Siz hiç yalnızlığın maddi, fiziksel bir varlığa dönüştüğüne tanık oldunuz mu? Roboski katliamında ölen 35 genç insanın cenazeleri bir insan selinin omuzlarında mezarlığa taşınırken, Gülyazı köyünde yalnızlık adeta beden kazanmıştı.

Kürtler tek vücuttular, beraberdiler, birlikteydiler, acı içindeydiler, öfkeliydiler ve yalnızdılar.

Bombalamadan hemen sonra ve de cenaze boyunca tek bir yetkilinin meydanlarda görünmemesi, hükümetin ve genelkurmayın yaraya tuz basan kayıtsız açıklamaları, hakaret eder gibi katliama “talihsiz olay” diyen bir başbakan, Nişantaşı’nda İstiklal’de, cümle barda eğlence yerinde yeni yıl kutlayan kalabalıklar, resmi olarak organize edilmiş havai fişekli gece yarısı gösterileri ikna etmeye yetmiyorsa sizi Kürtlerin ne kadar yalnız bırakıldığına, bir de buradan dinleyin o zaman.

Gülyazı’da vakit neredeyse öğlen. Cenaze konvoyu durmuş, tabutlar omuzlara alınıyor. Mezarlığa doğru gidecek.

Genç bir delikanlı ile konuşmaya çalışıyorum. Cenazeleri almaya bombalamanın olduğu yere gitmiş. 17 yaşında. O da kaçağa gidiyor, neredeyse bütün yaşıtları gibi. O yüzden yöreyi iyi biliyor. Anlatmaya başlıyor, bombaların düştüğü yere vardığında daha cenazelerin, ölü katırların üzerindeki alevlerin sönmediğini söylüyorken tam, sözü kesiliyor.

Öfkesi kendinden taşan bir adam, bana dönüyor. Soru açık: “Sen kimsin?”

“Gazeteciyim” diyorum. Polisim demişim gibi geriliyor ortalık. “Hangi gazete?” takip eden soru.

“Yabancı basın” diyorum. Tatmin olmuyor. Kimlik istiyor. O sırada yanına başkaları da geliyor. Herkes benden “yabancı basın” olduğumu kanıtlamamı bekliyor.

Görüyorlar kimliği, tamam diyorlar. Sonra çocuklara dönüyorlar Kürtçe, “Türk basınına konuşmayacaksınız” diye azarlayıp, uyarıp gidiyorlar.

Bu Uludere’de “yabancı basınız” diye işimizin ilk kolaylaştığı an değil. Son hiç değil.

Katliamın ardından halkın “Türk basınına” öfkesi büyük.

Gazeteciyim demek küfretmişsin gibi karşılanabiliyor. Bombalamanın ertesi günü öğlene kadar tek satır geçmeyen TV’ler hedefte. Roj TV "bugün bakalım neler olmuş öğrenelim" diye açılıyor evlerde, sonra da “Türk basını” kanalları açılıyor, bakalım neyi yazmıyorlar, neyi gizlemişler diye.

Kürtler artık acılarının “Türk basınında” ses bulmasını beklemekten vazgeçmişler. Bari saygısızlık edilmesin diyorlar.

“Benim artık bu Türk basınından beklediğim hiçbir şey yok. Burada bir arkadaşımız var bizim, yabancı uluslararası basından. O şimdi bütün gerçekleri tek tek yazacak,” diyor telefonda bir arkadaşına, bizi evinde misafir eden sonra da mihmandarlığımızı yaparak haber yazmamıza el veren genç arkadaşımız. 

Utanıyorum. Sırtıma yüklediği sorumluluk büyük. O arada çalıştığım uluslararası ajansa cenazeden geçtiğim haber düşüyor. Arkadaşım sırtımda, tercüme ediyorum haberi ona, gözleri parlıyor. Haberde kimsenin bilmediği bir şey yok, aslında herkesin gördüğü şeyler var. Aynı anda 35 genç toprağa verildiğinde ne olursa o var.

Tam da burada başlıyor zaten “Türk basınına” öfke ve “yabancı basına” hoş geldin deyiş.

Sanmayın ki basına öfke katliamın olay yeri ile sınırlı.

Cumartesi günü Diyarbakır’da Ninova alışveriş merkezinin önü, öğlen vakti. Amedliler yavaş yavaş toplanmaya başlamışlar. Alışveriş merkezinin tam karşısında yarısı gözüken binada polisler daha dün gece iki genç HPG militanını öldürmüş.

Polis diyor ki silahla karşılık verdiler, çatışmada öldüler, halk diyor ki infaz edildiler. Kitle henüz kalabalık değil ama Ninova’nın önü hayli gergin. Polisler grup grup halkın önünden geçtikçe daha da geriliyor.

Etrafımda bir sürü insan, görgü tanığı bulmaya çalışıyorum. Herkes hep bir ağızdan bir şeyler anlatmaya çalışırken yaşlı bir amca geliyor, “yaz” diyor “yaaaaz! PKK’liler polise bomba attı, silahları vardı, çatışma çıkardılar öldürüldüler diye yaz!” Ağzımı açmama fırsat kalmıyor, amcanın yanındaki adam “O yabancı basından amca” diyor “Türk basını değil.”

Amca birden utanıyor, kıpkırmızı oluyor “Ah kızım çok özür dilerim tamam o zaman” deyip anlatmaya başlıyor duyduklarını.

Bilse aslında o utançta buluşuyoruz kendisi ile. Bir katliamı izlemek insanlık adına yeterince utanç verici iken bir de medyanın Kürtlerin yalnızlığını kat be kat artıran tavrından utanmak, meslekten utanmak var.

Bir halkın aynı topraklar üzerinde yaşadığı basından bir beklentisinin kalmayıp yüzlerini yabancı basına çevirmeleri, ümitlerini oraya bağlamaları, onların tarafsız şekilde acılarını dünyaya aktaracağına inanmaları acı değil mi?

“Türk basınının” insanın gerçeklik duygusunu yitirmesine sebep olacak kadar katılaşmış bir acıyı, Türk kamuoyuna aktarmadığını, aktarmayı bırak hakkında yalan söyleyip, acılarını değersizleştirdiklerini görmeleri utandırmıyor mu sizi?

İyi de, yabancı basın kime yabancı, kime tanış şimdi?

(emekdunyasi.net )