Mart ayından bu yana cezaevinde tutuklu bulunan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener, Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’a, Agos’ta 16 Eylül’de yayımlanan yazısıyla ilgili birer mektup gönderdi. Koptaş, bu haftaki köşesinde bu konuyu okurlarıyla paylaştı. O yazıyı ve iki gazetecinin mektuplarının tam metnini yayımlıyoruz.

 

ŞIK VE ŞENER’DEN MEKTUP

ROBER KOPTAŞ

Agos, 7 Ekim 2011

16 Eylül tarihli Agos’ta, ‘Hukuk, etik ve siyaset arasında’ başlıklı bir yazı yazmış, Oda TV iddianamesinde yer alan Ahmet Şık ve Nedim Şener hakkındaki suçlamalarla ilgili genel değerlendirmemi ve bazı sorularımı aktarmıştım (http://www.facebook.com/notes/agos-web/hukuk-etik-ve-siyaset-aras%C4%B1nda/114766555297968). O metin, “İki gazetecinin tutuklandığı tarihte ‘Kabul edilemez’ başlıklı bir yazı yazdığım için, iddianamenin ardından da görüşlerimi okurlarla paylaşmayı bir borç olarak görüyorum” diye başlıyor ve bu borcun gereğini yerine getirmeye çalışıyordu.

O yazı, başlığından da anlaşılacağı üzere, sorunun farklı boyutlarını birbirinden ayırarak tartışıyordu. Hukuk merceğinden bakıldığında, iddianamenin Şener ve Şık’la ilgili suçlamalarının yetersiz, şüpheli kanıtlara dayandığını gösteriyordu. Yayımlanmış veya yayımlanacak kitapların örgüt propagandası olarak kabul edilemeyeceğini ifade edip, bu çalışmaların ve var olduğu iddia edilen ilişkilerin bir suç oluşturamayacağını düşündüğümü belirtmiştim. Etik ve siyaset merceğinden ise, iki gazetecinin yanıtlamasının uygun olacağını düşündüğüm bazı sorular sormuş ve bu yanıtların, yine yargılamayla bir ilgisi olamayacağını, ancak, kamuoyunun, var olduğu iddia edilen ilişkilerin niteliğiyle ilgili etik ve siyasi muhakemesi için gerekli olduğunu yazmıştım.

Bu sorular, Ahmet Şık için, kitabının taslağı üzerindeki notların kime ait olduğuyla ilgili, birbirinden farklı anlamlara gelen açıklamaların aydınlatılması; Nedim Şener için ise, yazımına katkıda bulunduğu iddia edilen Hanefi Avcı’nın kitabıyla ilgili gazete yazılarında, kitaptakinden farklı cümlelerin alıntılanmasıyla ilgiliydi.

Önce Ahmet Şık, sonra Nedim Şener, birer mektupla, bu sorularımı yanıtladılar. Burada sadece temel vurgularını özetlemekle yetineceğim, ama okurlarımızın daha iyi değerlendirebilmesi için, iki gazetecinin mektuplarının tam metinlerini internet sitemizde ve Facebook sayfamızda yayımlayacağız.

Ahmet Şık: “Sorguda  sorulmayan notlar iddianamede var”

Ahmet Şık’ın, kitap taslağı üzerindeki notların önce kendisine ait olduğunu söylemesinin, ardından bir kısmının bir haber kaynağına ait olduğunu açıklamasının, karşımıza tutarlılık ve güvenilirlikle ilgili bir soru çıkardığını yazmıştım. Şık buna, savcılıkta kendisine sorulan bütün sorulara doğru cevap verdiğini, sorgusu sırasında kendisine okunan bütün notların, kitap üzerinde çalışırken bizzat aldığı notlar olduğu cevabını verdiğini, ama savcının bu yanıtı kitap dosyasındaki bütün notlar için geçerliymiş gibi sunarak, kendisinin yalan söylediği izlenimi yaratmaya çalıştığını söylüyor.

Şık ayrıca, adını açıklamadığı haber kaynağının örgüt talimatıymış gibi sunulan notlarının sadece maddi düzelti mahiyetinde olanlarını kitabına uyguladığına, haber kaynağının kitabın içeriğine yönelik şahsi önerilerini dikkate almadığına da dikkat çekiyor ve bunun, söz konusu ilişkinin, gösterilmek istendiği gibi bir talimat alma/verme mahiyetinde olmadığını zaten kanıtladığını dile getiriyor.

Nedim Şener: “Alıntılardaki farklılıklar editoryal müdahale”

Nedim Şener ise, mektubunda, Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın kitaplarıyla hiçbir ilişkisi olmadığını, iddiaların gerçeği kesinlikle yansıtmadığını söylüyor. Şener’in, gazete yazılarında Hanefi Avcı’nın metninden yaptığı alıntıların kitabın basılı halinden farklı olması hususunu aydınlatılması gerektiğini yazmıştım. Şener bu konuda, alıntılardaki farklılıkların bütünüyle gazetelerdeki editoryal müdahalelerden kaynaklandığını; ideal durumda elbette ki yapılmaması gereken alıntı içeriğine müdahale işleminin, gazete ortamında, yer sıkıntısı veya alıntının bağlamının okura daha iyi anlatmak gayesiyle yapılabildiğini; Hanefi Avcı’nın kitabıyla ilgili olarak başka gazete ve gazetecilerin de alıntılarında benzer değişiklikleri yaptığını söylüyor.

Şener, Hanefi Avcı’dan kitabın Word halini 20 Ağustos’ta, yani kitap kendisine ulaştıktan bir gün sonra, Merter Polisevi’nde aldığı, ve bu görüşmenin tarihini 19 Ağustos olarak veren Avcı’nın, tarihi yanlış hatırladığını da dile getiriyor.

