Bu yazının sürgün yemiş bir edebiyatçı üzerine bir tür inceleme yazısı olması gerekiyordu…

Edebiyatçı hakkında bir takım bilgiler, eserleri hakkındaki değerlendirmeler anlatılmalıydı; kronolojik olarak yazarın serüvenini, tarzını anlatan bir tür inceleme yazısı olmalıydı bahse konu olan, taraf olmayan bir bakış açısı belki de…

Ama benim için söz konusu Mehmed Uzun olunca başka türlü düşünmem gerekiyor, başka türlü yazmak zorundayım…

Çünkü kendi yüreğine sürgün bir adamın kendi teninde, aklında, kendi beninde parçaladığı dikenli tel örgülerini birer kanatlı atlara dönüştürüp dünyanın her kara parçasının üzerinde sualsiz, sınırsız uçurabilmesi bambaşka bir şeydir.

Üstelik bütün bunları yüz yıllardır hırpalanmış, tırpanlanmış bir dil ile bir kültür ile anlatıp evrensel bir bahçeye renk olabilmiş bir yazardan bahsetmek ciddi bir meseledir…

Mehmed Uzun…

Parçalanmış bir kader, sürgün yarası yarınlar, hanelerin içinden geçen tel örgüler, kaçak umutlar, sessiz ve kulaksız kuyular, çayın bile kaçak olduğu bir coğrafya, yırtılmış bir tarih ve hala kanayan toprak…

İki nehir arasında kenetlenmiş bir kader, dağları denizlere taşıyan ince bir hüzündür Uzun…

Yaşlı Rind’in ölümü… Usta bir anlatıcı bir kere öldü mü artık ölümsüzlük onun hakkıdır…

Bir çocuğun süt dişini dökmesi kadar kolay değildir anasından emdiği sütü vakti gelince tütüne sarıp kaçak çay ile demlemesi…

Ve bir bardak demli kaçak çay ile şairlerin, yazarların evrensel sofrasına konuk olabilmesi; mevsimleri, iklimleri bir kaval sesi ile bütün dillerin içinden geçirebilmesi…

Mehmed Uzun’u dünden yarına taşıyan onun içindeki ışığın kendisidir…

Mehmed Uzun’da bir dürbün kadar sürgündür dilin adı, düşlere sarıldığı kederli geceler hangi dilden okunsa aynı yüreğe dokunur, aynı gözlere bakış olur…

Heyhat dediği şafaklar öncesinde sancılar sökülür dilden dile; yürek kocaman yanar da dil susar, bütün bildiklerini göz ucuna, bakışlara, göğün yüzüne verir…

Kardeşe mezar, bacıya umut dağlar; yani kendi coğrafyan, anan baban, mezar taşlarının bile başucuna dikilmediği, bir birine sevdalı iki nehrin yan yana akan kan revan tarihi…

İğdiş edilmiş dillerin, kılıçtan geçirilmiş kültürlerin, kurşuna dizilmiş düşlerin ve toprağın ve güvercin kanatlarının tarihten gelen bir anlatıcısı… Uzun uzun sesler, eski bir dilden yıldızlara uzanan bir yolculuk, başını göğe kaldıranın gün gece duyabildiği sesler...

Bir çocuğun ana dilinden yanağına yediği ilk tokat, dil ile düş arasındaki sarsılmaz bağ, ilk resmi ders, esas duruştaki ilk resmi tören, yanağa inen ilk resmi darbe… Yürek ile dil arasındaki ilk uzun sürgün…

Mehmed Uzun’un hikayesi de böyle başlamıştı…

Ya ana rahmine küser de kaçar gidersin ya da kendi yüreğine sürgün olup göğün yüzünü keşfedersin…

Mehmed Uzun’un uzun hikâyesi böyle başlamıştı…

mehmet uzun

Mehmed Uzun…

Edebiyatla ilgili biriyseniz ve adını duymamışsanız bir yanınızı eksik bırakmışsınız derim. Birkaç sözünü okumuşsanız kitaplarını okuyun derim, kitaplarını okumuşsanız keşke Kürtçe dilinde okuyabilseydiniz derim…

Mehmed Uzun Kürtçe yazdı, İsveç dilinde yazdı, (birçok dile çevrildi eserleri) Türkçeye de çevrildi eserleri, Türkiye’de zor bela ve mahkemelerin muhakeme yeteneği eşliğinde yayınlanabildi kitapları…

Ben Mehmed Uzun’un kitaplarının Kürtçe basımlarını okudum, ilk okuduğum romanı Tu (Sen) idi. Otuzlu yaşlarındaki bir adamın okuma yazma bilmediği kendi anadilinde bir kitabı okumaya yeltenmesi belki delilikti!

