Son günlerde duyduğum, okuduğum pek çok söze gerçekten de inanamıyorum; yanlış aktarılmıştır, böyle söylenmemiştir, böyle yapılmamıştır diyorum önce; sonra bakıyorum ki doğruymuş. İnanamıyorum, çünkü inanamadığım sözleri söyleyenler, bu kadar da olmaz artık dediğim şeyleri yapanlar üç-dört yaşındaki küçük çocuklar değil, cezai ehliyete sahip olmayan zihinsel özürlü kişiler de değil, cahil cühela hiç değil; bu ülkenin bakanları, başbakanları, emniyet müdürleri, yüksek yargı mensupları, asker-sivil üst kademe bürokratları... Ve de -yok aslında birbirlerinden farkları- mevcut iktidarın muhalifi bile değil can düşmanı olan, iktidardan düşmüş, tüyleri epeyce yolunmuş da olsa eski statükonun yenilgiyi kabullenemeyen kodamanları, siyasileri, muhalefet liderleri.

İnanamıyorum, çünkü ortalama zekâdaki bir insanın içinden geçirse bile açık açık söyleyemeyeceği, böyle konuşursam ben kötü duruma düşerim diye düşünüp kendini frenleyeceği sözler fütursuzca sarf ediliyor. Bir hukuk devletinde, demokratik bir toplumda yapanı söyleyeni bulunduğu mevkiden anında uzaklaştıracak, kamu oyu baskısıyla toplum içine çıkamayacak hale sokacak beyanlarda bulunuluyor.

Adana Emniyet Müdürü’nün “molotof atan o an vurulmalı” sözü, sadece son örnek; üstelik de Çevik Kuvvet’e çeki düzen verilmesi için yeni ilkeler belirlendiği, göstericilere önce uyarıda bulunulması, en son cop kullanılması, vb gibi “cici” müdahale yöntemleri kullanılması konusundaki bir genelgenin yayınlandığı haberiyle aynı güne rastlayan bir gerçek. Haber şu ana kadar yalanlanmadığına göre Emniyet Müdürü sözlerinin arkasında duruyor; görevden alınmadığına göre de Hükümetin, İçişleri Bakanı’nın, bu sözlere itirazı yok...

Zaten mevkiinin sorumluluğuna sahip bir insanın, en azından kendi imajını korumak için sarf etmekten çekineceği sözlerin şampiyonu sayın İçişleri Bakanı değil mi?

Hangi birini aktarmalı? Profesör Buşra Ersanlı’nın tutuklanmasına gösterilen tepkilere cevaben sarf ettiği “Otuz bin prof. var, bini tutuklansa haydi neyse ama bir kişi için koparılan kıyamet de ne” sözlerini mi? KCK davalarından tutuklu sayısını gerçek rakamın dörtte biri olarak verince, itirazlara karşı “Gerekirse BDP’nin açıkladığı sayıyı da tamamlarız” demesini mi? Van’da deprem çadırlarını gezerken, “Saray gibi çadırlar, keşke biz de buraya gelsek” sözlerini mi? “Kürt sorunu, Kürt sorunu deniyor, ben o tarafları iyi bilirim, gezdim dolaştım ben göremedim ne olduğunu” deyip, bu sözler yetmezmiş gibi aydın düşmanlığının ve en cıvık popülizmin kendimi bildim bileli klişe ifadesi olan, “Bu işler öyle Boğaz’da oturup içki masalarında konuşmakla hallolmaz” gibisinden yüksek fikir beyanlarını mı? Hepsini aktarmaya yerimiz ve sinirlerimiz elvermez. İçişleri Bakanı’na bak, Emniyet Müdürü’nü al demek durumu kısa yoldan açıklayabilir.

