Kızılay katliamına yönelik ilk resmi açıklama valilikten geldi: 27 ölü, 75 yaralı! Aynı saatlerde İstanbul’da bulunan Erdoğan’ın, İçişleri Bakanı Efkan Ala’dan bilgi aldığını öğrendik. Tabiî yayın yasağı ve sosyal paylaşım sitelerini yavaşlatma gecikmedi.

Patlamanın meydana geldiği Güvenpark’ın ilerisinde bulunan Başbakanlık Resmi Konutu’nda toplanan “devletin zirvesi”, toplantı sonrası açıklama yaptı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu 34 kişinin öldüğünü söyledi. İçişleri Bakanı Ala ise terörü lanetledi. “Terör örgütleri hiçbir zaman amaçlarına ulaşamayacaklar… Bu milletin azim ve kararlılığı hiçbir zaman ortadan kalkmayacak” diye son zamanlarda sıkça tekrarladıkları sözleri bir kez daha yinelediler.

Cumhurbaşkanı ya da fiilî Başkan Erdoğan ise 4 saat sonra yazılı açıklama yaptı: “Vatandaşlarımız endişe etmesin…” (Sabahleyin ölen sayısı 37’ye çıkmıştı.)

Hepsi bu! Bir zırvalama. Ama salt bir zırvalamadan ibaret değil. Bunun için olaydan hemen sonra devlet yöneticilerinin tavrını belirtir bir giriş yaptım.

Evet, bu ülkede cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olmak herhalde böyle utanmamayı gerektiriyor. Meselâ tüm beceriksizliğinizle, ülkeyi tam bir güvensizliğe sürüklemenizle, günlük yaşamı dahi böyle tehlikeye atmanızla hâlâ insanların karşısına çıkabiliyordunuz. Hafta sonu insanların en yoğun olduğu bir meydanda bomba patlatılabiliyor ve insanlara “Endişe etmeyin” diyebiliyordunuz.

Roboski’de, Gaziantep’te, Reyhanlı’da, Gezi’de, Soma’da, Ermenek’te Diyarbakır’da, Suruç’ta, Sultanahmet’te, Ankara Gar’da, Merasim Sokak’ta ve Kızılay’da en az 640 insan ölmüştü. Son 5 ayda “devletin kalbi” diye bilinen yerde, Ankara’da 3 bombalı saldırı gerçekleşmişti.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinden bu yana çözüm sürecinin buzdolabına alınması ve PKK’nin bunu ve Suruç’u bahane ederek silahlı eylemlerine başlaması nedeniyle başlayan çatışmalı süreçte Kürt illerinde onlarca çocuk, yüzlerce insan ölmüştü. Hâlen daha ölüyor!

Devletin yaptığı ise yayın yasaklarından, gazetelere, televizyonlara el koymaktan, gazetecileri tutuklamaktan öteye geçmiyor. Ve o devleti yönetenlerin tavrı kendilerinden farklı düşünenleri, ölümler karşısında barış isteyenleri, demokrasi diyenleri, hukuktan bahsedenleri, insan hakları ihlallerine değinenleri düşmanlaştırmaktan başka bir şey olmuyor.

Erdoğan öyle demiyor muydu, ta ABD Başkanı Obama’ya ders verirken: “Biz ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz.”

Evet, sorumlusunuz!

Yanlış politikalarınızdan bahsetmeye ne hacet! Güvenlik zafiyetiniz var. İstihbarat birimleriniz görevini yerine getiremiyor. Tüm o kurumlara atananlar; sır küpleriniz, bakanlarınız, valileriniz emniyet müdürleriniz sizin!

Faili ya da yapanı kim olursa olsun; örgüt veya devlet, terör nereden gelirse gelsin kınanmalı. Bunu aklı başında ve vicdanı olan herkes böyle düşünür, hisseder. Ne örgütün hangi amaç için olursa olsun ne de devletin hangi çıkarı için olursa olsun şiddet kullanması kabul edilemez.