Benim için son derece farklı bir tecrübeydi, altı yaşımdan beri konuşmadığım anadilimle yazılmış bir kitabı okumaya koyuldum, ne Kürtçe okuma yazmaya dair en ufak bir fikrim vardı ne de sözlük falan kullandım…

Tu (Sen) bittikten sonra Ronî Mîna Evînê Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık) adlı romana başladım, çok daha rahat ve akıcı okuyup anlamaya başlamıştım, sonra diğer kitaplarını okudum…

Edebi eserlerde benim için tasvir son derece önemlidir, dünya klasiklerini bu anlamda eşsiz bulurum. Tasviri yapan yazar tarihten gelen eski bir anlatıcı gibi olmalı benim için. Yırtılan çağların canlı bir şahidi, bir mağduru, bir delisi, bir kahramanı ve olayın cereyan ettiği evrenin coğrafyası, kültürü, dili, çatısı ve ev sahibi olmalıdır.

Yaşar Kemal’i klasikleştiren de bu yeteneğidir. Mehmed Uzun’un bir romanının ilk sayfalarında Yaşar Kemal’in değerlendirmelerini okumuştum, Mehmed Uzun’un tasvir yeteneğine hayran olduğunu anlatıyordu… Yaşar Kemal Mehmed Uzun’un o kitabının Kürtçesini mi okudu bilmiyorum ama, ben Mehmed Uzun’un daha farklı, çok daha kuvvetli ve eşsiz bir anlatıcı olduğunu düşünüyorum.

Bazen soruyorum kendime, acaba ben Mehmed Uzun’u Kürtçe okuduğum için, eksik yanımdan okuduğum için mi bu denli eşsiz buluyorum? Cevabını ben de bilmiyorum…

Türkçemin Kürtçemden daha yetkin olduğu aşikardır, Mehmed Uzun’un bir romanının Türkçe baskısını okumaya yeltendim, ama beceremedim… Oysa roman okumaktan nefret eden biri o kitabı eline aldığında soluk soluğa okumuştu, buna şahidim…

Yaşar Kemal Kürt kültürü ile doğmuş, Türkmen kültürü ve Anadolu’daki diğer kültürler ile olgunlaşmış, kendi kalemini diller ve kültürler ile harmanlamış ve Türkçe meyveler vermiş bir çınardır…

Onun kalemi benim için tartışmaz bir biçimde kuvvetlidir, ancak Mehmed Uzun çok daha ince, uzun, serpilmiş ve evrensel bir çığır açmıştır bende…

Yok sayılmış, kör edilmiş, tırpanlanmış bir dil ve kültür ile söze koyulup evrene seslenebilmiştir Uzun…

Bir yazarın usta bir anlatıcı olması benim için mutlak bir öneme sahiptir, ama anlatanın, aydınlatanın durduğu yer çok daha önemlidir!

Sınırlar ve devletler benim ciddi bir derdimdir;

Bir aydının, bir yazarın, şairin, bilim adamının ve dahi inanç adamının bile konumlandığı yer vicdan denen terazi için çok önemlidir!

Benim için usta bir anlatıcının, hele hele tarihten gelen eski bir anlatıcının, haksız otorite denen şey ile devlet denen o kibirli pis organizma ile mutlak olarak bir derdi olmalıdır!

Bir anlatıcı dillerin, kültürlerin, halkların, inançların ve bilcümle hor görülen canlıların sesi olmalıdır; taşın, toprağın, suyun, rüzgarın, yıldızların, çölün bile…

Usta bir anlatıcının tek ölçüsü vicdandır, devleti yoktur onun, bayrağı yoktur, kutsalı yoktur, askeri yoktur, silahı yoktur…

Usta bir anlatıcının sözleri dünyanın bütün dillerine tereddütsüz çevrilebilir…

***

Mehmed Uzun mu?

Hangi dilde okursanız okuyun tereddütsüz bir anlatıcıdır…

Mesela diliniz aşk mı?

Okurken yaşıyor insan, bütün kirli kederler çırılçıplak iki tende paklanıyor…