Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri ile Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan, daha sonra da Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün’e sıçrayan toplumsal kalkışma "Arap Baharı" olarak ifade edildi. Bu kalkışmaların en temel nedeni; uzun yıllar batı destekli otogratik/militer tek adam rejimleri sonucu yaşanan siyasi yozlaşma, işsizlik, kötü yaşam koşullarıydı. Tunus’ta seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması ile başlayan olaylar daha sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın hemen hemen tamamına yayıldı. Önce, 23 yıl iktidarda kalan Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali tahtını bırakmak zorunda bırakıldı, Tahrir Meydanı'nda milyonların katıldığı gösteriler Mısır'da 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarına sonunu getirdi. Sonrasında yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Türkiye’deki AKP’ye de benzetilen ve Müslüman Kardeşler'in kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi’nden seçilen Mursi bir yıl içinde aynı meydanlardan yükselen öfke sesleri arasında darbeyle koltuğundan indirildi. Seçildiğinde "Devrim devam ediyor ve devrimin hedeflerinin tamamı gerçekleştirilene kadar da devam edecek" diyen Mursi şimdi kendisi devam eden sürecin 'mağduru'.

Tahrir 'darbe' meydanı oldu

Yaklaşık üç yıl önce başlayan bu süreç, 30 Haziran tarihinde Mısır’da bir kez daha Tahrir Meydanı'nı dolduran kalabalıkların "özgürlük" talebi ile başka bir sürece doğru akmaya başladı. 'Arap Baharı' sürecinin temel dinamik meydanı kuşkusuz Tahrir'di. Başkent Kahire’nin en önemli merkezi olan bu alan, günlerce devam eden büyük protestolar ile özgürlük taleplerinin bütün dünyaya duyurulmasını sağlamıştı. Yaşanan altüst oluşu devrim olarak kabul edersek Tahrir, 'devrim meydanı' oldu. Arap coğrafyasının daha önce hiç görmediği büyük kitlelere evsahipliği yapan Tahrir Meydanı'nda 30 Haziran 2013 tarihi ile birlikte yeni bir süreç başladı.

Yeni gelişme ile 'devrim meydanı', 'darbe meydanı'na dönmüş oldu. Tahrir'in 'Arap Baharı' meydanı iken bir anda 'darbe meydanı'na dönüşmesi özellikle siyasi İslam açısında ciddi bir kaygıyı da açığa çıkardı. Orduya karşı başlayan özgürlük mücadelesi iki yıl sonra ordu ile birlikte yürütülen 'özgürlük mücadelesi'ne dönüştü. 14 Ocak 2012 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’na konuk konuşmacı olarak katılan Mısırlı aktivist ve Siyaset Bilimci Rabbab El-Mahdi; "Nihayet tarihin akışını kendi ellerimize aldık. Üzücü zamanlar olacak, daha çok kan göreceğiz. Ama sona erdiğinde başladığımız noktadan çok daha iyi bir yerde olacağız.”, diyordu. Uzun bir süre devam edeceğini, birkaç içinde bu sürecin tamamlanmayacağını söylerken, "Fransız Devrimi’ni hatırlayın" diyordu. Süreç bu ifadeleri doğrularcasına devam ediyor.

Ülkeyi yönetemediler

Mursi ve Müslüman Kardeşler bir yıllık iktidarı sürecinde geniş halk kesimlerinin özgürlük taleplerini karşılayamadı. Mursi’nin devrilmesi Mısır ve bölgesel dengeler açısından olduğu kadar; İslamcı siyasi hareketlerin "anası" olarak kabul edilen Müslüman Kardeşler için de bir dönüm noktasıdır. Ülkede korkunç bir yoksulluk ve işsizlik sürerken Mursi hükümeti bu sorunla yüzleşmedi, çözüm üretmedi. Daha çok kendi hayatları ekseninde bir yaşam kurma peşinde oldu. Sokakları dolduran geniş halk kesimlerinin özgürlük ve daha iyi bir yaşam taleplerine bir süre sonra tamamen yabancılaştılar. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, tıpkı Tayyip Erdoğan gibi "her şeyin en biz biliriz” noktasına geldiler. Bu kibirli yaklaşım ve siyaset tarzı büyük bir tepki uyandırdı. Yaşanan bir devrim olarak görülmüş olsa da Mursi iktidarı sosyal-ekonomik meselelerde Mübarek'ten farklı bir profil çizmedi.

