İşte Ahmet Altan’ın yazısı:

BAHTSIZ BEDEVİ VE ANDIÇ

Ben size “Üçüncü George” dönemini yaşıyoruz diyorum, inanmıyorsunuz.

Dün başbakan, anamuhalefet liderine “bahtsız bedevi” dedi.

Bu “büyük” özdeyişi bilmeyen yoktur ama her ihtimale karşı bu lafın tamamını ben size bir daha hatırlatayım.

“Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı becerir.”

Başbakanın söylediği laf bu.

Ana muhalefet lideri de “sen çölde çok geziyorsun, asıl sen kutup ayılarına dikkat et” diyerek, Üçüncü George dönemine layık bir politik lider olduğunu gösterdi.

Delilik, önce utanma duygusunu yok ediyor sanırım.

“Yapılamayacak” ya da “söylenemeyecek” hiçbir şey kalmıyor.

Bu delirme hali devletin zirvesinde ortaya çıkınca, yaşananlar sadece sözlerde kalmıyor.

Sözlerden daha da tehlikeli olan “olaylar” da yaşanmaya başlıyor.

28 Şubat döneminde “muhalif medyayı” vurmak için Şemdin Sakık’ın ifadesine generaller eklemeler yaparak, insanlara iftiralar atıp andıçlamışlardı.

Sonra o “andıçta” adı geçenlerden Akın Birdal suikaste uğramıştı.

Şimdi aynı Şemdin Sakık, Ergenekon’da “gizli tanık” olarak ortaya çıktı.

Birdenbire “ben kimliğimi açıklayarak konuşacağım” dedi.

Sakık’ın adı bile Ergenekon davasını sulandırmaya yetiyor.

Kim Ergenekon davasını sulandırmak istiyor acaba?

“Tanık” denilen insan, “gördüğü, duyduğu, bildiği” olayları anlatır.

Sakık, kendisi hapse girdikten sonra olanları da “yorumluyor” ifadesinde.

Bildiği bir olayı “anlatan” değil de, bilmediği bir olayı “yorumlayan” tanığa dünya hukukunda pek sık rastlandığını sanmıyorum.

Sakık, kendisi hapse girdikten çok sonra yayınlanan Taraf gazetesi hakkında da konuştu.

“Taraf gazetesinin, örgüt bülteni mi yoksa ulusal bir gazete mi olduğu anlaşılmamaktadır. Öcalan’ın her sözü manşetten veriliyor. 2007’den günümüze kadar süren şiddette her kişinin isminin altında Taraf gazetesi vardır” dedi.

Orada durmadı, devam etti:

“Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim. PKK şiddetinin bir boyutunu da böyle algılamamız gerekiyor. Elbette inkar edilen hakların bunda rolü var. Ben çıkışıyla ilgili değil, gelişimiyle ilgiliyim. Bu günlere getirilmesinde dış güçlerin, Amerika, komşu ülkeler hep vardı. Bunların rolü kadar solcu geçinen, liberal solcu etiketi takanlar, Altan’lar buna girer. Bunların hepsinin bir biçimde bu şiddetin sürmesinde katkısı vardır. Bunlar benim yorumum değildir.”

Ona ne sorarlarsa sorsunlar hep aynı “hedefi” gösterdi.

Ona Perinçek’le Öcalan’ın görüşmesini sordular.

Perinçek ile Öcalan’ın görüşmelerinin gece geç saatlere kadar sürdüğünü, görüşmelerin baş başa olduğunu, kendisinin içeri alınmadığını söyledikten sonra birdenbire şöyle dedi:

“Öcalan’ın yanına gelen hiçbir gazeteci, yalnızca gazeteci değildir. Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan kardeşler, Yasemin Çongar, gazetecilik için gelmediler. Onların görüşme amacının örgütün askeri gücünü kullanmak olduğunu düşünüyorum’’ dedi.

Cevabın özellikle son bölümünün soruyla hiç ilgisi yok.

Üstelik de yalan söylüyor, ne ben, ne Yasemin Çongar Öcalan’la görüştü… Mehmet Altan ise Kandil’e hayatında hiç gitmedi… Öcalan’ı ya da bir PKK liderini hayatında hiç görmedi.

Diğer demokrat yazarları da suçlayan Sakık’ın bizimle ilgili sözleri, Orhan Miroğlu’nun gazeteden ayrılırken söyledikleriyle, Miroğlu’nun demecini manşet yapan Akit gazetesinin suçlamalarıyla bire bir örtüşüyor.

Sakık, Miroğlu ve Akit nasıl biraraya toplanabildiler, nasıl nerdeyse “kelimesi kelimesine” aynı ifadeleri kullanabiliyorlar?

Bunun bir “tesadüf” olduğuna inanmak çok zor.

Bir “güç”, bizi hedef göstermek için belli ki bir kampanya yönetiyor.

Sakık’ın sözlerinde özellikle bir cümle ilgimi çekti.

Bütün bu lafları söyledikten sonra, “bunlar benim yorumum değil” diyor.

Kimin yorumu peki?

Sakık, kimin yorumlarını söylemek için çıktı oraya?

Kim o “yorumları” Sakık’a söyletti?

Sakık, hem “yorumlarıyla” Ergenekon gibi çok ciddi bir davayı sulandırıyor, hem “nokta atışı” yaparak bizi hedefe yerleştiriyor, hem de “bunlar benim yorumum değil” diyerek, bu yaptıklarının sorumluluğunun “başka bir güce” ait olduğunu kayıtlara geçiriyor.

Şimdi bakın, “bahtsız bedevi” düzeyindeki bir delirme, genellikle her türlü eleştiriyi “düşmanlık” olarak değerlendirir, cezalandırmak ister.

İktidarı eleştirenlerin teker teker işten atılması sıradan bir olay haline geldi, işten atılamayanları da galiba başka türlü atacaklar, Sakık’ın sözleri neler olabileceğini gösteriyor bize.

Miroğlu’nun Taraf hakkındaki o sözlerinden sonra başbakan tarafından kabul edilmesi, Miroğlu’nun suçlamalarının yanına çocuğumun resmini “PKK yandaşı” diye koyan gazetenin yöneticisinin başbakanın “çok yakını” olması nasıl açıklanmalı sizce? AKP’liler, yaşananları görmemek için gözlerini sımsıkı yumuyorlar ama bu gidişat emin olsunlar iyi bir gidişat değil.

Bazılarının delirmesi sadece “ağaçların elini sıkmakla” bitmez çünkü.