Osmanlı imparatorluğu sınırları referans gösterilerek Cumhurbaşkanı tarafından söylenmiş olan “Musul bizimdir” ifadesiyle yeni bir tartışmamız oldu. Daha önce de “Birileri Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada” diyerek farklı açıdan bir tartışma yaratmıştı.
 
Osmanlı imparatorluğu sınırları referans gösterilir ise; sadece Musul değil, doğu Avrupa, Güney Rusya, Kuzey Asya, Arap yarım adası ve tüm Orta Doğu’yu sahiplenmemiz gerekir. Osmanlı sınırlarını referans göstererek sadece Musul’u istemek olmaz.
 
Diğer yerleri neden sahiplenmiyoruz?
 
Osmanlı imparatorluğu sınırları referans olabilir mi?
 
Aynı mantıkla dünyanın birçok yöresinde farklı talepler gündeme gelebilir. Mesela Kuzey Amerika kimindir? Kuzey Amerika’nın gerçek sahipleri Aztek, Kızılderili ve Eskimo olarak adlandırılan yerlileridir. Amerika’da sömürgeci talan başlamadan önce yaklaşık 70 milyon nüfusa sahip olan yerlilerin bu günkü nüfusları 10 milyon kadardır ve kıta hakkında söz hakkına sahip değiller. Sömürgeci anlayışla daha sonra yerleşenlerin oluşturduğu ABD (Amerika Birleşik Devletleri) Kuzey Amerika’yı sahiplenmiş, yerlileri katlederek soykırım yapmış, kalan yerlileri, “rezervasyon” olarak adlandırılan dar alanlarda yaşamak zorunda bırakmışlardır.
 
Eğer hak ve hukuktan bahsedilecek ise önce soykırımlara uğratılarak toprakları ellerinden alınmış olan toplumlardan başlamak gerekir.
 
900’lü yılların başlarında Moğol saldırıları ve baskısı sonucu göç etmek zorunda kalan Türk boylarının Anadolu’ya yerleşmesi ile başlayan istila öncesinde Anadolu’da yaşayan yerleşik halk kimdi? O yıllarda Musul’da kimler vardı?
 
Anadolu’nun, Musul’un, Amerika’nın, Asya ve Afrika’nın gerçek sahipleri, istila edilmeden önce o bölgelerde yaşayanlarındır.
 
Dünyanın birçok bölgesi sonradan işgal edilmiş alanlara sahiptir. Kuzey ve Güney Amerika bunların en belirgin olanlarının başında gelir. Batı Avrupa’nın sömürgeci devletleri tarafından işgal edilerek sahiplenilmişlerdir. Aynı durum Anadolu için de geçerlidir.
 
Orta Asya kökenli Türklerin, değişik nedenlerle Avrupa, Asya ve Orta Doğu’ya yayılmaları ve Anadolu’ya geçmeleri sonucu işgal gerçekleşmiş, burayı kendilerine yırt edinerek sahiplenen Türk boyları daha sonra Osmanlı imparatorluğunu kurarak yayılmacı ve işgalci politikalarıyla Kuzey Asya, Doğu Avrupa, Arap yarım adası, Güney Rusya ve Orta Doğu’yu işgal ederek uzun süre bu topraklarda hükümranlıklarını sürdürmüşlerdir.
 
Diğer emperyalist güçlerin iştahlarının kabarması sonrasında patlak veren 1. Dünya savaşında işgal ettiği toprakların büyük kısmını savaşta kaybeden Osmanlı tamamen yıkılmış, yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de Lozan anlaşması ile Osmanlıdan kalan diğer toprakları terk etmek durumunda kalmıştı.
 
Bugün itibarıyla, Dünya üzerinde sadece kendi topraklarında hükümranlığını yürüten çok az toplum ve devlet vardır.
 
Avusturalya kıtası, gerçek sahipleri Aborjinler, Kuzey Amerika Kızılderililer, Peru Aztekler tarafından yönetilmemektedir.
 
İsrail de farklı değildir. 1900’lü yılların sonlarında Rusya’dan Filistin’e göç eden Yahudi toplulukların kurdukları tarım çiftlikleri ile başlayan işgal 2. Dünya savaşı sonunda hızlanarak artmış, daha sonra BM (Birleşmiş Milletler) kanalı ve Amerika’nın yönlendirmesi ve desteği ile Yahudi toplum tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarıdır.
 
Anadolu Ermenileri kendi yurtlarından zor yolu ile kovulmuş, soykırıma uğramış, neredeyse yok edilmişlerdir.
 
1. Dünya savaşı sonrası çizilen suni sınırlarla 4 parçaya bölünen Kürtlerinde durumu farksızdır. Ne Türkiye’de ne de Irak, İran ve Suriye’de Kürtler rahat bırakılmamıştır.
 
Türkiye’deki Kürtler, uzun yıllar yok sayılmış, dilleri yasaklanmış, kültürleri asimile edilmiş, aşağılanmış, bir kimlik olarak kabul gördükten sonra bile şiddet ve ölümlere maruz bırakılmış, şehirleri yakılıp yıkılmış, gerçek anlamda mağdur edilmişlerdir.
 
Sokağa çıkma yasağında 8. ayını bitiren Şırnak kenti, neredeyse tamamen yıkılmış, kent sakinleri, şehirlerine girememeleri bir yana, zorluklar içinde yaşadıkları kendi kurdukları çadırlardan bile kovulmak üzeredir.
 
Dünyadaki durum bu iken Musul hakkında “bizimdir” hükmü vermek ne kadar doğru ve geçerli olur?
 
Her zamanki gibi asıl neden Musul halkının yaşadığı acılar veya İŞİD işgali altında olması değildir. Asıl mesele/neden, Musul’un doğal zenginlikleri, daha da önemlisi petroldür. Dünya petrol rezervleri açısından en zengin yataklara ve en uzun ömre sahip olan Musul, emperyalist güçlerin iştahını kabartmaktadır. Türkiye’de bu zenginlikten pay almaya çalışmakta ve bu nedenle Musul operasyonuna dâhil olmak istemektedir.
 
Suriye’de askeri güç olarak bulunmamızın yanlışları sürerken, uluslar arası hukuk ve devletlerin hükümranlık hakları açısından Türkiye’nin silahlı güçleriyle Irak’ta bulunmasının doğru olmadığı bir tarafa, Musul hakkında verilen “bizimdir” kararının da doğru olamayacağını görmek için sadece birazcık düşünmek yeterlidir.
 
Bir dönem Asur devletine başkentlik yapmış olan Ninova kentinin hemen yanında kurulmuş olan Musul kentinin gerçek sahipleri kentin bugün yaşayan insanlarıdır ve Musul hakkında karar verme yetkisi de onlarındır.
 
Musul Musullularındır…
 
Sömürgeci ve işgalci bakışla yürütülecek politikalar sadece devleti değil, içerisinde yaşayan bizleri de bataklığa sürüklemektedir.
 
İnsanca yaşamanın tek yolu barışı ve toplumsal mutabakatı sağlamaktır, düşmanlıkları körüklemek değil…