Sokağa çıkma yasaklarının bitirilmesinin ardından, evine, evinden kalanlara ulaşmak için, evinden çıkarken kimliğini bile almaya fırsatı olmayan/olamayan, kucağındaki bebeği ile arama noktasındaki genç polise geçebilmek için yalvaran kadına polisin cevabı;

"Benden merhamet ve yardım beklemeyin. Teröristleri büyütün sonra da merhamet bekleyin. Benim teröristleri büyüten kadınlara merhametim yok. Devlete itaat eden çocuk yetiştirin ki sizlere merhamet edelim, anladınız mı?"

Bu cümleyi kurabilen genç polisin, bölge insanları hakkındaki düşüncesinin olumlu olmadığı, halka nefret ve kin ile baktığı/doldurulduğu belli. Bu insanların, bugüne kadar kendisine bir zararının olmadığını kendisi de dahil herkes biliyor. Bu düşünceler kendisine aşılanmış. Kendiliğinden olmayan nefret ve kinle doldurulmuş. Böyle bir cümleyi kurma hakkı yok.

Genç polisin söylediği cümleyi tersine çevirelim. Bu cümleyi Taybe ananın oğlu, Rozerin’in, Miray bebeğin, iki oğlu birden yakılan Mehmet ve Orhan Tunç’un annesi söylesin:

“Sizler, “terörist” diye bebeklerimizi, çocuklarımızı, analarımızı öldüreceksiniz, işkence edeceksiniz, yakacaksınız. Cenazelerini almamıza bile müsaade etmeyeceksiniz. Evlerimizi yıkıp eşyalarımızı talan edeceksiniz. Bizi aç, susuz bırakacaksınız. Yerimizden yurdumuzdan edeceksiniz. Kendi topraklarımızda mülteci edeceksiniz. Sonra da bizden merhamet bekleyeceksiniz! Bana, çocuklarıma, aileme, soyuma bunları reva görenlere merhametim yok. Sizleri asla affetmeyeceğim.”

Genç polisin o cümleyi kurma hakkı yok ama bahsettiğimiz insanların bu şekilde konuşma hakları var.

Evleri yakılıp, yıkılıp, yağmalanmış. Düzenleri bozulup tüm yaşamları alt üst olmuş. Özenle büyüttükleri bebekleri, çocukları, anne ve babaları sebepsiz katledilmiş. Cenazelerini almaya bile müsaade edilmemiş. Öldürülenlere, öldürülmeden önce ve sonra işkence edilmiş, çıplak teşhir edilmiş, zırhlı araçlarla sürüklenmiş. Aylarca aç, susuz, temel ihtiyaçlarını karşılayamadan, her gün ölümü bekleyerek/bekletilerek yaşamış. Kendi topraklarında, zoraki mülteci yapılmış. Yıllarca verdikleri emek bir anda heba edilmiş. Yarınları yok edilmiş. Yaşanabilecek her türlü acıyı yaşamış/yaşatılmış.

Bunları yaşayanlar, bunları yaşatanlara merhamet edebilir mi?

Bunları yaşayanlar, yaşatanlara merhamet etmeli mi?

Berkin Elvan’ın, Abdullah Cömert’in, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün, Erdal Eren’in ve katledilen tüm çocuklarımızın anne, baba ve kardeşleri, onları katleden ve katlettirenlere merhamet edebilir mi?

Onların yaşama hakkını kim, hangi hak ve yetkiyle gasp etti?

Katillerinin bilinmesine rağmen, katillerinin yakalanmasına, yargılanmasına, gerekli cezalandırılmasının yapılmasına hangi güç engel oluyor?

Adaletin olduğuna inanıyor musunuz ve bizim olmayan adalete nasıl inanmamızı istersiniz?

Coğrafyamızın tarihinin neredeyse her gününde dayanılmaz acıların gömülü olduğunu, topraklarından kan kokusu geldiğini, Dersim’den Roboski’ye, Suruç’tan Ankara’ya ölümlerin, katliamların, faili meçhullerin olduğunu bilmesek belki merhamet duygusu kaplar içimizi.

“Suçun” anında cezalandırıldığını görsek, suçluların bir an bile serbest kalmadığını, aynı sınırlar içinde yaşamı paylaştığımız tüm insanlarca kınandığını, en ufak hataya bile göz yumulmadığını, suçun cezasız kalmadığını görsek, inansak, o zaman insan yanımız uyanır, merhamet öfkemizin ve acımızın önüne geçebilir.

Ne yazık ki gerçekler çok farklı.

“Alıp götürme, öldürme hatta tecavüz etme yetkim var” diyen emniyet güçlerini görüyoruz. Hakaret ve aşağılamalarla davranan, kafalara silah dayayan, tehdit eden, nefret eden yetkilileri görüyoruz. Öldürülme yaşının sıfıra indiğini görüyoruz. İşkence, baskı, şiddet ve zulüm görüyoruz. Öldürülmüş çırılçıplak bedenler görüyoruz. Kömürleşmiş, parçalanmış cenazeler görüyoruz. Öldürüldükten sonra zırhlı araçların arkasına bağlanarak, marşlar eşliğinde sürüklenen insanları görüyoruz.

Yakılıp yıkılmış evleri, işyerlerini, eşyalarının yağmalandığını, yüz binlerce insanın yersiz yurtsuz kaldığını, insanların perişan olduğunu görüyoruz.

İnsanın insan olmasından kaynaklı haklarının ihlal edildiğini, özgürlüklerinin gasp edildiğini, yurtlarından atıldıklarını, sürgüne/tehcire tabi tutulduklarını görüyoruz.

Yapılanlar içinde, ne kadar arasak da “insanlık” göremiyoruz. “Merhamet” göremiyoruz.

On yıllardır yaşananların bir daha olmamak üzere bitmeyeceğini, sonra da yaşanabileceğini, yapılanların yapılacakların teminatı olduğunu, yapanların yaptıkları için yargılanmadığını, desteklendiğini biliyor/görüyor/yaşıyoruz.

Henüz sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, yakıp yıkmalar, öldürmeler bitmiş değil. Birçok yerleşim yerinde devam ediyor.

Hangi öldürme, faili meçhul, katliam sorumlusu yakalandı, yargılandı ve cezalandırıldı?

İnsanlık dışı uygulamayı yaşatanları, uygulayanından uygulatana, destekleyeninden onaylayanına kadar hiç kimse merhamet beklemesin. Merhamet beklemediğimiz gibi.

Aynı sınırlar içerisinde yaşamı paylaşanların bir kısmına, diğer kısmın reva gördüğü bu insanlık dışı yaşamı yaşatanların da yaşattıklarını yaşamasını istiyoruz. Bu topraklarda yaşayıp suç işleyen, öldüren, katleden, insanlara zulmeden, insanlıktan nasibini almamışların hak ettikleri cezalara çarptırılmalarını, hak ettikleri şekilde yaşatılmalarını istiyoruz.

Merhamet istemiyoruz, merhamet de etmeyeceğiz.

İntikam değil, adalet istiyoruz.