Özgür ruhlu aptal kız olaraktan canımın istediğini yapmaya devam ediyorum. Ne zamandır maillerimde gördüğüm gitmeyi ertelediğim bir oyun vardı. Aslında tiyatroya gitmeyi hep erteliyorum çünkü çok pahalı gitmek istediğim oyunlar. Onlar oyun oynayacak alan bulamıyorlar, devlet her an tepelerinde dramaturg gibi yazdıklarını denetliyor, oyunlara karar veriyor, ruh haline göre bütçelerin musluğunu açıyor/kapıyor falan filan da.

Hayatın içinde tercihlerimiz sadece karakterimizle ilgili değil ki bazen elimizde olanlarla yapmak istediklerimiz denk düşmüyor. Keşke eylemlerimiz ve söylemlerimiz hep denk düşse.

Destar tiyatro grubu 2008 yılında Mirza Metin ve Berfin Zenderoğlu öncülüğünde kurulmuş. Amaçları kendilerine has bir sahne dili yaratmak ve bunu yaratırken, duyarlılıkları olan dil ve kültürü modern bir sahne dili ile yansıtmayı hedeflemişler. Şermola performans 2011 yılından beri bağımsız tiyatro gruplarına ve kendilerinin oyunlarına alan yaratıyor. Sadece tiyatro oyunları değil özel film gösterimleri ve söyleşilere de ev sahipliği yapıyor mekan.

Sokağa girdiğiniz zaman mekanın duygusunu hissetmeye başlıyorsunuz, gerçi ben salak gibi binanın kapısından girip merdivenleri çıktıktan sonra içeri girince tuvalet var mı diye sordum ama o benim ezberimin bozulmasının istem dışı şaşkın söylemiydi. Şık bekleme salonunda çay, kahve içebilirsiniz. Sizin için olan Müstehak dergisini okuyabilir, tiyatro oyunlarından haberdar olabilirsin.

Uslu uslu köşemde dergi karıştırırken, her gelen seyirci Mehmet Atak’ı sordu, henüz gelmediğini öğrenince hayal kırıklığına uğradılar. Ben her yerde adını gördüğüm Mirza Metin’i merak ettim. Onun Disko:5 oyunun afişi çok fena. Konusunu okuyunca insan pek yüzleşmek istemiyor bildiği gerçeklerle ama acıyı çeken yanım o oyunu da mutlaka seyredecek.

Merhaba oyunu, karanlıkta kızıl ışığın altında eller kıvranırken, kadın sesiyle başladı. Kimliğini evde bırakıp, annesinin istediği pusula iğnesini almak için yola çıkmış genç kadın. Mahalle içinde esnafı dolaşıp, kapı kapı iğne arıyor. Sonunda bulup cebine koyuyor iğneyi, ama iğne kalçasına batıyor. O da kolonyalı mendil alıyor, karşına çıkan mendilci adamdan, yağmur başlıyor, sırılsıklam ıslanıyor. Yolda eteğini kaldırıp yarasının acısını dindiremez. Yolun ortasında öyle dururken bir genç bir kadın el ediyor o da bizim mahallenin genci, gerçi babam duysa kızar, öğrenci evine girdiğim için diyor ama gidiyor. Neden tek başına sokaktasın, diyor içeride ki öğrencilerden biri, ona ısınması için yer gösteriyorlar. Çay ikram ediyorlar. Sokağa çıkıp evinin yolunu tutmuşken, ekip otosuna çarpıyor, sisteme çarpar gibi. Kardeşinden küçük bir çocuk, kimliğini soruyor. Evde bıraktım diyor. Burası bizim mahalle, gelin eve gidelim orada göstereyim size kimliğimi. Kafasını sallıyor çocuk, tutuyor kolundan, kızın kafasını eğiyor eliyle, bindiriyor ekip otosuna, işte sonra böyle ellerinden asıyorlar onu. Biz, kızıl ellerin kıvranmasına bakıp zifiri karanlıkta dinliyoruz hikayesini. Onu asmadan önce kliniğe götürmüşler. Ağzında beyaz bir maske olan doktor, kancalı demir aletlerle gelip dilini değiştirmek istemiş. O kancaları görünce kimseye söylemediği, çığlığını içinde patlattığı kürtajı geliyor aklına. Ağzını zorla açmaya çalışmışlar bu sefer, dilini değiştireceğiz demişler ama o açmamış ağzını. Kollarından asılı haldeyken, yaşlı olan adam ona vururken diyormuş ki kanunu çıkaracaksın, bunları sikeceksin dibine kadar. O da ağzını açmadan, ağzının kenarından, umarım, diyormuş ama duymamışlar vurmaya devam etmişler.

