Vedat Türkali, Taraf’ta yayınlanan mektubunda Yalçın Küçük’ün hakkında söylediklerine yanıt verdi:

İkinci Reçete (İkinci aşı)

Aydınlık’ta bana bir saldırı yazısı çıkmış Yalçın Küçük adlı yaratığın. Reçetesini yıllar önce yazdığım için onunla yetinir diyip geçeyim dedim. Çevremde hemen herkes de böyle düşünüyordu. Uğraşmana değmez diyorlardı. Kimsenin adam yerine koyduğu yoktu bu yaratığı! Tam dönüp işime koyuluyordum ki, HÜRRİYET gazetesinde dört “akil adam”ın “Türkiye’de en etkili on kişi” listesinde, tepesinde şeytan külahıyla resmini görünce dura kaldım. Tam, “Vay anasını sayın seyirciler!” durumu. Nuri Bilge Ceylan “Benim yalnız ve güzel ülkem” demiş. Bağışlasın, benim içimden “benim enayi ve güzel ülkem” demek geliyor! Kendi değişmez enayiliğimi de daha iyi anlıyorum galiba! Gene iş başa düştü! Büyük söylemeyeyim ama bu son.

İyilere de selam gönderme yolu açıldığı için hayırlı bir yanı da olacak belki. Haksızlığa, iftiraya uğrayan Yusuf Peygamberin atıldığı zindandan ötürü cezaevine “mekân-ı Yusuf” denir İslamcı kesimde. Basında adı geçen genç arkadaşları (Ahmet Şık, Nedim Şener) pek tanımıyordum. Düşüncelerinden, yazılarından ötürü tutuklandıkları için yüreğim onlarla. Cezaevi jargonuyla “Allah kurtarsın!” Aslında hep biliyoruz ki, kurtaracaksa halklarımız kurtaracak hepimizi.

Yalnız, her Pazar tarihsel yazılarını dört gözle bekleyip çoğunun sayfa boyu kesiklerini kitaplığımdaki dosyalarda sakladığım Soner Yalçın’a özel selam gönderiyorum! Yanılgıya düştüğüne inandığım bir konuda titiz araştırmacı tutumuna katkıda bulunalım diye yardımcım aracılığıyla düzeltme yollamıştım, bilmem anımsar mı? (1 Mayıs 1943’te Gazi Orman çiftliğinde işçi bayramını Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran’la “ADIMLAR” dergisinin o gün yayınlanan birinci sayısını da kutlamak üzere birlikte geçirdiğimizi bildirdim. Muzaffer Şerif övgüyle sözünü ettiği Dil-Tarih’ten öğrencilerinin yanına da uğramıştı bir ara.) Sayın Soner Yalçın anımsarsa bir de telefon konuşması geçti aramızda. Televizyonda yaptığı bir paket programda konuşmamı istemişti. Ben de ilke olarak sadece canlı programlara katıldığımı, kulaklarım daha bu kadar kötüleşmediği için de kendisiyle sevinerek canlı yayına çıkacağımı bildirmiştim. Olmadığı için de üzüldümdü.

Asıl üzüntüm tutuklandığını duyduğumda olmuştu. Ama beteri de varmış! Konuya geliyorum.

İlgileneceklere önce 1989 tarihinde Görüşler Dergisi’nde “Sol İçinde Solcu McCarthysm” başlığı ile (bu yazı Tüm Yazıları Konuşmaları adlı kitabımda da yer almaktadır) yayınlanmış, yukarıda Yalçın Küçük’ün reçetesi dediğim yazıyı okumalarını salık veririm. Yazmaya çalışacağım bu ikinci reçete de, birincisi gibi daha çok çevresindekileri uyarıp kollamak içindir. Bir tür aşı. Bulaştırdıkları maraza kendileri şerbetlidir bu yaratıkların, ne çekerse çevresinde bulaştırdıkları çeker.

Birinci reçetede belirttiğim tüm durumlar, konular özellikler geçerliğini koruyor. Yinelemeğe gerek yok.

Temel noktalara değineceğim yalnız bu yaratık konusunda

1. Aklın almayacağı ölçüde yalan söyler. Rahmetli Aziz Nesin’le ilişkilerimiz üstüne tüm anlattıkları uydurulmuş şeylerdir. O ağır 12 Eylül döneminde “Aydınlar Dilekçesi” imza kampanyasını, bugün çoğu hayatta olmayan değerli birçok arkadaşla birlikte nasıl yürüttüğümüzü tüm çevre bilirdi. 70. Yaş günü konuşmasının benim yapmamı isteyen Aziz’di. Hele bu yaratığın, kendisine olan sevgimi sık sık dile getirdiğim yalanı öğürtü uyandırdı içimde. Tanıdıktan hemen sonra uzak durmaya çalıştım. O da iyi bilir bunu. Şimdi bir noktayı açıklayacağım. İmza kampanyası dolayısıyla başlayan sorgulamalara bu adamın müdahil olarak katıldığı; onun kışkırtıcı sorularıyla ünlü bir “solcu” sinema oyuncusunun dönekliğe kalkıştığı, bu adamın yiğit davranışı olarak yayılmaya başlandı. Sanki biz onların ne menem dirençsiz “solcu!” olduklarını bilmiyorduk. O ağır koşullarda güç bela bir araya getirilmiş bir topluluğu parçalamak, yani düpedüz “provokasyon”du adamın yaptığı. Lahavle çekip gücümüz yettiğince önleme çabası gösterdik. Ben de elimden geldiğimce uzak durmaya, zorunlu durumda arkadaşları uyarmaya çalıştım.