Nedim Şener, son olarak, daha önceki hiçbir Ergenekon tutuklamasında adı geçmediği halde,  kendisinin tutuklanmasıyla sonuçlanan sürecin, Hrant Dink cinayeti üzerine yaptığı araştırmaların ve yazdıklarının Emniyet içerisindeki bir grubu rahatsız etmesinden kaynaklandığını savunarak, iddia edildiği gibi iki kitaba ‘bir tek nokta’ kadar dahi katkı yaptığının ispatlanması halinde, her şeyi bırakacağını söylüyor.

Benim sözüm

Gazetecilik soru sormayı gerektirir, ama gazeteler savcılık makamı değildir. Ben de savcı değilim. Bu durumda, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in mektuplarında kendileriyle ilgili dile getirdiği her açıklama, savcı veya bir başkası çıkıp aksini ispat etmedikçe, benim için muteberdir.

Gönderdikleri mektup ve yaptıkları açıklamalar için Ahmet Şık’a ve Nedim Şener’e teşekkür ediyorum. Kişisel olarak, cezaevinden mektup almanın, hele hele kendini savunmak durumunda bırakılan insanlardan mektup almanın zor olduğunu söylemeliyim. Aynı nedenle, benzer bir zorluk, benim için 16 Eylül’deki yazıyı yazarken de geçerliydi. Yine de, konunun ciddiyeti ve okura saygının bir gereği olarak, duygusallıktan uzak, soğukkanlı bir şekilde, akla takılan tüm soruları sormak gerekiyor. Bu tip netameli durumlarda, benzer soruların dile getirilmesinin, suçlanan insanlara savunma hakkı tanımak anlamına geldiğini ve önemli olduğunu düşünüyorum. Yazımın buna zemin sağlamış olmasından dolayı da mutluyum.

Önceki yazıda da belirttiğim gibi, Ahmet Şık ve Nedim Şener’le ilgili suçlamaların, bir suç oluşturmadığına inanıyorum. Varlığı iddia edilen ilişkiler gerçek bile olsa, demokratik ilkeler açısından, kitap yazmak, doğrudan şiddet çağrısı ve aşağılama içermiyorsa, suç teşkil edemez. Şık ve Şener’in yedi aydır içeride tutuluyor olması, bu anlamda büyük bir yara. Umarım en kısa sürede dışarıda olurlar ve yazıp çizdikleri hakkındaki entelektüel ve siyasi tartışmaları karşılıklı olarak, özgürce yürütebiliriz.

 

AHMET ŞIK’IN MEKTUBU

24 Eylül 2011

Sevgili Rober,

Öncelikle selam ve sevgi. Neredeyse 7 ay sonra bu mektup nereden çıktı diye düşünebilirsin. Haklısın. Nedeni malum. 16 Eylül tarihli Agos’ta yer alan yazın. Cezaevinde 1 hafta gecikmeli olarak elimize ulaştığı için Agos’u henüz dün görebildim. Öncelikle Agos’un yaşadığımız sürece dair takındığı tutum nedeniyle senin şahsında herkese teşekkür ediyorum. Mektubu yazma nedenime gelmeden önce belirtmeliyim ki bu mektubu gazetede yayımlaman ya da birazdan anlatacağım açıklamalara yer vermen için kaleme alıyor değilim. Tek isteğim, üzerime bulaştırılmaya çalışılan Ergenekon çamuruna dair kafanda bir tek soru işareti dahi olmaması. Hem senin, hem Agos’a emek veren, katkı sunan diğer arkadaşların ve okurlarınızın nezdinde istediğim budur. Belki çok abartılı olacak ama Agos’un size olduğu kadar ben ve benim gibi düşünenlere de bir miras olduğunu düşünüyorum. Bu tür cümleler kurarken çok rahatsız olduğumu da bilmeni isterim. Ortalık, Hrant Dink adından nemalanmaya çalışan çakallarla doluyken, böyle ifadelerim nedeniyle o sürüye dahil gibi görünmekten utanırım. Bu konuda söyleyecek, yazacak, konuşacak çok fazla sözüm yok. Ama bu mektubun konusu değil. Olmamalı.

Yazını okudum. Eyvallah. Düşündüğünü eğip bükmeden mertçe ifade etmişsin. Ancak görünen o ki ya kendimi doğru anlatamamışım ya da anlaşılmamışım. Hangi konuda itiraz ettiğim malum. Şimdi sırasıyla açıklayayım:

“İkinci şahısların düştüğü notları içeren versiyonun Ahmet Şık’ın bilgisayarında, notların metne tatbik edilmiş şekilde bulunması, üzerinde düşünülmesi gereken, Yalçın ve Şık arasında bağlantı kurabilecek, yönlendirmeler konusunda soru işareti uyandıracak en ciddi unsur…” demişsin. Gerçi şerhini de düşmüşsün. Ancak bu mesele öyle bir noktaya, bilinçli olarak, öyle bir getirildi ki göründüğü kadarıyla senin açından da bu konu ahlaki ve siyasi bir sorun olarak algılanıyor hissine kapıldım.

