Van depreminin ardından, milliyetçilik zehrinin insanı insanlıktan nasıl çıkardığını bir kez daha dehşetle gördük. Bu felakete maruz kalan yurttaşlarımıza yönelik, özellikle sosyal ağlar üzerinden, nefret söyleminin en pespaye biçimleri sergilendi...

Depremden kısa bir süre sonra, saat 14:00 ile saat 16:00 arasında twitter'da rastladığı yorumlar arasından derlediği bir kolajı, http://istifhanem.com/ sitesinde yayımlayan Emrah Göker, bu çarpıcı kolaj ile, Türkiye’de ırkçı zihniyetin ne boyutlara ulaştığını çok açık bir biçimde teşhir etti: http://istifhane.files.wordpress.com/2011/10/korozyon.jpg

Mehmet Göcekli de, haber sitelerindeki yorumları da derleyerek durumun vahametini gözler önüne serdi: http://www.demokrathaber.net/

İnsan bu manzara karşısında sormadan edemiyor: Bu zehir nasıl bu kadar yayılabildi ve vicdanları bu kadar kör edebildi? Kimse bu ırkçı yorumları yapanların çoğunun ulusalcı olduğunu iddia ederek kendini kandırmasın.

Bu ırkçı zihniyetin sıradanlaşmasında ulusalcılar kadar, milliyetçi muhafazakarların ve yandaş medyanın da payı var. Nitekim kolajdaki derlenen yorumlar da bunu açıkça gösteriyor. Bu mesajların çoğunda dinsel motiflerin ırkçı düşünce ile iç içe geçmiş olması dikkat çekici.

“İlahi adalet”, “beddua”, “Allah'ın gazabı”, “Hz. Allah'ın mesajı” gibi ifadelerin, böylesine ırkçı bir biçimde kullanılması, milliyetçilik virüsünden uzak durmaya çalışan samimi Müslümanları da çok rahatsız edecektir. Peki, Yeni Asya gazetesindeki, Van depremi için "ilahi ikaz" diyen karikatüre ne demeli?

Esasında, bütün bunlar gösteriyor ki, 1999'da, onbinlerce insanın öldüğü bir depremden sonra, “7.4 yetmedi mi?” diye sorabilen ilkel düşüncenin milliyetçilik ile sentezlenmiş ruh ikizi ile karşı karşıyayız.

Aylardır bu ülkenin demokratları, özellikle cemaat medyasında yayınlanan ırkçı dizileri eleştiriyor, bu dizilerin ülkedeki milliyetçi atmosferi beslediğini, barış çabalarına zarar verdiğini yazıyor.

Yine, yandaş medyanın BDP düşmanlığının, KCK operasyonlarını meşrulaştırmak için yaptıkları dezenformasyonun ne kadar yanlış olduğunu, çözüme bir katkısının olmayacağını, tam tersine milliyetçiliği kışkırttığını belirtiyor.

BDP’nin anayasa komisyonu üyesi, olan akademisyen Büşra Ersanlı’nın da tutuklanması ile adeta ülkede hukukun askıya alındığını gösteren, askeri darbe dönemlerini hatırlatan KCK operasyonlarını, hala polis zihniyeti ile savunanların, polis bülteni gibi gazetecilik yapanların bu milliyetçi histeride payı yok mu?

O ırkçı dizileri yapanlar, o savaş çığırtkanı manşetleri atanlar bugünkü manzaradaki rollerinin hesabını verecek mi? Sosyalist Sırrı Süreyya Önder ve Ertuğrul Kürkçü’nün milletvekili olmasını bir türlü hazmedemeyerek, sığ espri anlayışları ve yalan haberleri ile sürekli bu sosyalist milletvekillerine saldıran iktidar tetikçisi kalemler, bu milliyetçi histerideki paylarını sorgulayacak mı?

Rastlantı bu ya, Müge Anlı o büyük tepki çeken, nefret söylemi olarak değerlendirilebilecek sözleri söylediğinde, programında konuklardan biri de deprem uzmanı Şener Üşüzmezsoy’muş. Türkiye solu ile ne tarihi, ne örgütsel, ne de zihniyet olarak hiç bir bağı olmayan, günümüzün ırkçı Türk Solu dergisinde yazdığı yazılarla da tanınan Üşümezsoy, Anlı’ya şöyle destek olmuş, “Öyle devlet olmak kolay değil ama KCK olup da 'devletiz' diyenler bugün göstersinler en ufak bir etkinliğini”. Adeta başbakan konuşuyor sanırsınız.

Nitekim, ne demişti başbakan, "İstanbul Büyükşehir Belediyesi Van'a ulaşıyor; Bursa, Ankara, Erzurum belediyeleri ulaşabiliyor, ama o bölgedeki malum belediyeler hemen yanı başlarına ulaşmaktan aciz kalıyorlar. Polis taşlamak, asker taşlamak, Molotof atmak, sağı soğu yakıp yıkmak için anında organize olanlar, bakıyorsunuz, afet anında ortalıkta görünmüyorlar". Yine rastlantı bu ya, cumhurbaşkanı, intikam demişti ve Van depreminin hemen ardından, milliyetçilik zehri ile insanlığını kaybetmiş bir ırkçı, twitter’da “cumhurbaşkanı intikam dedi ve intikamımız alınıyor” diye yazmış. Eğer sizin ağzınızdan intikam çıkarsa, o bir başkasının ağzında işte bu korkunç söyleme dönüşebilir!

Muhafazakarların sandığı gibi milliyetçiliğin “iyisi” veya “kötüsü” olmuyor. “Kötü” milliyetçiliğin mümbit zemini de- her ne ise – o “iyi” denen milliyetçilik. O yüzden hiçbir milliyetçi muhafazakar, bu zehirlenmiş atmosferde sorumluluğu olmadığını iddia edemez. Günahsız olanlar ancak Tevfik Fikret’in şiarına sahip çıkabilenlerdir:   

'Vatanım yeryüzü, milletim insanlık.'