Kızılay’da onlarca masum insanın öldüğü saldırıyı, Merasim Sokak’taki saldırıyı üstlenen Kürdistan Özgürlük Şahinleri diye bilinen TAK’ın veya PKK’nin yaptığı iddia ediliyor. Bununla birlikte devletin/iktidarın bir demokrasi sorunu da olan Kürt sorununu yok saymasıyla ve terörle salt silahlı mücadele politikalarıyla Güneydoğu’da hayatın nasıl felç olduğu, insan hakkı ihlallerinin ortaya çıktığı da biliniyor. Bunun benzer bir örneğini tüm ülkeye yayılan Gezi eylemleri sürecinde herkes görmüştü. O zaman karşı çıkılmamış mıydı devlet terörüne? Nasıl ki örgüt terörü varsa devlet terörü de olduğu fark edilmemiş miydi? 90’larda devletin Güneydoğu’da yol açtığı insanlık dışı durumlar, Gezi’de polis ve sivil uzantıları insanlara saldırırken penguen belgeseli yayınlayan medyanın tavrından yola çıkılarak bölgede yaşananların kamuoyuna gösterilmediğinden dem vurulmamış mıydı?

Bu açıdan olması gereken çok basit ama çok da zor! PKK ya da herhangi bir örgüt ve devlet terörüne ama’sız fakat’sız karşı çıkmak. PKK’nin silahlı mücadele yöntemini reddetmek ve bir an olsun devletin yanlış yapacağından; bu yanlışla ve silahlı mücadele ile çocukların, masum insanların ölümüne sebebiyet verileceğinden şüphe duymak. “Hiçbir suça ortak olmayacağız” diyebilmek. Dahası aklın özgürlüğünde vicdanî bir tutum sergilemek… Çok kolay ve doğal belki vicdanı körelmemiş, yüreği soğumamış olanlar için.

Ama çok zor!

Etnik, dinî, millî kimliklerine üstünlük atfedenler; piyasa hâliyle de kişisel menfaati için birilerinin yandaşlığını yapanlar, partizanlar, ahlakî değerlere sahip çıkıyoruz diye diye ahlâktan düşenler, gittikçe körelenler, yozlaşanlar; böyle olduğu için asgari olarak insanî her tutumu “terör propagandası” olarak görenler; kitabı bombadan bile tehlikeli bulanlar için. Bu faşizm ortamında kitaplar yasaklanırken, haberler sansürlenirken, gazeteciler içeri attırılırken, haber siteleri erişime engellenirken, gazetelere el konulurken, gazeteler saldırıya uğrarken, haber ajansları iğdiş edilirken, bildiriye imza attı diye akademisyenler gözaltına alınırken, tehdit edilirken, görevden uzaklaştırılırken ve de tüm bunları yapanlara karşı biraz olsun şüpheyle yaklaşmayanlar için.

“Ya bizim yanımızda yer alacaklar ya teröristlerin yanında” buyurmuş zat. “Verin 400’ü bu iş huzur içinde çözülsün” dediğini unutmuş, unutturmayı başarmış. Ama huzursuzluk olmuş. Ölüm olmuş. Acı olmuş.

“Gazetesinde” “Ya başkanlık ya kaos” manşetini atanlar ve/veya yandaş medyadakiler, trollerinin “Kızılay’da canlı bomba eyleminin yapıldığı aracın Cumhuriyet muhabirine ait olduğu” yalanını sahiplenmişler hiç utanmadan; yüzsüzce!

Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi çıkmış “Bir süre terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor” demiş.

Alışmayacağız!

“Sizin de bombanın da silahın da şiddetin de… hiçbirinin yanında olmayacağız” demek mesele; yaşam hakkını savunabilmek…

Ve demokrasinin ipine sarılmak!

Ve de kamusal alana sahip çıkmak.

Toplumun birbirine yabancılaşmasını, sokağın insandan soyutlanmasını, meydanların türkülerden yoksun kalmasını; diğer boyutuyla insan sömürüsünün, savaşın, şiddetin, düşmanlığın, nefretin devam etmesini; Jürgen Habermas’ın kavramsallaştırdığı “kamusal alan”ı yok etmek istemiyorlar mı? Silah ticareti yapanların, kapitalistlerin, egemen sınıfların savaşları, yıkımları, günlük yaşamın felç olması hep bunun için değil mi?

“Ölenlerin adını unutma / Türkülerin, meydanların / Ah, bırakmasın onlar seni.”