Bu soruşturma sırasında yalan beyan diye nitelendirilebilecek hiçbir şey söylemedim. Bugüne dek yaptığım ve söylediğim her şeyin arkasında durdum. Yapmadığım ve söylemediğim hiçbir şeyi sahiplenmedim. Sahiplendiklerimin arasında yüzümü kızartacak olanlar var ise özür dilemesini bildim. Neyse ki bu noktada günahlarımın sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmez. Demem o ki, üzerinde bunca fırtına koparıp beni ırkçı-faşist bir zihniyetin üyesi olarak gösterme çabasının kanıtı olarak sunulmaya çalışılan kitabımla ilgili reddedeceğim, inkar edeceğim tek bir yanlışım yok. Olamaz. Kitabımın taslağının ODA TV’de bulunmasına dair benim yapabileceğim bir açıklama yok. Bu konuda söyleyeceklerim sadece kuşkularımı anlatabilir. Onların içinde de, bu pusuyu kuranların beni bir karanlık tezgahın içinde gösterme gayreti nedeniyle yapılmış bir hile olduğuysa öne çıkan ihtimal. ODA TV ekibinin dile getirdiği bilgisayar korsanlığı iddiaların ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki öyle olmasa bile düşünsel olarak yan yana duramayacağım bu ekiple bir fikir alışverişi kapsamında dahi birlikteliğimiz olamayacağını bilmelisin.

Bu hatırlatmalardan sonra “tutarlılık ve güvenilirlikle ilgili soru” ortaya çıktığı tespitinin çok haksız olduğunu söylememe izin ver. Biraz detaylıca anlatacağım. Kusura kalma. Çünkü öyle karanlık günler yaşıyorum ki söylediğim her şeyin eğilip bükülmesi inan çok yaralayıcı. Savcılık sorgusunda bu notlara ilişkin, sahte kahraman savcı Zekeriya 2 soru yöneltti. Elde yazmak güç, tutanaktan “kes-kopyala-yapıştır” olarak aktarıyorum.

Soruldu     : “000KITAP.docx” isimli word dosyasındaki “İmamın Ordusu” başlıklı kitap çalışmasının içeriğine bakıldığında, değişik yerlerde kırmızı renkle ve büyük harfle yazılmış çeşitli notların bulunduğu, bu notlar içerisinde, “BURADA DGM İDDİANAMESİNDEKİ KASET ÇÖZÜMLERİNİ AYRINTISIYLA GİREBİLİRİZ. BAKACAĞIZ” BURADAN İTİBAREN EMİN ARSLAN OLAYI ARDINDAN MUSTAFA GÜLCÜ VE CELAL UZUNKAYA İLE FARUK ÜNSEL ANLATILACAK.” “KİTABIN İLGİLİ BÖLÜMÜNE NURETTİN VEREN OLAYINI DA EKLERSEK FENA OLMAZ UNUTMA” şeklinde notlar yazılı olduğu görülmüştür.

Bu notları kimler yazmıştır? Bu notların bulunduğu yerlere yapılacak eklemelerle ilgili ne tür çalışmalar yapıldı? Bu çalışmaları kimler yaptı? Bu konuda siz ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Cevap: Bu notlar kendi kendime çalışırken benim kendime sorduğum sorulardan oluşmaktadır. Ya da konusu kitabın içerisinde geçecek ayrıntılardan oluşmaktadır. Ben yazdığım notları bazen siliyor, bazen de değiştiriyordum. Bu kitabı tamamen tek başıma yazdım. Ben bu konudaki yazıların Soner Yalçın’ın bilgisayarında çıkan haberlerden öğrendim. Bu konuda Star Gazetesi’nde de haber çıkınca oraya da yazılı bilgi notu gönderdim. Bu notlar benim kendi kendime sorduğum sorular ve notlardır. Herhangi birinin yazması ve yazdırması sonucu oluşmuş değildir, kimseden bu konuda talimat almadım. Bu notlar kitabımın 3 ay önceki haliydi. Ben tahminen Soner Yalçın’ın bilgisayarına da bu bilgilerin Aralık ayında yüklendiğini düşünüyorum. Kendileri bunun bir virüs yoluyla gönderildiğini söylüyorlar. Eylül ayında bu kitap bu kadar yol almış değildi.

Soruldu     : Söz konusu notlar arasında; TURGUT ÖZAL ZAMANINDA BAZI YASAL DEĞİŞİKLİKLER YAPILMIŞTI. EMNİYETTE BİR TAKIM YAPISAL DEĞİŞİKLİKLERE GİDİLEN BU YASALAR VE DÜZENLEMELERLE İLGİNÇ AMAÇ ASKERE DAHA GÜÇLÜ DURACAK SİLAHLI BİR GÜÇ OLAN POLİS TEŞKİLATI YARATMAKTI. SONRA 1995-96 ÇİLLER ZAMANINDA BU DÜZENLEMELER GENİŞLETİLMEK İSTENDİ. HATTA AĞIR SİLAHLAR ALINACAKTI EMNİYETE AMA ORDU KARYI ÇIKTI, HÜKÜMETİ HİZAYA GETİRDİ!!! BU ÇERÇEVEDE AKP ZAMANINDA BU VE BENZERİ MİNVALDE YAPILMIŞ YASAL DÜZENLEME OLMUŞ MU BAKALIM.” Şeklinde notlar olduğu sizinde söz konusu kitabın hazırlanması aşamasında Oda Tv’ye yönelik yapılan operasyonların ardından kitabın basımını hızlandırmaya çalıştığınız ve söz konusu nottaki bölümleri tamamlamak için faaliyetler yürüttüğünüz anlaşılmıştır.

01.03.2011 günü saat: 13.19’da Ahmet ŞIK ile Hasan ÖZDEMİR’in yaptığı telefon görüşmesinde özetle; A. ŞIK’ın “Hasan bey bir ricam olacak daha doğrusu bir yardıma ihtiyacım olacak bir kitap hazırlıyorum da bu kitabın içerisinde bu son silah yasa tasarısını da anlatan bir bölüm de mevcut” “Sizin de muhalefet şerhiniz vardı o yasaya ilişkin basına da bir buçuk yıl önce polise ağır silah alma yetkisi tanıyor diye eleştirisel bir biçimde yansımıştı ama sonradan bazı gazetelerde aslında polisin zaten emniyetin bu tür silah alma yetkisinin bulunduğuna ilişkin bir takım haberler yayınlandı” “Siz eski bir emniyetçisiniz acaba yasa gerçekten eleştirildiği gibi polise yeni ağır silah alma yetkisi tanıyor mu tanımıyor mu benimde kafam karıştı” dediği, H. ÖZDEMİR’in de özetle; “İçişleri komisyonunda onun daha ölçülmesi lazım daha taslak hainde” “Şu anda bir şey söylememiz size çok büyük bir şey getiremeyecek yani… değil” dediği anlaşılmıştır.