Ordu en büyük güç

Diğer önemli bir durum ise; Mursi döneminde devletin gerçek omurgası olan ordu yerinde kaldı. Ve bu ordu gene tıpkı Türkiye’deki gibi neredeyse ekonominin üçte birini kontrol eden bir yerde duruyor. Yani siyasi iklim değişse de ordu hep yerinde kaldı. Bu iklim içinde gelişen özgürlük alanları olmadı. Ancak ordu kontrolündeki bir Mısır’da gene gelişen özgürlük alanları olamayacaktır. Ordu varlığı gereği tamamen anti demokratik ve despotik bir yapı ihtiva eder. Bu yönüyle de geniş halk kesimlerinin talepleri bir süre sonra tekrar başka arayışlar peşinde olacaktır. 80 yıllık bir geçmişe dayanan Müslüman Kardeşler geleneği de bu anlamda taleplere cevap olamamıştır. Bu çatışmalı haller kendisine yeni bir güç oluşturabilecek mi? Rabbab El-Mahdi’nin deyimi ile "bu süreç daha devam ediyor.”

İç savaş korkusu

Ancak şu anda en çok merak edilen bundan sonra Mısır'da neler olacak ve bu gelişmelerin başta Tunus, Suriye olmak üzere bölgedeki ülkelere etkisi ne olacak. Mısır için en korkunç senaryo sürecin iş savaşa dönüşmesi. Dün ordunun müdahalesi üzerine 51 insan yaşamını yitirdi. Bu durum iç savaş ihtimallerini oldukça güçlendirmiş olsa da sürecin iç savaşa dönmeyeceğine dair belirtiler daha yüksek. Bunun iki önemli nedeni var, birincisi, Mursi taraftarları/Müslüman Kardeşler kitlesel olarak sokaklarda olmayı sürdürüyorlar. Ancak bu tepkilerin belirli bir kontrol içinde kalacağını ifade ediyorlar. Müslüman Kardeşler bir şekilde ordu ile bir uzlaşı noktası bulmaya çalışacaktır. İkinci bir neden ise ordunun böylesi bir çatışma halinde şu halde yanında olan geniş kesimleri kaybedeceğine dair ciddi belirtilerin olmasıdır. Şu haliyle kontrollü ve karşılıklı birbirlerini yoklama hali ile seçimlere gidilecektir.

Suudi-Katar çekişmesi

Mısır üzerinden Katar ve Suudi Arabistan çatışması da yoğunca devam ediyor. Bu çatışma Mısır’da ciddi farklı durumların gelişmesinin önünde duracaktır. Suudi Arabistan Seleflilere, Katar da Müslüman Kardeşler'e destek vermektedir. Bu haliyle Mısır’daki siyasal İslam hem Mısır ve hem de dış destek anlamında bölünmüş durumda. Bu yönüyle de dışarıdan müdahalelere fazlaca açık olmayacak. Suriye tarzı bir gelişmenin de olasılıkları oldukça zayıftır. Kendi iç dengelerinde başak bir modele benzemeden kendi yolunu bulacaktır.

AKP de yakından izliyor

Mısır'da darbe ve sonrasındaki gelişmeler, Müslüman Kardeşlerin bir nevi "akıl hocalığını" yapan Türkiye'deki AKP Hükümetini de yakından ilgilendiriyor. AKP başından itibaren Mursi yani Müslüman Kardeşler ile birlikte olduğunu söyledi. Ancak Mursi’nin yaşamış olduğu bu son, bir şekilde AKP ile Erdoğan'ı da kaygılandırıyor, zira Mursi yüzde 52 ile seçilmişti. Artık AKP ve Tayip Erdoğan da şunu görmeli ki; bu ülkede sadece Kemalizm eleştirisi üzerinden edinilecek bir demokratlık sıfatı geçerli değildir. AKP uzun süre bunu konuştu, bunun üzerinden siyaset yaptı. Ama bu artık mümkün değil. AKP modernliğin, demokrasinin tek sahibi olmak istiyor ama artık kolay değil! "Benim otoriterliğim Kemalizm'in otoriterliğinden daha iyidir" noktasına gelen bir AKP’yi de yüzde 50 kurtarmayacaktır. Gezi olaylarından sonra, dönüp dönüp 28 Şubat diyen bir siyasal hareket artık eskisi kadar sağduyuyu, vicdanı temsil ettiğini iddia edemez. Mısır’da yaşananlar bu yönüyle AKP için kendisini göreceği bir sürece dönmelidir. (Yeni Özgür Politika)