Işıklar yandığında kızın kolları yoktu, dirseklerinden askıda kalmıştı ama genç bir adam takım elbisesinin içinde bir dilin beş aşamada nasıl öğrenileceğini anlatıyordu. Tüm bedeni ışıklar içinde, takım elbisesinin içinde gür sesiyle, güçten bahsediyordu. Onun sesini kısan, ana rahmine dönüp ağlamasına sebep olan, dirseklerinden kesik kollarıyla kendi hikayesin de tüm kadınları anlatan kız oluyor. Arada kendine gelip başkanından, telefonunda güç alamayınca, şişşt kadın, sen denetici misin falan diyor ama hak getire kesikkolludilikesilenkadın onunla muhatap olmuyor.

Kürtçe konuşun, Türkçe sizin sahillerde konuştuğunuz yan dilinizdir diyor arada kadın. Çığlık atıyor adam konuşurken, hapşırıyor hepsinde acayip morali bozuluyor, kendine güvenini yitiriyor adam.

Kollarıkesikkadının ağzı bir süre sonra kızıl bir vajinaya dönüyor. Öyle konuşmaya devam ediyor.

Sahnenin arkasındaki siyah perdede beyaz kar taneleri var. Tanelerin her bir çeperi insan şeklinde, onlardan bir tanesi sahneye düşüyor. Kıvranıyor, çığlıklar atıyor, onunda ağzı bir ara çığlıklar atan kızıl bir vajinaya dönüşüyor.

Her biri kendi dilinde kadın sesleri, anlamadığım ama ruhumu okşayan, çalkayan seslerde konuşuyorlar.

Oyun bittiğin zaman bir süre orada oturmak istedim. Öylece kalmak, durmak istedi canım. Kapıdan çıktığımda, Mehmet Atak’la karşılaştım. Ona teşekkür etmek istedim, oyunun içine çektiği, sarstığı, söktüğü için. Onu bekleyen misafirleriyle meşguldü, ben de sessizce yanlarından uzaklaşıp yürüdüm. Evime yaklaşırken dağılan parçalarımı topladım yavaş yavaş, ben olmaya başladım, kendime geldim.

Aslında yolda biraz da tırstım. Kimliğimi kaybedeli çok oluyor, henüz hiçbir yere gitmediğim pasaportumu kullanıyorum kimlik olarak.

Ya 1 Mayıs agresifliğini geceden taşıyan bir çocukla karşılaşırsan, dedi kalbim hızla çarparken, ya pasaportunu kimlik olarak kabul etmezse. Ya gençliğinde şahit olduğun gibi beş sivil adam seni ortalarına alıp yerler de tekmelerse, yok deve dedim kendime tırsak bir gülüşle, o kadar da değil.

Teşekkürler, Nagihan Gürkan, Rıdvan Erdem Kaynarca ve Burcu Eken, muhteşem oyununuz ve akıcı diliniz için, ayakta saatlerce alkışlamak isterdik aslında ama o kadar çalkalandık ki. Mıh gibi kaldık oturduğumuz yerde, özür dileriz.

Güzel günlerde görüşmek dileğimdir efendim.