İslami kesimin önde gelen yazarlarından Yıldız Ramazanoğlu Gezi Parkı eylemlerini değerlendirdi. Ramazanoğlu Gezi sürecinin baş kahramanlarından birinin Dolmabahçe Camii müezzini olduğunu söyledi.

Milat gazetesindeki yazılarına 'mevcut boşluğu dolduramadığı için' kısa süre önce son veren Yıldız Ramazanoğlu Gezi Parkı eylemlerini T24'ten Hazal Özvarış'a değerlendirdi. Zaman gazetesinde de yazan Ramazanoğlu Gezi direnişi sırasında Emek ve Adalet Platformu'nun Müslümanlara seslendiği ve “Bir zamanlar mazlum olmak şimdi bizim de zalimleşmemizi ya da zalimin yanında yer almamızı gerektirmiyor!” denilen bildiriye de imza atmıştı.

Röportajda İslami kesimde geçmişe yönelik olarak derin bir sorgulamanın başladığını belirten Ramazanoğlu'nun kızı da Gezi Parkı eylemcileri arasında yer almıştı.

Kadın hakları savunuculuğunda da İslami kesimin önde gelen isimlerinden biri olan Ramazanoğlu’nun Türkiye içinde ve dışında aktif olduğu sivil toplum örgütleri arasında Gezi Parkı sürecinin başlangıç noktası olan Taksim Platformu da var.

'EN BÜYÜK KAHRAMANLARDAN BİRİ MÜEZZİNDİ'

“Gezi’nin en büyük kahramanlarından biri müezzindi” diyen Yıldız Ramazanoğlu, gaz bombasından ve polis müdahelesinden kaçarak sığınan eylemcilere kapılarını açtığı için Başbakan Tayyip Erdoğan 'ı öfkelendiren Koç grubu bünyesindeki Divan Otel için de bir not düşüyor, “Divan Otel’in sahibi ben olsam yaralılara kapıları sonuna kadar açardım.”

Ramazanoğlu, Erdoğan İle Müslümanlık anlayışlarının, ideallerinin benzer olduğunu belirtiyor, ancak “İktidar çürütücü bir şey. Çok uzun süre iktidarda kaldığınız zaman, çok sağlam dostane eleştiriler de almıyorsanız bir şekilde otoriterleşirsiniz” dedi.

Ramazanoğlu, "Gezi eylemcilerini ayrıştıran özelliklerini görmemenin sizce AKP ’ye maliyeti ne olacak?" sorusuna ise şu yanıtı verdi: Aslında bu gerilim politikasından AK Parti’nin güçlenerek çıkacağı, safların daha da sıkılaşacağı ve önümüzdeki seçimlerde Gezi Parkı’nın sandığa AK Parti lehine yansıyacağı düşünülüyor. Son derece pragmatik, ilerisini öngörmeyen bir yaklaşım bu. Kısa vadede mümkün, ama uzun vadede kutuplaşma dili çok büyük çatışmaları tetikler. Orta Doğu’nun içinde bulunduğu duruma baktığımızda bize kan olarak, iç savaş olarak geri dönebilir. Acilen, hiçbir ortaklıkları olmadığı sanılan insanların insani ortak paydaya kader birliği içinde ortak geleceğin inşasına dönmesi lazım. Deniliyor ki, “Barış süreci selamette, kendi kulvarında ilerliyor.” Hiç güvenmemek lazım. İnanın, Kürtler sürece büyük ihtimam gösterdi, pamuklara sardılar, iyi-kötü, dindar-laik, Alevi-Sünni şekilde bir dil yeniden kullanılırsa ne barış süreci kalır, ne konsept.

Hükümetin kendi başlattığı bu süreci baltalaması düşünülemez. Çok önemli gelişmeler olacağını, enerjinin buraya akıtılacağını düşünüyorum. Barış süreci olmasaydı ağaç gibi bir duyarlılık adına sofistike bir eylem yapıldığına zaten tanık olamazdık. Hızla Gezi derslerini çıkararak barış sürecini devam ettirmemiz lazım.

Başbakan'ın Gezi Parkı sürecinin başlangıcında sarf ettiği, "Bir anne, babanın hoşuna gider mi kızının birinin kucağına oturması" cümlesini de değerlendiren Ramazanoğlu şöyle konuştu: "Korkunç. Kızlarım var ve bu cümleleri direkt kendime söylenmiş gibi hissettim. Başbakan’ı, özellikle Gezi Parkı'ndan beri, inanın, tanıyamıyorum. Kendi kişiliğiyle bağdaştıramayacağım kelimeler sarf etti. Gezi Parkı'ndaki gençlerle ilgili de. Tayyip Bey, Türkçe Olimpiyatları’nda altı yedi kez “bir tarafta şöyle gençler, bir tarafta böyle gençler” içerikli cümleler kurdu, üzücüydü. Taraflardan söz etmek barışa hizmet etmez. Evet, vandallık gördük, duvarlara yazılan hakaretler, küfürler gördük. Ama aynı gençliğin içinden birilerinin sprey boyaları alıp bütün bu küfürleri sildiklerini de gördük. O kötü dediğimiz gençliğin içinden insanlar Miraç Kandili’nde çok güzel bir atmosfer gerçekleştirdi.

Ramazanoğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:

- Birkaç varsayım sorsak; sizce Başbakan’ın “Camiye ayakkabılarıyla giriyor" dediği gençler, camiye mücbir sebepten mi ayakkabılarıyla girdi yoksa saygısızlıktan mı?

Oradaki en doğru şeyi müezzin yaptı. O gençlere sahip çıktı. Kaldı ki o hengâmede yaralı insanlar can havliyle ayakkabıyla girmiş olabilirler camiye. Bunu o kadar da mevzu yapmaya gerek yok. Ama zannediyorum, siyasetin dili için bu kullanılabilir oldu. Bence müezzin Gezi meselesindeki en büyük kahramanlardan bir tanesi oldu.

- Başbakan biber gazı yemiş biri olsaydı konuşmasında sizce yine "Biber gazı sıkmak polisimizin en doğal hakkıdır, polisimiz demokrasi sınavını geçti, daha da kuvvetlendireceğiz" der miydi?

Kesinlikle demezdi. Bunun nasıl onur kırıcı bir şey olduğunu görürdü en azından. Ben de çok yakından yedim, yanımda Ahmet Türk ve başka kişiler de vardı. Var oluşunuza kast eden biber gazının böcek gibi üzerinize sıkılması kabul edilemez. Ama zannediyorum, Sayın Başbakan meşruiyetini "Seçilmiş hükümet varsa, kamudaki düzeni de sağlamak zorunda, yoksa her gelen meydanları harap edecek, otobüsleri yakacak" söyleminden yola çıkarak kuruyor. Ama neresinden bakarsanız bakın, şiddet şiddeti doğurdu. Otellere kadar sığınmış insanların üzerine gaz sıkmak, kabul edilemez.

- Divan Otel'in sahibi olsaydınız, siz de kapılarınızı açar mıydınız?

Sonuna kadar açardım. Nasıl açmam ki? Sebebi ne olursa olsun, yaralı insanlara kapısını açmayan bir insan düşünülemez. Ki açmayan bazı yerler olmuş...

- Koç ailesine "Otellerinde teröristlerle işbirliği yapandan hesabını soracağız" diyen Başbakan bu açıklamanız yüzünden sizden de hesap sormasın?

Sorabilir tabii. Zor durumda kalmış, yaralı insanlar evinizin kapısına gelirse onlara da kapınızı açarsınız ve tedavilerini sağlarsınız. Kapısı çalınan evim de olsa bunu yapardım, zaten eczacı olduğum için tedavilerine de hemen başlardım. Ama Koç suçlamalardaki gibi doğrudan bir organize içine girdiyse, iktidara karşı bir hareket örgütlemişse, tüm ihtiyaçları karşılamak gibi birtakım finansal imkânlar sağlıyorsa o ayrı bir konu. Ben bunu yaralı olanlar, gazdan kaçmak için sığınanlarla sınırlı olarak söylüyorum.

- Emek ve Adalet Platformu’nun metninden çıkan “kibir, zulüm, 28 Şubat hoyratlığı, Kemalist zihniyet benzerliği, devlet eliyle dağıtılan zenginlik” gibi keskin ifadelere rağmen siz bugün "AKP'den vazgeçmedik” diyor musunuz?

Kitlelere çok da güvenmemek lazım. Son derece kırılgandır alkışlayan kalabalıklar. Ben 80 kuşağından bir insanım, 12 Eylül'ü yaşadım. Seyirci olarak da değil, solculardan şiddet de gördüm üniversitede öğrenciyken. Tüm Türkiye tecrübelerinden sonra en ufak bir kutuplaşmaya tahammülüm yok, aşırı duyarlıyım. Artık herkeste bir parçamın olduğunu görüyorum. Başbakan’ın aşağılayan diline karşılık AK Parti kitlesine karşı o üstenci dilin entelektüel çevrelerde yeniden kurulduğunu da görüyorsunuz. Bu kötülük zinciri kırılmak zorunda.

Onları küçük gören, aşağılayan, oylarını daha değersiz gören bir zihniyet bu ülkede hâlâ yaşıyor. Topyekûn bir kitle olarak görülüyor AK Partililer, hâlbuki son derece entelektüel, inanılmaz birikimli, dünyada olup biten bütün tecrübeleri hazmetmiş nice insan var. Yeni bir dünyayla karşı karşıyayız ve insanları kutucuklara yerleştirme konforu artık yok. Herkes, kendi içinde de çoğulluk yaşıyor. Hâlâ başörtülü kadınları tek potaya sokmaya çalışıyorlar. Ama kızım benden çok farklı; kız kardeşim benden çok farklı. Dinlediğimiz müzikler, yediğimiz yemekler, kültür, yaşam biçimimiz... AK Partili seçmen son derece heterojen aslında. İzin verilmiyor ki (Julia) Kristeva’nın dediği içimizdeki çoğulluğu yaşayalım kimseye hesap vermeden, mahkûm edilmeden.