemlisi de kadın- erkek eşitliğine ihtiyaç var.

Buradan bakınca Türkiye’nin AR-GE etkinliklerine en çok katkısı olan ODTÜ’nün neden Göktürk-2 uydusunun fırlatılma etkinliğinde “önce demokrasi” motivasyonuyla protestoya sahne olduğu berraklaşır:

Türkiye’nin ihtiyacı olan “kalkınmacı diktatörlük” değil, “demokratik, inovativ kalkınma”dır. Halihazırdaki YÖK’le ve teklif edilecek YÖK yasasıyla bu başarılamaz.

Buradan bakmadığı için de “kalkınmacı diktatör” Başbakan Erdoğan ODTÜ’lüleri anlamayıp, kendince şöyle kınıyor:

“Türkiye bu alanda bir ilke imza atıyor. Bu ülkenin sevincini milletçe paylaşmak için ne zaman adım atacaksınız. Bir tarafta uzaya gönderilen uydu var. Diğer fotoğrafta ise tarih öncesinin silahı olarak kabul edilen sapan var. Demir leblebi atılıyor. Kime atılıyor polise atılıyor. Polis düşman oluyor. Ertesi günü polis biber gazı sıktı. Ne atacaktı? Bir tarafta kampüsün içinde otomobil lastikleri yakılıyor. Öğretim üyeleri bu işi mi öğrettiler. Molotof nasıl yakılır bunu mu öğrettiler.”

Çin’in attığı kimi uydular düştü, yaptığı otomobiller bozuldu, çalışmadı. Öte yanda Finlandiya, Danimarka, İsveç deneyimleri ortada...

Politik olarak Rusya’nın Putin’ini, ekonomik olarak da Çin’i örnek alan (3 çocuk vurgusu bundan bağımsız değil) AKP hükümeti biraz bunun üstüne düşünsün…