Bu görüşmeye bakıldığında kitaba eklenmesi planlanan konularla ilgili çalışma yaptığınız ve bilgi almaya çalıştığınız anlaşılmıştır.

Bu konularla ilgili çalışma yapmanızı kim ya da kimler söyledi? Bu çalışmaları kimlerle birlikte yaptınız?

Cevap: Yukarıdaki notlar benim kitabımla alakalı notlardır, bu notlar da yine benim yazdığım notlardır, bu notlarda Aralık ayına ait notlar olabilir. Kitabımda yer vermek istediğim konulardan biri de buydu. Görüşmemle alakalı MHP Milletvekili Eski Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’in silah tasarısı kanunuyla alakalı bir muhalefetini gördüm. Bu konuyu en iyi onun bilebileceğini düşündüğümden bu konuda bilgi alma amacıyla bir soru sordum, ancak yeterli cevabı alamadım.

Savcıya da söylediğim gibi bu notlar, hatırlatmalar, sorular kitabı çalışırken kendi kendime uyarı mahiyetinde yazdıklarımdır. Reddedeceğim, inkar yoluna gitmemi gerektirecek ya da suç unsuruymuş gibi sunulmasının bile abes olduğu konular değildi. Ancak sahte kahraman savcının yaptığı oyun, kurduğu plan sonradan ortaya çıktı. Maalesef ki sen bile bu tuzağa düşmüş görünüyorsun. Haber kaynağımın düzeltmelerini içeren notları da kastediyormuş savcı. Ama benim bunu anlamam için, affedersin, müneccim boku yemiş olmam gerekmez mi? Eğer ki o konu hakkında da soru sorulacaksa tıpkı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi tek tek anlatarak soru haline getirilmemiş olmasının değerlendirmesini sana bırakıyorum. Bana sorarsan bu yapılanın adı p......tur. [bir dava konusu olmaması için buradaki kelimeyi çıkarıyoruz – Agos] Beni zor duruma düşürmek amaçlı, yaptığı hukuksuzluğu gizlemeye niyetli bir alçak plandır. İşte soruşturma böyle yürütülüyor.

“Taslaktaki notların Ergenekon’un notları olduğu, senin ise savcılık sorgunda notların hepsini sahiplendiğin iddia ediliyor. Bu konuda ne diyorsun?

Savcılıkta bana “bu notlar sana mı ait” diye sorularak sadece iki-üç cümle okundu. Onlar aynen benim notlarımdı. Bana başka not okunmadı. Bana okunmayan bir şeyi sahiplenmemin mümkün olmadığı ortada. Bilgim ve rızam dışında Odatv’ye gönderilen ya da oradaki bilgisayara “konulan” nüshada yer alan notlar savcı ya da hakim tarafından bana sorulmadı. Bunları şimdi tutuklanmamdan üç hafta sonra, gazetelerde görüyorum. Savcılıkta bunlar bana sorulsaydı vereceğim cevabı şimdi size veriyorum: O notlar haber kaynaklarımdan birinin, bana aktardığı bilgileri çek etmesi için kendisine verdiğim nüsha üzerine aldığı notlardır. Bir röportajın muhabir tarafından muhatabına kontrol ettirilmesinden hiçbir farkı yoktur. Kitabımın taslağı üzerinden bana metnin ilgili bölümlerine işlenerek gönderilen görüş ve önerilere tümüyle kitapta yer vereceğimi nasıl söyleyebilirler? Not olarak gönderilmiş öneriler ve görüşleri zaten kabul etmem, benimsemem mümkün değildi. Ama, tarih yanlışları vb. maddî hataları, hakaret teşkil edebilecek kısımları düzeltecektim. Demin de söyledim, yineleyeceğim: Bu notlardan sadece kitabın dokusuna, yani gazetecilik faaliyetlerime uygun olanları dikkate aldım, kişisel görüş içeren notları ise kullanmadım. Kitap ortaya çıktığında bu durum kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kaynaklarımın kimler olduğunu ise basın meslek kurallarına rivayet ederek saklayacağım.”