Tabii “Başbakan’a bak, İçişleri Bakanı’nı al” diyerek söylemeye çalıştıklarımı kısa yoldan anlatmam da mümkün. İktidarının ilk günlerinde “Ananı al da git”den başlayıp geçen yıl “ucube”ye, “tıksırıncaya kadar için”e, Hopa’da bir protestocudan söz ederken kullandığı “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”e, muhalefeti hedef alan “burnunu sürtmek” ya da “tükürdüklerini yalayacaklar” türünden veciz sözlere ve nihayet Meclis’te başörtüsü serbestisi önergesi veren BDP’li milletvekillerini hedef alan “Dini Zerdüşt olanın ne ilgisi var bu işlerle” konuşmasına varan pervasız, kavgacı, mağrur ve de sorumsuz üslubu hatırlamak yeterli.


Değişmeyen Zihniyet: 'Vur Kurtul'

Ağızlarından çıkanı kulakları duymaz mı bu zatların? Kulakları kendi seslerine sağırsa akılları vicdanları kendi sözlerine itiraz etmez mi? Etmez, etmiyor çünkü bu bir zihniyet sorunu: Vur, kurtul zihniyeti... Lafla vur, sopayla vur, yetmiyorsa tutuklayarak sözde hukukla vur; ve de gözünü karart, en kolay en temiz (!) yoldan silahla, bombayla vur... “Molotof kokteyli atanı o anda vur!”

Bugünün zihniyeti değil bu. Osmanlıdan, astığı astık kestiği kestik muktedirlerden gelip “Şeriatın kestiği parmak acımaz”la beslenen, 88 yıllık Cumhuriyetimiz ve 100 yıllık ulus-devlet kuruluşu süreci boyunca düstur edinilmiş, günümüz muktedirlerinin de çabucak benimsediği ve sürdürdüğü ceberrut devlet, otoriter yönetim zihniyeti. Daha da vahimi, sadece siyaseti yönlendiren, devleti ele geçiren muktedirlerin değil toplumun çoğunluğunun da kanına işlemiş olan, başa çıkamadığını, tehdit olarak algıladığını vurarak, ezerek yok etme güdüsü.

Molotof atanı vurmalı diyebilenle son teröriste kadar yok edeceğiz diyenin, dağı taşı bombalamakla yetinmeyip Kandil’e bayrak dikmeyi önerenin, ölüleri bile “şehit” ve “terörist” diye ayırıp cenazeleri savaş meydanına döndürenlerin, asmayalım da besleyelim mi diyen darbeci paşaların, miting meydanlarında oy toplamak için yağlı urganla gösteri yapanların, kanayan devasa bir sorunun çözümüne darbe vuracağını, milyonların yaralarını deşeceğini bile bile, Öcalan için “ben olsam asardım” diyebilen bir Başbakan’ın; sorunların vurarak, öldürerek, kanla, şiddetle çözülebileceğini sanan ama hep yanılanların vur kurtulcu zihniyeti.

Zulme dayanamayıp ayrılmak isteyen karısını vurup öldüren; vur kurtulcu erkek kültürünün namus adını taktığı o yerebatası namussuzlukla kızını kendi elleriyle boğan; kutsallaştırılmış kavramların ve inançların ardına sığınıp kendi iktidarlarını pekiştirmek uğruna gencecik insanları öldüren ve öldürten lanet olası kan kültürü...


BDP’ye de Vurun Kurtulun

Bu yazı böyle bitmeyecekti, vur kurtulun kurtuluş olmadığını anlatmaya çalışacaktım. Son anda, AKP grup toplantısında konuşan Başbakan’ın sözlerini duyunca, yukarda anlatmaya çalıştığım zihniyet ve vur kurtulcu tarzı siyasete değinmeden edemedim. “BDP Meclis’te olsa ne olur, olmasa ne olur” diyordu Başbakan. Hani, “Şekil 1’de görüldüğü gibi” denir ya, ben de “Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerinde görüldüğü gibi” diyerek özetleyim anlatmaya çalıştıklarımı.