2. Sakın paranızı emanet etmeyin! Gider paranız. Yürütülen imza kampanyasından sonra Aziz, aynı birliktelikle para toplayıp arsa alarak toplu bir gazete çıkarma sevdasına düştü. Olabilirliğine inanmadığım için ben katılmadım. Yalnız kesemin elverdiği ölçüde küçük bir katkıda bullundum. Paralar bu adamda toplanıyordu. Hır çıkarıp ayrıldı. Üstüne yattı; utanmadan da yedi bu paraları. Aziz’e, “Niye yanına bırakıyorsun bu herifin” dedim. Aynen “Ne yapayım? Bu çirkefe mi bulaşayım?” dedi. Yaratık budur!

3. Londra’da bulunduğum yıllarda Paris’teymiş bu adam. MED -TV’de Öcalan’la haftalık konuşmalara başladı. Adiliğin, yalakalığın böylesi görülmemiştir. Bu adamı konuşturmalarının yarar sağlamayacağı konusunda Kürt arkadaşlara da uyarıda bulunduğumu anımsıyorum. Ne yapıp edip Paris’te yıllarca Kürtlere besletmiş kendini. Malımı bildiğim için şaşmadım. O günler Suriye’de olan Apo’nun yanına da yollanmış. Bir sürü soytarılığı da orada yaptı. Marifetlerini kendi de marifet yapmış gibi anlatıyor aslında. Utanma mı var ki herifte! Bu saldırısında benim yağlı kapı olan Kürtlere sokulduğumu, Apo için ağlamalara başladığımı söylemiş. Kürtlerden -aldımsa! ne aldığımı söylemek onlara düşer.

Bir ay kadar önce Silivri Cezaevi’nden salıverilmiş Sosyalist Demokrasi Partisi başkanı Doktor Rıdvan Turan ziyarete geldi. Kürt sorununa ağırlık verdikleri için bir gece sabaha karşı evi basılıp tutuklanarak Silivri’ye kapatılmış, hiçbir gerekçe gösterilmeden iki yıl kadar yatırılmış. Bunlar doğallaştı artık. Yalnız şöyle bir olaydan söz etti Doktor. Benim bir kitabımı okurken gören gardiyan “Bu adamın kitaplarını okursanız cezanız artar” demiş. Gülüp geçtik ama hele bu son saldırıdan sonra -malımı da bildiğim için- kafama takıldı.

Ne dersiniz bu herif, Adada kapalı tutulan Heval Öcalan’ın durumu da içinde Kürt sorununa gösterdiğim ilgi için bana diş bilediğini bildiğimiz egemen çevrelere kaş gözle durumunu yumuşatmanın rezilliğine soyunmuş olmasın? Durduk yerde niye saldırıya kalktı ki? Çıkarı olmadan bir karış adım atmaz bu adam. Sorması benden, adil yargılama sizden değerli okuyucular.
 

N.B.

Adını “deli”ye çıkardı. Çatlak Profesör diyorlar. Ne delisi? O güzelim “deli” Can Yücel’in tırnağına kurban olsun. Düpedüz uyanık bir düzenbazdır. Evet, Can’ın dediği gibi

“Küçüktür ama mide bulandırır”.

Osmanlıca’da bol sözcük vardı böylesi yaratıklar için. “Frumaye- Cibilliyetsiz- Bedasl... v.b. En hoş görülüsü Sadi’nin ünlü beytidir. Birinci reçetede okuyacaksınız:

“Niş-i akrep ne ez rehi kinest

İktizayı-yı tabiateş inest”

Ziya Paşa’nın yargısı serttir.

Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma

Zerduz-u palan vursan eşek yine eşektir.

Biliyorsunuz Ziya Paşa’nın ünlü terkib-i bendinden beyittir bu.

Burada şöylesi uygun düşüyor gibi:

Tutuklamak pisliktir böyle yaratıkları Altın hücreye koysan Küçük gene Küçüktür.

Ne dersiniz; eşeciklere de ayıp oluyor ama...

Evet, diyeceğim, lütfen uyanık olun, değerli yazar arkadaşlarımız. Kendinizi ciddi biçimde koruyun! Bizim düştüğümüz enayiliklere siz düşmeyin lütfen!

4. Altı-yedi yıl önce “Sahtekârlar Cenneti Türkiye”de “GÖMÜT TAŞI NOTLARI” diye bir yazı dizisi yapıyordum. Bu yaratığın portresi de içindeydi. Bitmişti. Yayınlamadan bıraktımdı. Elim değmişken o armağanımı da kalıt olarak bırakayım bu yaratığa diyorum. Ölüp gideceğiz şunun şurasında; ne de olsa emeği geçti herifin!!! İslam tarihinde, ünü kalsın diye zemzem kuyusuna işeyen “Ebu bevval” diye biri vardır. En azından öylesi biri bu.

Tüm dostlara ta yüreğimden sevgiyle!

Cezaevlerindekilere ayrıca bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları, gerçekten özgür bir toplumda bir araya gelmemiz dileğiyle.