Yan taraftaki küpur [Yani yukarıdaki alıntı - Agos] ise Express’teki  röportajın, yazında atıf yaptığın ilgili bölümü. Aslında yeterince açıklayıcı olduğunu sanıyordum. Ama değilmiş. Yazından öyle anlaşılıyor. Yani ortada ifade farklılığı filan yok. Beni hedefine koyanlarla aynı zihniyetten devşirme yorumların ortaya atıldığı bu komik ve kötü niyetli iddialara dayanarak kuşku belirtmen gerçekten yaralayıcı. Aslında yapılması gereken gerçekten çok basit; iddianameyi eleştirel bir gözle yeniden okumak. Kitabıma ilişkin taslakları yeniden okumak. Haber kaynağımın “örgüt talimatı, yönlendirme” gibi abes nitelemelere maruz kalan notlarını yeniden okumak. Daha önemlisi, o notlarla kitabın son halini karşılaştırmak. Bu dediğimi gazeteci arkadaşım Timur Soykan benim için yaptı. Malum, kendi kitabıma da o kitapla ilgili polisin hazırladığı inceleme tutanağına da cezaevinde erişmeme imkân tanınmadı. Polis inceleme tutanağının da, bizzat kitap konusu ettiğim  cemaatin parçası olduğunun şifrelerini hazırladığı rapordan görmek mümkün. Taraflı, çarpıtılmış, yalanlarla dolu bu raporu yazanın görevi kötüye kullanmaktan mahkemeleri yanıltmaktan yargılanması için elimden geleni de yapacağım. Timur’a söylersen hazırladığı metni sana gönderir. Biraz uzunca ama sabır gösterirsen aydınlatıcı olacağını söyleyebilirim. Timur’un “raporunun” sonuç bölümünde yazdığını seninle paylaşmak isterim: “Polis inceleme tutanağının incelemeye alınan bölümünde 49 madde vardır. Bu notlardan 4 tanesinin Ahmet Şık tarafından kırmızı renkle ve büyük harflerle alındığı açıktır. Geriye kalan 45 notun içerikleri polisin iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.  45 notun 13 tanesi Ahmet Şık tarafından dikkate alınmamıştır. Bu notlar haber kaynağının düzeltmesi, varsa ek bilgilerini paylaşması için kendisine gönderilen kitap taslağının içeriğine yönelik önerilerdir. Bu notların dikkate alınmaması bile kitabın bir yönlendirmeyle yazıldığı  iddialarını çürütmek için yeterlidir. Geriye kalan 32 notun 18 tanesi hata düzeltmedir. Bu düzeltmelerin çoğu, “Mehmet Ağar o dönemde görevli değildi”, “İbni Erken değil, İbni Erkam olmalı” vs. gibi çok basit düzeltmelerdir. Ancak bunlar bile polis raporunda  “yönlendirme”, “kitabı Ergenekon mensuplarının yazdığı delili” olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Geriye kalan 14 notun 9’u bilgi içermektedir. Ayrıca yine bilgi içeren ve yazar tarafından kitapta yer verilmeyen yani dikkate alınmayan 5 not daha vardır.  Ahmet Şık’ın haber kaynağı emniyet içinde uzun bir döneme tanıklık etmiştir. Dikkate alınan 9 nottan 7’si, 1999’da Cevdet Saral ve ekibinin telekulak skandalı ve o dönem F. Gülen cemaati hakkında yürütülen soruşturmanın  zaaflarıyla ilgilidir. Bir not Şemdinli olayı, bir not Türkbank yolsuzluğu ve 3 not Ergenekon soruşturması konusundadır.”

Timur’un  yazdıklarını taraflı bulabilirsin. Tavsiyem hazırladığı raporun tamamını okuman ve kendi değerlendirmeni yapman. İşin gerçeğine kendi doğrularınla ulaşman. Yani ortada, “ifade farklılıklarından dolayı bir şüphe” yok, “üstten bir ton taşıyan notların” açıklanması Timur’un hazırladığı raporda. Oku, kendi gözlerinle görüp kendi aklınla değerlendir. Dolayısıyla notların sahibinin açıklanmasının siyasi ve etik olarak getirdiği bir yükümlülük yok. Aksine, hedefine koyduğu her kişiyi cezaevine atmaya yeminli bir çete ortalığı yakıp yıkarken kaynaklarımızı açıklamamak kendi payıma meslek namusum adına bir borçtur. O notların sahibi Ergenekoncu mu?  Bana sorarsan değil. Ama ucu cemaate dokunan, yaşanan hukuksuzluk ve aksaklıkları dile getiren herkesin Ergenekoncu, Devrimci Karargahçı, vs. ilan edilip cezaevine atıldığı şu günlerde bana bu tuzağı kuranlar haber kaynağımın Ergenekoncu gibi bir suçlamayla şüpheli olmasını istiyor. En kolay yapışan çamur bu çünkü. Sorgulayan da yok zaten. Şüphelenenlerse estirilen kötü havanın nemine maruz kalıyor.

Bir hayli uzun oldu. Affet. Ama dedim ya, ağzımdan çıkan, kalemimden dökülen her bir sözcüğün paranoyak bir zihniyetle didiklenmesinden bu konuyu uzatmam. Umarım anlattıklarım yeterli olmuştur. Hayır diyorsan bu mektubu getiren avukat arkadaşımla sorularını, notlarını iletebilirsin. Çünkü başımı öne eğecek hiçbir ilişki içinde olmadım. Açıklayamayacağım bir şey yok.

Keşke bana, bizlere yönelik bu kuşkuların küçücük bir kısmı hakkımıza yöneltilen suçlamalara, soruşturmalara, yürütülüş biçimine, bu tezgahta görev alan kamu görevlilerine yönelik olarak da dile getirilirse. İnan bana ortada çok basit yazılmış bir senaryo var. Uygulamasında titiz çalışılmış görünse de çok fazla iz bırakılmış. Görmek isteyenler için çok açık biçimde ortada duruyor. Bu kuşkularımı Odatv ekibi için de paylaştığımı söylemeliyim. Hem de üzülerek yaptıkları korkunç yayıncılığın, ırkçı, faşist, seksist, terbiyesiz dillerinin böyle saçma bir soruşturmaya konu edilmesi sahip oldukları zihniyeti taraftarları nezdinde güçlendirmekten başka bir işe yaramayacak. İtibarsızlaştırılıp, değersizleştirilmesi gereken bu insanlar ve zihniyeti böyle tuzaklar yüzünden önem kazanmış olacak.

