Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sağlık sorunları konuşulmaya başladı. Neden bu kadar sinirli konuşuyor? Neden bu kadar agresif davranıyor? Gibi sorularla sağlık problemlerinin olup olmadığı sorgulanıyor.

Bunu en çok dile getirenlerden birisi de Soner Yalçın. Daha önce yayınladığı “Kayıp Sicil” adlı kitabında da kısmen değindiği sağlık sorunlarını bugünkü köşesinde de yeniden dile getirmiş.

İddialara göre cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hipoglisemi (kan şekerinin düşüklüğü), epilepsi (sara), astrositama (iyi huylu beyin tümörü) ve kolon kanseri gibi oldukça ağır sayılabilecek sağlık sorunlarına sahip veya bu sorunları yaşıyor ihtimali üzerinde duruluyor. Sağlık sorunları üzerinde durulmasının asıl nedeni, bu sağlık sorunları nedeniyle kullanılan ilaçların ciddi yan etkilerinin olabileceği ve bunun ülke siyasetine yansıyabileceğinin ihtimalidir.

Bahsedilen sağlık sorunlarıyla ilgili olarak kullanılması zorunlu ilaçların kişide, davranış bozuklukları, depresyon, taşkınlık, halüsinasyon ve şizofrenik bozukluklar, anksiyete (endişe) yaratabilme ihtimalinin yüksek olduğu söylenenler arasında. Bu anlamda da, cumhurbaşkanlığı gibi önemli ve yetkin bir makamda bulunan kişinin sağlık sorunlarının kişisel olmadığı, ülkeyi ilgilendirdiği ve açıklanması gerektiği vurgulanıyor.

Ortaya koyulan olma ihtimali yüksek gerçekler, oldukça ciddi ve önemli. Söylendiği gibi hastalıklara sahip ise ve hastalıklarla ilgili ilaçları kullanıyorsa, kullandığı ilaçlar nedeniyle yaşaması muhtemel kişilik bozukluklarının ülke siyasetine yansıması elbette ki olumlu olmayacaktır.

Son Amerika gezisinde de yaşadığı sağlık sorununun epilepsi krizi olduğu söylendi. Ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın acil olarak hastaneye kaldırılması, kısa süren tedavi ve ardından görüşmelere devam etmesi söylentiyi doğrular niteliktedir.

Ülke yönetiminde mevcut anayasaya göre sembolik olan cumhurbaşkanlığı görevini fiilen başkanlığa dönüştüren ve ülke yönetimini tamamen kendisinde toplayan, “ülke sistemi fiilen değişmiştir, yapılması gereken yasaların buna uygun hale getirilmesidir” diyerek de gerçekliğin düşündüğümüz gibi olduğunu ispatlayan bir durumda, yaşadığı sağlık sorunlarının ülke yönetimini doğrudan etkileyeceğini söylememiz ve bu konuda endişelenmemiz yanlış bir tavır olmayacaktır.

Geçmişte Bülent Ecevit’te benzer sorunlar yaşamıştı. İktidar olduğu dönemin sonlarında yaşadığı Alzheimer rahatsızlığı nedeniyle yürümesi bile zorlaşan Ecevit’in yönetimden çekilmesi gerekirken doktorların “başbakanlığa devamında sorun yoktur” diyerek çekilmesi engellenmiştir. Ecevit’in o durumda bile başbakanlığa devamını isteyenlerin ülkeyi düşündüğünü sanmıyorum.

Ülke yönetimi gibi basit olmayan kritik bir görevde bulunanlar için basit sağlık sorunları bile önemliyken, yürüyemez duruma gelen bir Alzheimer hastasının ülke yönetiminde kalmasını istemek ne kadar samimi ve doğru bir istek olduğunu siz düşünün.

Bugün benzer bir sorun/durum yaşamaktayız.

Sembolik bir görev bile olsa, ülkeyi temsil eden yetkili kişinin en ufak sağlık probleminin anında ülkenin siyasetine etki edeceğini bilmeyen, düşünmeyen yoktur.

Cumhurbaşkanının yaşadığı sağlık sorunlarının borsada bile etkin olduğunu, ağzından çıkan olumlu ve olumsuz söylemlerin bile borsayı aşağı/yukarı çektiğini yaşamdan görüyoruz.

Ülkenin geleceğini, yaşayan 80 milyona yakın insanın hayatını, yaşanan problemlerin çözümünü doğrudan ilgilendiren sağlık problemlerinin saklanmasının, olumlu görülecek, hayra yorulacak bir durum olmadığı açıktır.

Bu sorunları düşünürken aklımıza birçok olumsuz durum geliyor. Yaşandığı söylenen hastalıklarla ilgili alınan ilaçların yaratabileceği olumsuzlukları ülkede son yıllarda yaşanan olumsuzluklarla bir arada görebiliyoruz.

Rus uçağının düşürülmesi böyle bir olumsuzluk yaşanırken gerçekleşmiş olabilir mi?

Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı yerleşim birimlerinde yapılan operasyonların boyutlarını, yaşanan insanlık dışı uygulamaları, çekilen eziyetleri, acıları, sivil kayıpların büyüklüğünü düşündükçe, sağlık sorunlarıyla ilgili olarak alınan ilaçların olumsuz etkilerini bir araya getirmeye çalışıyorum ve endişeleniyorum.

“Türkiye kabile devleti değildir” sözü bile hafif kalıyor.

Türkiye çay ocağı işletmesi değildir.

Burası 80 milyona yakın insanın yaşadığı bir ülke. Yapılan her olumsuzluk 80 milyon insana anında yansıyor. Bizimle ilgili olan tüm devletlere, orada yaşayan insanlara yansıyor.

Suriye’deki acıları, vahşeti, yıkımı, zorunlu göçü yaşayan insanlara yansıyor.

Mülteci konumuna düşen ve sürünen insanlara yansıyor.

Sur’da evini, işini, çocuklarını kaybeden insanlara yansıyor.

Cizre’de bodrumlarda yakılan, katledilen insanlara yansıyor.

Ekmek yapan, simit satan, otel işleten, fabrika yöneten, okuyan, sınavlara hazırlanan, çocuk yetiştiren, hamile olan, geleceğini düşünen insanlara yansıyor.

Nasıl ki “Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması Amerika’da fırtınalara sebep olabilir” denilen kelebek etkisinin ihtimalini biliyorsak, ülkemizin yönetiminde çok önemli bir makamda görev yapan birinin önemli rahatsızlığı ve kullandığı ilaçların olumsuz etkilerinin de olumsuz sonuçlar yaratabileceğini düşünmek zorundayız.

65 yaşını geçmiş bir insanın noterden vekalet verebilmesi için yasal olarak “sağlık raporu” istenmesine rağmen bu yaşı geçenlerin ülkeyi yönetebilmesine anlam vermek de çok zordur.

Yasal olarak 65 yaşını geçenin kendini yönetemeyeceğine karar veren kanunlar, ülkeyi yönetebileceğine karar verebiliyor!

Nasıl yönetiliyoruz?

Görün istedim…

_________________

http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/erdogan-neden-surekli-sinirli-1157789/?utm_source=sm_fb&utm_medium=free&utm_campaign=yazarlar