Ahmet İnsel’in bugünkü yazısı şöyle:

 

MUKTEDİRİN ALÇAK BASINÇ ATMOSFERİ

Bu toprakların kültüründe, iktidarın verdiği yetkileri kullanmak iktidar olduğunu hissetmek için yeterli değildir. İktidar olduğunu insanların gözüne sokarak göstermeden, gücünü abartılı biçimde sergilemeden iktidarda olmanın tadına varılmaz. Bu kültür kodları iktidarda olmayı, mutlak güçlü olmakla, kendine karşı çıkan sesi susturma gücüyle ölçer. Bu nedenle muktedirin konuşma yapacağı alana bir şekilde iliştirilmiş muhalif afiş öfkeli bir telaşla indirilir, bandroller yırtılır, insanlar ağızları kapatılarak palas pandıras götürülür. Muktedir olmanın göstergesi bir yandan her konuda ve hiç durmadan konuşmaktır, diğer yandan kendine karşı laf edenin dilinin kesilmesini sağlamaktır. Hatta bu ikincisi, birincisinden daha önemlidir. Bu ülkenin erkek egemen muktedir kültüründe yaptırtmamak, konuşturtmamak güçlü olmanın özüdür.

 

Otoriter kültürel genetik kodların belirleyici olduğu bu muktedir olma ve olduğunu gösterme hali, bir de muktedirin kişilik özellikleriyle uyumlu ise ortaya çıkan durum tam da bugün Türkiye Başbakanı’nın taşkınlık içinde sergilediği durumdur. Kendini basında yer alan her eleştiriye cevap verme zorunda hisseden, bunların hiçbirine tahammül edemediğini gösteren ve susturulmalarını talep eden bir mutlak muktedir portresi var karşımızda. Çıraklık ve kalfalık aşamalarını geçip kendini siyasette usta ilan ettiği dönemde bu mutlak gücün dışavurumunun zirve yapması bir rastlantı değil. Bu siyaset ve iktidar kültüründe gücün zirve noktasında olmak demek, konuşmasını istemediğini susturmayı, göz önünde olmasını istemediğini uzaklaştırmayı başarabilmektir. Ancak bunları gerçekleştirince muktedir, iktidarının gerçekliğine inanır. Yukarıda tarif edilen iktidar psikolojisi açısından gereklidir bu güç gösterisi.

 

Bugün Türkiye Başbakanı, işkenceci geçmişi sergilenen bir polisin terfi ettirilmesi, önemli bir göreve getirilmesini eleştiren kendi partisinden milletvekillerine bile bir nebze tahammül gösteremiyor. Hükümet ve kendisi aleyhinde olumsuz değerlendirmelerde bulunan medyada kim varsa, ona laf yetiştirmekten, azarlamaktan, ‘kendine gelmesini talep etmekten’ kendini alamıyor. İşten atılması gereken gazetecileri neredeyse tek tek gösteriyor. Telefonla yaptığı yasakçı müdahaleleri de marifetmiş gibi övünerek kendisi anlatıyor. Bu müdahalelerin bilinmesini istiyor. Çünkü mutlak iktidar sahibi olduğunu göstermek istiyor. Bu bir güç ve iktidar sergileme şehveti. İktidarın maşalarının münafık sesleri susturmak için kullanılmasına sevecenlikle bakması bu nedenle şaşırtıcı değil. Akit gazetesinin daha önce bu sütunlarda nitelendirdiğimiz gazetecilik anlayışından rahatsız değil belli ki. Geçmişte olduğu gibi, onun da bu güç politikasında bir yeri var. Politikasının tökezleyen konularında yaraya parmak basanların, onu eleştirenlerin, başka mümkün politikalar olduğunu hatırlatanların üzerine, en son Cengiz Çandar’a yapıldığı gibi, en aşağılık yöntemlerle saldırılmasını, kısık gözlerle ve donuk bir surat ifadesiyle izliyor. Bu toprakların bildik mütehakkim edasıdır bu. Kendine sorsanız, “Ben mi emir verdim?” diye yanıtlayacaktır. Bu kirli işler maşasını gezilerine davet etmekten de imtina etmiyor.

 

İpe sapa gelmez iddialarla açılan davalar, tutuklamalar bu iktidarın güç gösterisinin bir yüzüdür. Diğer yüzünde ise zamanın ruhunu yakalamakta mahir patronlar ve yöneticiler tarafından dalga dalga gerçekleştirilen temizlik operasyonları var. Medyadaki temizliğin boyutları, 12 Eylül sonrasında ve 28 Şubat dönemindeki yoğunluğa ulaştı. Yeni mütehakkim eski mütehakkimlerin yolunda ustalığını icra ediyor.

 

Otoriter rejimde pupa yelken yol alıyoruz. Ve bu rejimin insan figürlerini, dilini, jestlerini en ince detaylarını kaçırmadan resmeden, gördüğünü ve hissettiğini hem aklımıza hem kalbimize nakşeden bir kalem bu sefer yeni rejimin artarak boğucu olan atmosferinden nasibini aldı. Yıllardır aynı gazetenin sayfalarını paylaşmaktan onur duyduğum Yıldırım Türker, gazete yönetimiyle dünkü yazısı konusunda ortaya çıkan değerlendirme farkı üzerine Radikal’den ayrıldı. Radikal alametifarikasını kaybetti. Bunun tam da bu medya temizliği döneminde olması elbette bir rastlantı değil. Başbakan’ın şahsen yarattığı, dalkavukların, ‘hınk deyiciler’in beslediği atmosferin yarattığı alçak basıncın doğal sonuçlarını yaşıyoruz. Muktedirin gücünün sınırsız ve eleştiriye tahammülünün kısıtlı olduğu, iktidar hazzına her şeyi denetim altında tutmakla vardığı bu alçak basınç atmosferi, demokrasi açısından doğal afet niteliğindedir.