Adamlara ilişkin delil diye sunulanlar içerikleri değil başlıkları örneklenen 200’ün üzerinde haber-yorum. İddianamenin tamamında 14 sanık için 247 telefon konuşması, 40 civarında e-posta var.  Bir basılamamış bir de yasal olarak satışı yapılan iki kitap. Tüm deliller bunlar. Suça konu word belleklerinin samimiliği ise ayrı bir tartışma konusu. Sahte olduklarını düşünmem bir yana, içlerinde anlatılanların suç  içerip içermemesine dair  bir gözle okumanı da öneririm.  Her belgenin içerisine uygun telefon konuşmaları olması ne kadar büyük tesadüf olsa gerek. Dinlendiği bilinen telefondan yapılan görüşmelerin “örgüt dökümanı” altında karşımıza çıkıyor olması kuşkulu değil mi. İsmi geçenlerin adeta suçlanmasının yolu açılsın diye neredeyse vatandaşlık numaralarını dahi belirtecek bir açıklıkta dile getirilmesi gizliliğin ön kabul ve şart olduğu bir illegal yapılanma için fazlasıyla şeffaf durmuyor mu? Soruları çoğaltmak mümkün. Ama şimdilik gerek yok. Bu uzun mektubu sadece bilgi vermek amacıyla yazdım. Başka bir şey gelmesin aklına. Buraya kadar sabredip okuduysan eyvallah, sağ olasın. Herkese çokça selam. Yüreğine doldurabildiğince sevgi.  Eğer istiyorlarsa elbette. Hoşça kal.

A. ŞIK

 

NEDİM ŞENER’İN MEKTUBU

Dink cinayeti, Ergenekon ve Nedim Şener

Sevgili Rober

Agos’ta tutuklandığımızın ertesinde “Biz ikna olmadık” yazın benim için ayrı bir önemdedir. 16 Eylül tarihli yazını da okudum, biraz uzun bir cevap yazdım, sabrına emanet. Şunu söyleyeyim, hukuki, siyasi ya da etik olarak cevap veremeyeceğim hiçbir soru yok. Hem hukuki hem siyasi ve etik olarak her şeyi cevaplarım.

Biliyorsun, yalnız Avcı’nın değil Şık’ın da kitabına katkı yapıp yönlendirmekle suçlanıyorum. Sen yalnızca Avcı’dan söz ediyorsun ama “Nedim Ahmet’i çalıştırsın” cümlesini unutuyorsun galiba.

Ama şunu bil ki her iki kitaba nokta kadar katkım olmadı. Hani bazen, “Canım kitap suç değil olsa olsa kötü gazeteciliktir” deniyor ya, ne o kitaplara katkı ne de kötü gazetecilik bağlamında bir ilişki benim yanıma uğrayamaz.

Sorunun cevabını madde madde anlatayım.

1-    Hanefi Avcı’nın kitabı 19 Ağustos 2010 günü gazeteye geldi. Kitabı gönderen yayınevinin kargo kayıt bilgileri ve gazetemizdeki kayıtlarda Angora Yayınevi’nin gönderdiği kargonun kayıtları bunu teyit edebilir.

2-    Kitap gelir gelmez 19 Ağustos 2010 günü daha göz atmadan hemen H. Avcı’yı arayıp şaşkınlığımı belirttim. Hatta kendisinin kitap yazacağı aklıma gelmediğinden Avcı hakkında bir kitap sandım. Arama kaydı benim telefon dökümümde, dinlenmişse Avcı’nın dinleme kayıtlarında vardır.

3-    Kitabın word halini 20 Ağustos 2010 günü Merter’deki Polisevinde röportajdan sonra aldım.

4-    Dolayısıyla 20 Ağustos 2010 günü Milliyet’teki haber ve Posta’daki köşe yazısındaki “kitaptan alıntıların”, kitabın basılmış nüshasındaki bölümlerle birebir aynı olmaması 20 Ağustos 2010 günü Avcı’dan aldığım word metin ile ilgisi olamaz.

5-    Mehmet Baransu’ya Silivri’den gönderdiğim mektupta durumu böyle anlattım. Baransu 28 Mart 2010’daki yazısında bunu yazdı. Dikkatli okunduğunda kitabın word metnini 20 Ağustos 2010 günü aldığım görülüyor.

6-    Burada hemen bir ekleme yapmalıyım. Senin yazına atfen Alper Görmüş, Hanifi Avcı’nın 14 Mart 2011 günkü ifadesinde, “Nedim Şener 20 Ağustos 2010’da beni aradı. Senin kitap geldi” dediğini yazdı. Buradaki hata Görmüş’te değil, Avcı’da. Çünkü kendisini “kitabınız geldi” diye aradığım tarih 19 Ağustos 2010. Dolayısıyla o gün yazılan haber 20 Ağustos’ta yayınlandı. Avcı tarihi yanlış hatırlıyor. Kayıtlar ortada. Bunda kötü niyetinden değil olsa olsa yanlış hatırlamadan kaynaklanıyordur.

7-    Bu izahattan da anlaşılacağı gibi senin 16 Eylül 2011 günkü yazındaki, “Ancak dökümanı aldığı tarih ile ilk yazısının gazetede çıktığı günün aynı olması, bu bilginin sahihliği konusunda şüphe uyandırıyor” yorumuna/sonucuna katılmak mümkün değil.

8-    Daha önce de söyledim, yine söylüyorum, Hanefi Avcı’nın kitabını basılmış olarak masamda gördüm (19 Ağustos), word halini bir gün sonra (20 Ağustos) aldım.

9-    Baransu’ya yazdığım gibi, Hanefi Avcı’nın kitabından alıntı yaptığım bölümlerle kitabın aynı bölümlerinde farkların ancak 20 Ağustos’tan sonra yazdığım yazılarla ilgilidir. Yani 20 Ağustos’tan sonra yazdığım ve iddianamede de belirtilen 31 Ağustos 2010 tarihli Posta’daki yazım bu şekilde değerlendirilebilir.

10- Ancak 31 Ağustos 2010’da Posta’daki yazıdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshasındaki farklara bakarsak, farkların basit editöryel ekleme ve çıkarmalardan ibaret olduğunu görebilirsin.

