Yazar Alper Görmüş, Ergeekon kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın Dokunan Yanar/İmamın Ordusu isimli kitabı için kullandığı "kötü" ifadesinin yanlış tercih olduğunu yazdı. Görmüş, "kastım, kitabın, 'kimbilir içinde ne vardı da yasaklamayı göze alabildiler' propagandasını haklı çıkarabilecek kadar yeni bir bilgiyi içermediğini vurgulamaktı" dedi.

Görmüş'ün Taraf gazetesindeki Medyaironik köşesinde yayımlanan (27 Mayıs 2011) yazısı şöyle:



Susamam, çünkü Ergenekon benim de davam...

Geçtiğimiz günlerde, önce Ahmet’in (Şık) “İmamın Ordusu” kitabının kötü bir kitap olduğunu, kitabı ona yakıştıramadığımı söyledim; sonra da Ahmet Şık ve Nedim Şener için gerçekleştirilen Uğur Dündar’lı, Oktay Ekşi’li, Ertürk Yöndem’li “basın özgürlüğü” yürüyüşlerini eleştirdim; İstanbul’da olsaydım (bile) bu yürüyüşlere katılmayacağımı dile getirdim.

Bu tavrım nedeniyle “sol”dan ağır eleştiriler aldım. Perdeyi Evrensel gazetesi açtı. Gazete, gazeteci örgütlerinden toparladığı tepkilerle beni sürmanşetinden “saray yazıcısı” ilan etti.

Evrensel’in haberinden sonra bu minvalde pek çok başka tepki de geldi; görebildiğim kadarıyla sonuncusunun sahibi, televizyon kanallarında “Bugünlerin karanlığını belki 12 Eylül’le kıyaslayabiliriz ama galiba durum ondan da kötü” diyebilecek noktaya geldiğini daha önce yazdığım gazeteci Ece Temelkuran’dı.

Ahmet’in kitabına “kötü” dememi şöyle değerlendirmiş yazısında: “Zaten hapse girmiş ve hukuksuz bir şekilde orada tutulan bu insanlar için ‘zaten onun kitabı iyi değildi, zaten onlar bilmem neydi’ gibi zavallıca şeyler yapmak çok büyük günahtır. Ayıptır, ayıptır, günahtır, zulümdür.”

Bu çerçevedeki eleştirilerin tümüne kısaca cevap vermek isterim, her ne kadar konuyla ilgili, başından beri kendimi anlatmak zorunda bırakıldığım için kırgın ve kızgın olsam da...

Her şeyden önce, eleştirilerimin sanki Ahmet’in tutuklanmasını ve hapiste tutulmasını onaylamak anlamına geldiğini imâ eden bu türden lanetli cümlelerin sahiplerini daha âdil olmaya davet ediyorum. Kitabın kötü olduğunu söylemenin, kitabın suç unsuru içerdiği anlamına gelmediği yeterince açık değil mi? Burada kastım, kitabın, “kimbilir içinde ne vardı da yasaklamayı göze alabildiler” propagandasını haklı çıkarabilecek kadar yeni bir bilgiyi içermediğini vurgulamaktı. İşin bu yanını vurgulamak zorundaydım, çünkü kitap üzerinden yaratılmaya çalışılan bu algının Ergenekoncu propaganda ile örtüştüğü kanaatindeyim.

Ortada neden tutuklandığını bilmeyen bir gazeteci ve o gazetecinin yayımlanması engellenen kitabı varken, algının bu yönde şekillenmesinin doğal olduğunu anlayabiliyorum. Fakat bir yandan da, algıyı bu yönde “şekillendirmek” için çabalayan, propagandayı körükleyen birilerinin olduğunu da görebiliyorum. Ergenekon meselesini dert etmeyenler buna aldırmayabilirler, fakat ben öyle yapamam.

“Kötü” sözcüğünün yanlış ve çarpıtılmaya müsait bir sözcük olduğunu itiraf etmeliyim. “Kötü” yerine mesela “bilinenleri tekrar eden” demiş olsaydım, kendimi çok daha doğru ifade edecek ve belki bu yanlış anlamaların / yanlış anlamak istemelerin önüne geçebilecektim. Bu nedenle tam bu noktada şunları da söylemeliyim:

a) Söyleşide “kötü” sıfatını hangi anlamda ve neden kullandığımı anlattığım bölümlerin çıkartılıp, “kötü”nün çıplak bir biçimde sunulabilme ihtimalini düşünmeliydim.

b) Verdiğim söyleşide kitapla ilgili olarak “kötü” sıfatını kullanmamım, pek çok insanın yazılanları sakince değerlendiremediği şu gergin ortamda çarçabuk yanlış yorumlanabileceğini tahmin etmeliydim.

c) Birilerinin bundan, sanki Ahmet’in kitabı üzerinden yürütülen propagandayı değil, doğrudan doğruya Ahmet’i hedef aldığım gibi bir sonuç çıkartabileceklerini düşünmeliydim.

Şimdi, belirttiğim gibi, bu kelime tercihimin yanlış olduğunu görebiliyorum.

Yine: Şık ve Şener için yapılan yürüyüşleri eleştirmem de onların hukuki ve fiili pozisyonları açısından herhangi bir sonuç doğurmaz.

Diyebilirsiniz ki, Ahmet Şık senin arkadaşın; susabilirsin.

Ben de diyorum ki, hayır, susamam, çünkü Ahmet Şık benim arkadaşımsa, Ergenekon da benim davamdır.

Ahmet’in kitabı üzerinden yürütülen propaganda ve ardından gerçekleştirilen yürüyüşlerin davanın berhava edilmesini isteyenlerde yarattığı memnuniyeti gördüğüm halde görmemiş gibi davranamam.

“Zalimlik” kelimesini o kadar kolayca kullanan Ece Temelkuran, korku algısını ısrarla körüklediği televizyon programlarından birinde, o sırada yurtdışında olduğu için (!) “cumhuriyet mitinglerinin gerçek niteliğini değerlendiremediğini” söylemişti. Ben de şimdi kendisini, o mitinglerin “gerçek niteliğini” mitingler yapılırken izah etmeye çalışanlara karşı zamanında neler dediğini hatırlamaya davet ediyorum. Belki böylece, bugünkü propaganda ve yürüyüşlerin “gerçek niteliği” üzerine yazanlara karşı daha dikkatli bir dil kullanır.

Varsın birileri benim sözlerimi bambaşka anlamlara çekerek zalimliğimi ilan etsin. Ben, görmek isteyenlerin gerçek niyetimi görebileceğine dair inancımı korumaya devam edeceğim.


Ahmet Şık'ın cevabı:

‘Ben de Susamam. Çünkü Ergenekon Benim de Davam; Gerçekten’