Sayın Başbakan...

 

“Türkiye gazetecileri hapislere tıkan bir ülke oldu” şeklindeki haberleri okuyunca emrinizdeki bürokratlara “Gerçekten de durum bu mudur? Derhal bir araştırma yapıp sonucu bana getirin” demişsiniz.

 

Emrinizdeki bürokratlar, size bir liste sunmuşlar.

 

Siz de o listeye bakarak kararınızı vermiş görünüyorsunuz.

 

Uzun bir süreden beri...

 

“Alayı yalan” diyorsunuz. “Bunların hiçbiri gazetecilik faaliyeti nedeniyle yargılanmıyor” diyorsunuz. Fazlasıyla iddialı, fazlasıyla kendinden eminsiniz.

 

Sayın Başbakan...

Şunu da hesaba katmalısınız:

Bürokratlarınıza “Gerçekten de durum bu mudur? Derhal bir araştırma yapıp sonucu bana getirin” dediğiniz anda, bürokratlarınız “Evet, durum budur... Biz gazetecileri içeri tıkıyoruz” demezler, diyemezler.

Onların size “veri” diye sundukları listeler, bir tür “müdafaa” metinleridir.

“Külliyen yalandır” diyemem, ancak en azından çek edilmeye muhtaçtır.

 

Sayın Başbakan...

 

Bu konuda Türkiye Gazeteciler Sendikası, tutuklu gazeteciler konusunda çeşitli açıklamalar yapıyorlar.

Onların sundukları bilgiler ile size sunulan bilgiler taban tabana çelişiyor.

 

Onların verdikleri bilgilere baktığımızda...

 

Türkiye gerçekten de gazeteciler için cehennem olmuş durumda... Sizin verdiğiniz bilgilere baktığımızda ise...

 

Türkiye gazeteci cenneti...

 

Aynı rakamlara, aynı istatistiklere, aynı olaylara, aynı kişilere, aynı dava dosyalarına bakarak bu denli büyük fark çıkarılamaz.

 

Bu nedenle lütfen kendinizi en baştaki pozisyona, yani “Gerçekten de durum bu mudur” noktasına çekiniz.

 

Bürokratlarınıza kulak verdiğiniz gibi, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yetkililerine de kulak veriniz.

 

“İki veri” arasındaki uyumsuzluğun nereden kaynaklandığını gözlerinizle görün.

Kararınızı ona göre verin.

 

En kolay spor: Gazeteye vurmak

 

BAŞBAKAN’a ömür biçilmiş.

 

Taraf gazetesi de bunu haber yapmış.

 

Fakat bir bakıyoruz:

 

Tepkiler ömür biçenlere değil, bunu haber yapan gazeteye yöneliyor. Ömrü biçen Taraf gazetesi değil ki... Başkaları biçmiş, onlar da haber yapmışlar. Ne yani? Yapmasalar mıydı? Üstelik ömür biçenler, Amerikan istihbaratçıları... Bunu görmezden mi gelseydiler? 

 

Neden tepki olayın kaynağına değil de olayı haber yapan gazeteye yöneliyor?

 

İkinci olay:

 

Habertürk gazetesi, Aziz Yıldırım’ın emniyette çekilen gözaltı fotoğrafı da olan bir haber nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden ödül almış. Gazete hedefte... Cemiyet de hedefte... Ne yani? O fotoğrafı basmasalar mıydı? Aziz Bey’e ayıp olur falan mı deselerdi? O fotoğrafı gazeteye ulaştıranlarla değil de gazeteyle uğraşmak da neyin nesi? Eğer mesele “Aziz Yıldırım’a yapılan haksızlıklar” meselesi ise Habertürk o konuda en arkada kalır. Haksızlık yapan esas mercileri bırakıp Habertürk’ü hedef almak da ne oluyor?

 

Ayrıca Fenerbahçe yönetiminin, Habertürk muhabirlerinin Fenerbahçe Stadı’na girişini yasaklamaları falan da neyin nesidir?

 

Gazeteler ve gazeteciler bir zamanlar burunlarından kıl aldırmazlardı.

 

Bu ifrattı.

 

Ama artık önüne gelen gazetelere ve gazetecilere ağız burun girişiyor.

 

Bu da tefrittir.

 

İkisinin ortası bulunmalı.