Kürt açılımından, PKK ile devletin/ hükümetin görüşmelerinden, İmralı ile neredeyse müzakerelere evrimleşecek bir süreçten sonra, yaz ortasından bu yana iktidar partisinin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın Kürt politikasında tam bir U dönüş yaparak vur kurtul stratejisini benimsemesi, özünde temelinde AKP’nin de -kendinden öncekiler gibi- asla kurtulamadığı, bu ülkenin egemenlerinin genlerine işlemiş vur kurtul zihniyetinin tezahürüdür. Mutlak iktidarı pekiştirecek adımların önünde, BDP kolay lokma olmayan engellerden biri olarak görülmektedir. “Sen ha, bana ha! Benim çizdiğim çizginin dışına çıkmak ne haddine!” düşünce ve öfkesi içindeki siyasal iktidarın hedefi, BDP’nin Meclis’te “aykırı ses” olmasını engellemektir. Partiyi illegale itmenin, toplumun gözünde itibarsızlaştırmanın en etkili yolu ise, PKK=KCK=BDP= terör denklemini kurmaktır. KCK operasyonlarının BDP operasyonuna dönüşmesi bir yana, özellikle Başbakan seçimler öncesinde başlayan ve Meclis’in açılışından itibaren aralıksız süren BDP’yi dışlayıcı, hırpalayıcı, suçlayıcı üslubuyla, hele de “BDP olsa ne olur, olmasa ne olur” söylemiyle BDP’den kurtulmaya çabalamaktadır.

Bu patırtı gürültü arasında kimse bana kulak vermeyecek biliyorum; yine de BDP’ye de Tayyip Erdoğan’a da yurttaş olarak bir çift sözüm var:

Ey BDP’liler! Vur kurtulcu zihniyetin kurşunlarından korunun. Meclis’te demokratik mücadeleye devam Meclis dışına çıkmaktan hem daha güvenlidir, hem de Türkiye demokrasi güçlerini yanınızda bulursunuz. Güç bir seçimle karşı karşıya bulunduğunuzu, kendi kitlenizden ve üzerinizde etki sahibi güçlerden Meclis’i terk etmeniz yönünde yoğun telkinler, hatta baskılar geldiğini biliyorum. İktidar odaklarından gelen provokasyonlara aldırmadan, sizi Meclis dışına atma çabalarını boşa çıkartma direnç ve basiretini göstermelisiniz.

Ve ey Başbakan! Türkiye’nin şu çok kritik döneminde BDP Meclis’te olmazsa ne olacağını, sizi fena halde yanlış yollara sürükleyen danışmanlarınız, 21. yüzyıl dünyasını kavramamakta direnen akıldaneleriniz belki bilmiyorlar, belki bilip de size söylemiyorlar. Size bir kıyak atıp, ben söyleyeyim: Hele de Anayasa yapımından söz edilen bir dönemde, Bölge’nin felaketlerle sarsılıp yerle bir olduğu bir dönemde, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği ve sizin de bölgede iddialı olduğunuz bir dönemde BDP’de simgesini bulan Kürt siyasal hareketinin Meclis dışına çıkmaya zorlanması, süreç içinde sizin iktidarınızın da sonunu getirir. Hani ülkenin birliği, bütünlüğü konularında parlak nutuklar atıyorsunuz ya, işte o birliğin, bütünlüğün yıkılmasının baş sorumlusu olarak geçersiniz tarihe. Biraz haksızlık olur, biliyorum; çünkü Kürt meselesini çözümsüz hale getiren -El Hak- sadece siz değilsiniz; en azından yüz yıldır gelmiş geçmiş muktedirlerin attıkları canavar tohumlarının hasadıdır bugün varılan nokta. Siz olsa olsa son halka sayılırsınız. Ama tarih böyledir işte, kabak sizin başınıza patlar.

Vur kurtulculuk vurulanı yok ettiği gibi vuranı da bitirir.