Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk, bugünkü köşe yazısında İçişleri Bakanlığı'nın yayınladığı Gezi raporuna atıfta bulunarak, polisin Gezi olaylarında genel olarak aşırı güç kullanmadığını savundu.

Bakanlığın yayınladığı raporun gerçekleri ortaya koyduğunu savunan Göktürk, "Polis devleti halka azgınca ve öldüresiye saldırdı" şeklinde kasıtlı bir propaganda yapıldığını ve bu propagandayı çökertmenin 'tarihe karşı bir borç' olduğunu savundu.

Gülay Göktürk’ün Bugün gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:

Gezi efsaneleşirken

Daha dün hep beraber yaşadık Gezi olaylarını... Ama şimdiden, Gezi etrafında bir efsane yaratıldığını ve bu efsanenin gün geçtikçe büyüdüğünü görüyoruz. Hani sanki o günlerde İstanbul başta bütün Türkiye'de şanlı bir demokrasi direnişi yaşandı ve iktidar da buna Esed misali acımasız bir saldırıyla, büyük bir kırımla cevap verdi...

Yaratılmaya çalışılan balonu bir ucundan patlatmaya çalışan Salih Memecan'a yapılanlara bakar mısınız? Apaçık görülüyor ki, yarattıkları efsaneyi "dokunulmaz" kılmak için daha şimdiden ciddi bir manevi terör estirmeye başladılar bile...

Böyle giderse, birkaç yıl içinde, anlatılanları tanıyamaz hale gelecek; "hepimizin gözü önünde yaşanan olay bu muydu; yoksa biz hayal mi gördük"diye kendi kendimizden şüphe edeceğiz.

Tarihe not düşmek

Aslında bu hep böyle olur. Tarih, aynı olayın birbirinden çok farklı hikayelerinin yazıldığı örneklerle doludur ve bunu engellemek imkansızdır.

Ama en azından şu yapılabilir: Gezi'nin hikayesinin tek yanlı yazılmasını engellemek ve "Gerçekte ne oldu" sorusuna verilen farklı cevaplarla ilgili tarihe not düşmek...

Bu söylediğim şey şüphesiz çok yanlı bir iş... Gezi'nin sosyolojisi, olayların kronolojik dökümü, farklı safhaları ve her safhanın temel karakteri, ideolojisi, hükümetin doğrusu, yanlışı... Olayın bütün bu boyutlarıyla ilgili söylenecek çok şey, düzeltilmesi gereken çok çarpıtma var.

Bunlar yapılıyor ve daha da yapılacak...

Nitekim İçişleri Bakanlığı'nın Gezi Parkı süreci ile ilgili olarak hazırladığı geniş kapsamlı rapor, tarihe karşı olan bu görevi, bir açıdan yerine getiriyor: Gezi'nin rakamsal gerçeklerini ortaya koyuyor.

Sayılarla Gezi

Şimdi bu raporda ortaya konan bazı gerçeklere bakalım:

Taksim'de başlayarak 80 ile yayılan Gezi olayları sırasında Türkiye genelinde 4 bin 725 eylem yapılmış. Söz konusu eylemlere, 3 ay boyunca bütün mükerrer katılımlar dahil yaklaşık olarak 3 milyon 545 bin kişi katılmış. En çok katılım 1 milyon 153 bin kişiyle İstanbul olurken bu şehirde 733 etkinlik ve eylem düzenlenmiş.

Gezi sürecinde olayların yaşanmadığı tek il ise Bayburt olmuş.

Yaşanan olaylar sırasında şiddet eylemlerine karışan 5 bin 341 kişi gözaltına alınmış. Bunların 160'ı tutuklanmış.

Olaylarda 4 bin 312 sivil vatandaş, 694 güvenlik görevlisi olmak üzere toplam 5 bin kişi
yaralanmış.

Şiddet eylemleri sırasında en aktif rol alan örgütün Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) olduğu belirlenmiş. Bu örgütü SDP ve DHKP-C takip etmiş.

Azgınca saldırı bu mu?

Bu sayıları yorumladığımızda karşımıza çıkan tablo nedir?

Göstericilere azgınca saldıran bir polis teşkilatı tablosu mu?

Toplam 4750 eylemde 5311 kişinin gözaltına alınması, yani yaklaşık eylem başına bir kişinin gözaltına alınması "önlerine geleni gözaltına aldılar" söylemini destekler mi?

Eğer polis kuvvetleri söylendiği gibi "azgınca" saldırsaydı, 80 şehirde 3 ay boyunca devam eden toplam 4 bin 725 eylemde sadece 6 kişi mi ölürdü? Sadece 4 bin 312 kişi mi yaralanırdı?"Azgınca saldıran" polis, kendi içinden 694 yaralı mı verirdi?

4 bin 725 eylemde 4 bin 312 kişinin yaralanması, yaklaşık her eylemde bir kişinin yaralanması demektir. Eylemlere bazen binlerce kişinin katıldığı düşünülürse, ayrıca bu yaralıların yüzde 90'dan fazlasının ayakta tedaviyle gönderilecek kadar hafif yaralı olduğu göz önüne alınırsa,"Gezi'deki polis gaddarlığı" propagandası da kendiliğinden çöker. Tam tersine, polis teşkilatının son derece dikkatli davrandığı ortaya çıkar. Bu sonuç, olayların başlangıcına neden olan çadır yakma ve orantısız güç kullanma olayının ardından, gerek İçişleri Bakanlığı gerekse valiliklerin sürekli uyarıları sayesinde mümkün olabilmiştir.

Zaten bizim ekranlardan izlediğimiz de budur. Polisler, ekranları başında izleyen birçok insana "Bu kadar da acz olur mu" dedirtecek kadar yumuşak ve sabırlı davranmış, bu sayede Türkiye 3 ay boyunca süren 4 bin 750 ayrı şiddet eyleminden bu kadar az can kaybıyla ve az yaralıyla kurtulabilmiştir.

Peki aşırı ve gereksiz şiddet kullanma olayları hiç olmamış mıdır? Olduğunu biliyoruz, hatta bir kısmını televizyonlardan izledik. Ama öte yandan, bütün kamera görüntülerinin ve fotoğrafların tek tek incelenerek sorumlu polisler hakkında inceleme başlatıldığını da biliyoruz.

Bu soruşturmaların sonucunu elbette takip etmeli; içindeki hıncı göstericiden alan o polislerin cezalandırıldığından emin olmalıyız. Ama "Polis devleti halka azgınca ve öldüresiye saldırdı" propagandasını çökertmeyi de tarihe karşı bir borç bilmeliyiz.