Elimde Hanefi Avcı’nın bana o zaman verdiği word metni olmadığı için karşılaştırma yapamıyorum.

Ama 31 Ağustos 2010 tarihli yazıdaki alıntılar ile kitap metni karşılaştırdığımda şu farklar görünüyor (iddianame sayfa 101)

Kitapta;

“Emin bey hakkında yapılan incelemelere karşı çıktığım, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalardan memnun olmayan …” şeklindeki bölüm Posta’daki yazıda: [Şener'in mektupta kırmızı ile işaretlediği yerleri burada bold ile belirtiyoruz AGOS]

Uyuşturucu kaçakçılarına yardım ettiği iddiası ile tutuklanan Emin (Aslan) bey hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım için, ona kefil olduğumu söylememden bir süre sonra bu açıklamalarımdan memnun olmayan…” şeklinde yayımlanmıştır.

Gördüğün gibi ekleme “Emin bey” şeklindeki öznenin özelliğini ve soyadını eklemekten ibarettir. Posta’daki yazı işleri de bu konuda titizdir. “Emin bey”in kim olduğunu anlatmak için yapılmış gibi görünüyor. Yani bu eklemenin Hanefi Avcı’nın word dökümanı ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

Yine iddianamenin 101. sayfasında 31 Ağustos tarihli yazımdan örnek vereyim:

Kitabın 432-433’üncü sayfasındaki:

“Sonunda Ahmet görevinden alındı, zorlukla polis okulunda görev bulabildi. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi olmayan), hatta…”

şeklindeki bölüm Posta’da:

Hrant Dink cinayetinden sonra Ahmet İlhan Güler görevden alındı. Yerine ise normalde hiçbir zaman bu göreve gelemeyecek gerekli niteliklere sahip olmayan (sol örgütler konusunda bilgi ve deneyim ile evveliyatında pratik sokak tecrübesi yeterli olmayan), hatta…” şeklinde yayımlanmıştır.

Burada da, kitaptaki alıntıda “Ahmet” diye bahsedilen kişinin soyadı ve özelliği (neden görevden alındığı) belirtilmiştir.

İki örnekte de kırmızı (bold) olarak yazan kelimeler eklenenlerdir.

11- Yine 20 Ağustos 2010’da Milliyet ve Posta’da yayımlanan haber ve yazıdaki “kitaptan alıntılar” ile kitabın basılmış nüshasındaki cümle farkları editöryel faaliyetlerdir. Yani aslında alıntıların birebir olması gerekirken, özellikle günlük gazetelerde az yerde çok şey anlatma ihtiyacı, alıntılarda kısaltma, bazen bilgi amaçlı ekleme, imla veya ifadede düzeltme yapılabiliyor.

12- Ama savcının iddianamedeki şu tespiti kesinlikle yanlış; “…. Ancak yazılarındaki (Nedim Şener’in) ‘kitaptan alıntılar’ bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır” deniyor.

Savcılık hem alıntıların kitapta bulunmadığını söylüyor hem de alıntıların kitapta hangi sayfada olduğunu iddianamede kendisi yazıyor, örnek “480-481, 569-570, 480-481’inci sayfalar, 432-433’üncü sayfalar” gösteriliyor.

Demek ki, alıntılar kitaptanmış. Ama değişiklikler var. Var evet hepsi editöryel çalışmalardır.

13-  Gazetelerde muhabir yazar, şefi okur düzeltir, haber merkezi okur düzeltir, yazı işleri okur düzeltir, hatta sayfa sorumlusu haberi yerleştirirken haberi uzunluğuna göre uzatır ya da kısaltır.

14- Köşe yazıları bile editör elinden geçer. Eksik bilgi tamamlanır. Evet olmamalı ama alıntılarda  bile değişiklikler olabiliyor.

15- Zaten Baransu da 14 Mart 2011 günkü yazısında bu konuda olasılıkları sıralamış. Tabii benim kitaba katkı yapmış olabileceğim düşüncesi ağır basarak.

16- Rober kardeşim, eğer 20 Ağustos’ta Milliyet, Vatan, Hürriyet’teki H. Avcı’nın kitabıyla ilgili haberlere göz atabilirsen, Vatan ve Hürriyet’teki haberlerdeki alıntıların da kitabı basılı nüshaları arasında farklar olduğunu görürsün. Hatta her üç gazete benzer bölümden alıntı yaptığı halde birbirinden farklı metinler yayımlamışlar. Farklı kelimeleri ve cümleleri kısaltmışlar.

17- Hatta benim imzamla 20 Ağustos günü Milliyet’te yayımlanan haber ile aynı gün Posta’daki yazımda aynı bölümden yaptığım alıntı iki gazetede farklı olarak yayımlandı. Posta’da yayımlanan yazı ile aynı yazının internetteki halinde başlıklar bile farklı. Milliyet’teki cümle “Bunların (cemaat)…” diye başlıyor, Posta’da “Bunların hayatımın…” diye başlıyor.

Sevgili Rober Sevgili kardeşim,

Bütün bunların “gazeteciliğin editöryel faaliyeti” olduğunun anlaşılması için Sevgili Baransu’nun MÖSYÖ kitabından (Karakutu Yayınları 2. Baskı Aralık 2010) örnek vereceğim.

Baransu kitabının 383’üncü sayfasında şunları yazmış:

“Hanefi Avcı kitabının ‘Neşter-2’ bölümünü ek aldığı 264’üncü sayfasında da bir çelişkiye daha imza atmıştı.

Avcı, “HSYK eski Başkanvekili ve o zaman Yargıtay üyesi Ergün Güryel de grubun içindeydi. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki biz de bu görüşe katılıyoruz), Yargıtay üyeleri de sanıktı ve onlara da işlem yapılmalıydı ama bu daha önce yapılmış bir şey değildi” diye yazacaktı.”

