Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak amacıyla başlatılan "Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği" kampanyasına katılmaları nedeniyle Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, gazeteci- yazar Ahmet Nesin ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu'nun tutuklanmasının ardından, gazetedeki nöbeti dün Haberdar’dan Said Sefa devralmıştı.

Özgür Gündem’in bugünkü nüshasında (23 Haziran) Said Sefa’nın ‘Gün insan olma günü’ başlıyla yayımlanan yazısı şöyle: 

Despotizm birilerini yeme üzerine değil birbirlerini yiyenler üzerine kurulur.

Birbirlerine kırdırılan, kendi mahallesinin dışına çıkmaması üzerine düşünce kodları şekillenmiş olan, mücadelesini kendi başarısı üzerine değil de muhatabanın başarısızlığı üzerine bina eden toplumlarda, muktedirlerin halkı avucuna alması hem kolay hem kaçınılmaz.

Avucuna aldığını dilediği gibi şekillendirmek isteyen bir iktidar, sadece kendi bekası adına hareket ediyor, muhalif her düşünceyi yok etmeyi planlıyor, suç imparatorluğuna resmiyet katma derdinde, hukuk devleti olma gerekliliğini yerine getirmekten kaçınıyorsa, yaptığı şey avucundakini yoğururken, onun hamuruna nefret ekmek.

Devlet, hukuk normlarının dışına çıktığı an rutin dışına çıkmayı olağan görmeye başlıyor.  Kendi rutin dışı haline veya anormal devlet telakkisine uygun tanımlamalar, kavramlar üretiyor. Kullandığı dil demokrasi esaslarının ve hukuk nizamının dışına taşmış oluyor.

Toplumun farklı katmanları ve sınıfları, devletin ürettiği bu dili kullanmaya teşne olacak şekilde birbirlerinden ayrışmışsa, bırakın farklı mahallelerdeki çatışmayı ve ayrışmayı hatta aynı mahallenin farklı sokaklarında bile ayrışmalara ve nefretin kutsandığına şahit olursunuz.

Nefret kavramlarla yaygınlaşır. Ve maalesef ki toplumumuzun düşünce kodları kendisine dayatılan kavramlarla şekillenmiş.

Mevcut iktidar, en çok da toplumun bu yönünü iyi biliyor, bu yönünden yararlanıyor. Kurmak istediği hukuk dışı düzen birbirlerinden nefret eden kitleler üzerine inşa ediliyor; her mahalleyi ayrı ayrı yargısız infaza tabi tutuyor.

Günün sonunda yaşanılana dönüp baktığınızda yok edilmeye çalışılanın sadece bir muhalif grup olmadığını, memleketin bütün temel hak ve özgürlüklerinin ve bütün renklerinin imha edilmeye çalışıldığını görürsünüz.

Rutin dışına çıkan devletin dilini temel unsur kabul edenler, birbirlerini kıranlar, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler, kendinden olmadığını düşündüğüne yapılanlar karşısında sessizlik rızasına gömülenler vasıtasıyla despotizm ilan edilmiş olur.

Bugün, günün sonuna yaklaşmış, despotik yapısına resmiyet kazandırmak için hiçbir eylemden kaçınmayan bir muktedirle yüzleşmiş olan bizler, bize dayatılmış dilden ve düşünme kodlarından sıyrılarak, varsa bir mahallemiz o mahallemizden başımızı dışarıya uzatarak, yapılanlar karşısında demokrasi cephesi oluşturmaya, yek diğerimizin yanında yer alarak cepheyi genişletmeye muhtaç ve mecburuz.

Bugün, Özgür Gündem başta olmak üzere toplumun tüm renklerini soldurma gayretleri, medyanın abluka altına alınması, gazete ve televizyonların kapatılması veya gasp edilmesi , gazetecilerin hapse atılması, nöbetçi genel yayın yönetmenlerinin tutuklanması, ne gazeteciliğin ne Özgür Gündem’in ne muhalif bir yapının ne içerideki gazeteci, akademisyen ve aydınlarımızın sorunudur, bu Türkiye’nin temel dinamiklerini imha etmeye yönelik bir sorundur, sorun Türkiye’nin varolma sorunudur. Zira yapılanlar,  demokratik hukuk devletinin temel dinamiklerine bir saldırıdır. Kamuoyunun haber alma hakkına saldırmak, özgürlüklerin kalbine saldırmakla eşdeğerdir. Kalbi sökülmüş bir ülkenin varlığıyla yokluğu arasında bir fark yok.

Biraz olsun, kafamızı kaldırıp sınırımızdaki ülkelere baktığımızda, özgürlüklerine kastedilen ülkelerin, ülke olmaktan çıktığının kanıtlarıyla karşılaşırız.

Bugün, yapılanlar karşısında sessizliğe gömülme, sen-ben ayırımı yapma, geçmişteki yanlışlara bakıp “ama” deme günü değildir.

Gün, olması gereken Türkiye için mücadele edecek herkesin ve her kesimin, yaşanabilir bir ülke için omuz omuza vermesinin kaçınılmaz bir hal aldığı gündür.

Gün, keyfince bir rejim kurmak isteyen, ülkeyi varlık yokluk kavgasına sürükleyen ve bulunduğu coğrafyanın bataklığına saplama gayretinde olan bir yapıya “Evet mesajınızı aldık, ama sizden korkmuyoruz” diyebilme günüdür.

Bugün iktidarın yaptıklarından faydalananlar, yapılanları alkışlayanlar, yapılanları olumlamıyorsa bile görmezden gelenler, başını kuma sokanlar, sessizlik rızasına gömülenler, bana ne diyenler, sana ne diyenler, hatta sadece zarar kendilerine dokununca ses verenler, bir tek kendi acısına ağlayanlar bilmeli ki yaşanılan tüm suçların hem dolaylı sebebi hem de suç ortağıdırlar.

Hiçbirimizin, gündemin özgürlüğüne müdahale eden ve ülkenin kalbine/temel dinamiklerine kasteden bir ikitadarın karşısında köşeye çekilme, lüksü yoktur.

Haksızlığa uğrayanların sıraya sokulmasına duyarsız olanlar, sıranın kendilerine gelmesini bekleyebilir. Buna, tarih şahittir.

Bugüne tanıklık edenler, her bedeli göze alarak, kendisine dayatılmış düşünce kodlarını, ideolojik kaygılarını, mahalle baskılarını, şahsi menfaatlerini, iflah olmaz egolarını bir kenara bırakıp demokrasi cephesinde cesurca yer alır, haksızlığa uğrayanın kimliğine takılmaksızın yapılan hukuksuzluklara “dur” derse; elbet yarın da tarih onların iyi insanlar olduğuna tanıklık edecektir.

Kimliğine bakmaksızın haksızlığa uğrayanın yanında yer almak aslında ona destek olmak değil; kişinin kendi insanlığına destek olmasıdır.

Gün dayanışma günü, insan olma günüdür.