Evet Rober, Baransu, tırnak içinde böyle bir alıntıya yer veriyor. Şimdi Avcı’nın kitabının 264’üncü sayfasına beraber bakalım. O satırlar nasılmış…

Hanefi Avcı’nın kitabı sayfa 264….

“HSYK Başkan vekili ve o zamanın Yargıtay üyesi Ergün Güryel ve iki üç kişi ile irtibatları vardı. Bir zaman sonra tahkikat belli bir olgunluğa gelmişti ve operasyonun yapılması gerekiyordu. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki ben de bu görüşe katılıyordum), Yargıtay üyeleri de sanıktır ve onlara da işlem yapılmalıydı ama bu, daha önce yapılmış olan bir şey değildi.”

A-   Avcı’nın kitabının basılı nüshasından alıntı yaptığım metinde altı kırmızı ile çizdiğim satırlar (bold) Baransu’nun “”kitaptan alıntı” yaptığım” dediği bölümden çıkarılmış.

B-   Avcı’nın kitabındaki orijinal alıntıda (yukarıda) parantez içinde (ki ben de bu görüşe katılıyordum) cümlesindeki “ben” Baransu’nun kitabında “biz de” olarak yayımlanmış. “biz” ne kadar tehlikeli bir değişiklik değil mi?

Şimdi buradan yola çıkarak Baransu’nun elinde kitabın taslağı mı var? Sorusu ne kadar anlamlıysa bana da sormak, bunun için tutuklanmak, 7 aydır hapis yatmak, ailemizden uzak kalmak o kadar anlamlı.

Hele hele içerde savunma hakkı bile verilmeden sayfa dolusu linç edilirken iddianameyi bile yanlı okuyanlara ne cevap vereyim.

Baransu yapınca gazeteci, ben terörist mi oluyorum Rober. “Ben” kelimesini ben “biz” şeklinde yazsam halim nice olurdu… Bir de iddianameyi benim gözümle okusan şaşar kalırsın.

Neyse, onlar da mahkemeye artık.

Rober sana böyle bir açıklama yazmak gerçekten ağır.

Ne Avcı’nın ne de Şık’ın kitabına nokta kadar katkı yapmamışken tamamen editöryel faaliyetleri “terör örgütü” ile ilgili savunmada anlatacak olmak bile iddia sahipleri başta, özel yetkili gazeteciler dahil herkesin utanması gereken bir durum değil mi?

Avcı’nın kitabından alıntı yapan birçok yazarın, yazı ve kitaplarındaki farklar, onları gazeteci beni terörist mi yapıyor şimdi…

Ne Soner Yalçın’dan talimat ulaştığına dair bir delil ne Avcı’nın el konulan delilleri arasında benim katkı yaptığıma dair işaret yokken böyle saçma sapan şeyle suçlanmak tam Türkiye’ye yakışır.

Sana başka bir sorum var.

-       1999’a kadar giden Ergenekon yapılanması konusunda 2001’de Tuncay Güney’de ele geçen dökümanlarda, Güney’in ifadesinde, MİT’in 2003 ve 2006 yılındaki şema ve raporlarında, 2007’deki Ümraniye soruşturmasında, 2008’deki Ergenekon operasyonlarından başlayarak 2011’deki Odatv baskınına kadar 17 dalga boyunca adı hiçbir yerde geçmeyen Nedim Şener, nasıl oldu da 6 Mart 2011’de Ergenekon üyesi diye tutuklandı?

Beraber 2009’a gidelim mi?

Ocak 2009 – Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları kitabı çıktı.

Şubat 2009 – Emniyet Müdürlüğü kitap hakkında suç duyurusunda bulundu.

Mart 2009 – İstihbarat Dairesi Başkanı Akyürek, İst. İstihbarat Müd. A. Fuat Yılmazer, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı, İstihbaratçı Muhittin Zenit beni özel yetkili savcılığa şikayet etti.

Nisan 2009 – 11. Ağır Cz.’da ve İst. 2. Asliye Ceza’da 28 yıl hapis istemiyle dava açıldı.

6 Mayıs 2009 – M. YILMAZ isimli sahte bir e-posta Polis Muhaberat’a gönderildi ve benim Ergenekon’un propaganda biriminde görevli olduğumu iddia etti. Aynı tarihte polise meçhul bir şahıs ihbar mektubu gönderip “Nedim Şener Ergenekon ile mücadele eden polisleri yıpratmakla görevli Ergenekoncu’dur” diye yalandan ihbarda bulundu.

22 Mayıs 2009 – Mahkeme hakkımda dinleme kararı verdi. 6 ay dinlediler bir şey çıkmadı ve 2009 sonunda dinlemeyi kestiler (şu andaki bilgi). Belki de 2010’da da dinlediler.

14 Ocak 2011 – Odatv baskınında “Nedim” yazan word dökümanlar bulundu.

3 Mart 2011 – Bu dökümana dayanarak gözaltı

6 Mart 2011 – Tutuklama ve halen Silivri’deyim

Sevgili Rober, bilmiyorum derdimi anlatabildim mi? Yine söylüyorum, bir tek nokta kadar her iki kitaba katkı yaptığımı ispatlasınlar her şeyi bırakırım. Bir çok kişinin aklının alamayacağı kadar düz bir hayatım vardır. Hakkımda olumsuz yazanların kafasındaki komplovari bakış bana uzak şeyler. Bu yazıyı ne yapacaksın bilmiyorum. Ama “Bunlar Nedim Şener’in başına neden geldi?” sorusunu bir düşün lütfen.

Tümünü yayımlarsan sevinirim.

Nedim