Mehmet Altan gazete360.com’da yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını değerlendirdi:

İkinci Susurluk mu?

İran’dan gelen 87 milyar euroyu aklamaya kalkışmak kimin aklıydı acaba? Devleti, ‘illegal’ bir işe kim soktu, kim yasaların etrafından dolanmaya karar verdi ve suçu devletin içine bir bela tohumu gibi ekti?

Aynen darbeci generaller gibi kurnazlıklara sapıp devleti karışık ve karanlık işlere sokmaya kalkarsanız, hiç sekmeden ve kısa zamanda başınıza yıldırımlar düşmeye başlar. Yolsuzluklar, rüşvetler, suçlar devletin içine yayılır.

Susurluk neydi?

Devletin suça bulaşması ve kendi içinde suç adacıkları oluşturmasıydı… O anlayış devleti çürüttü. Suç, devletin içine devlet görevlilerinin eliyle yayıldı.

Belli ki bugün olup biten karışık ve karanlık işlerin boyutları da çok büyük… Devlet bankaları, bakanlar, rüşvetler, milyonlarca dolarlar, o dolarları ayakkabı kutularına koyup bir köşeye yerleştirecek pervasızlıklar bize çok daha büyük bir yolsuzluğun işaretlerini veriyor.

Başbakanın telaşı, hukuku ve anayasal yapıyı parçalayacak kadar gözünü karatması da bu işlerin boyutunun çok daha büyük olduğu şüphesini güçlendiriyor.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Başbakan ve biatçilerine göre ortada büyük bir ‘rüşvet ve yolsuzluk operasyonu’ yok…

Dinlemelerde ele geçen konuşma tapeleri de yok…

Para sayma makineleri, yatak odasına dizilmiş kasalar da yok…

Ayakkabı kutularına tıkıştırılan milyonlarca dolarlar da yok…

Adliyeye sevk edilen 71 kişi de yok…

İddiaları ciddiye alarak mahkemenin tutukladığı 24 kişi de yok…

Polis, savcı, yargıç, mahkeme yok.

Ne var?
Komplo.

Komplonun ortaya konan bir belgesi, kanıtı var mı peki?

Yok… Sadece kürsü kürsü dolaşıp haykıran bir başbakanın lafları var.

Bizden sayfa sayfa yayınlanan konuşmalara, rüşvet pazarlıklarına, ayakkabı kutularından fışkıran milyonlarca dolara, kasalara tıkıştırılan eurolara, para sayma makinelerine, takım elbiselerin cebine doldurulan dolarlara değil de başbakanın kanıtsız, belgesiz laflarına inanmamızı istiyorlar.

Biz o başbakanın ‘camide içki içtiler’ diye bağırdığını da gördük.

Sıkıştığında kendini kurtaracak her lafı söyleyebilen, söylediklerinin doğru olmasına hiç de aldırmayan bir siyasetçi var karşımızda.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

İktidarın, saydamlığı, dürüstlüğü, aydınlığı önemseyen bir siyaset anlayışı olsa Türkiye bu zor günleri sağlıklı bir biçimde atlatabilirdi belki.

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına sonuna kadar sahip çıkacak, zanlı siyasetçileri soruşturma sonuna kadar kenara koyacak, ahlaklı ve demokratik bir tavırdan söz ediyorum.

Öyle bir anlayış yok bu siyasi iktidarda.

Bu açık hırsızlığı sorgulamak yerine dosyalardaki fişlemelerin ışığında emniyeti hallaç pamuğu gibi atan, yargıyı suçlayan ama kendi yolsuzluğunu asla ve kata dile getirmeyen hastalıklı bir vurdumduymazlığı benimsedi.

Her yaptıklarıyla, her söyledikleriyle, belgesiz her suçlamalarıyla gün geçtikçe yolsuzlukla daha fazla bütünleşiyor, bütünleştikçe de daha fazla suç işleyip, daha fazla yalan söylemek zorunda kalıyorlar.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

‘Rüşvet ve yolsuzluk var mı, yok mu?’

Bu tek soruyu cevaplamamak için yasaları açıkça çiğnemeyi göze alıyorlar, yasalara aykırı yönetmelikler çıkartıyorlar, basını susturabilmek için düzenlemeler yapıyorlar, İstanbul gibi bir şehrin güvenliğini bu işlerden hiç anlamayan birine emanet ediyorlar.

Ellerindeki siyasi gücü, hukuku çiğnemek için kullanarak meşruiyet tartışmasının yolunu açıyorlar.
Darbeci generaller, onların beline taktığımız silahlarını hukuksuz bir yönetim için kullanarak bu halkın güvenine ihanet etmişlerdi.

Bu iktidar da sandıkta onlara verilen iktidarı hukuksuz bir yönetim kurmak için kullanarak halkın güvenine ihanet ediyor.

Artık siyasi bir iktidarın siyasi hatasından değil, siyasi bir iktidarın yasaları çiğnemesinden, hırsızlıkları saklamak için yargının bağımsızlığını yok ederek suç işlemesinden söz ediyoruz.

Siyasi hata ve hukuki suç birbirinden çok farklı iki kavramdır.

Siyasi hatanın hesabı sandıkta görülür ama suçun cezası mahkemede verilir.

Eğer siyasi bir iktidar, kendi mensuplarının işlediği suçların hesabının mahkemede görülmesini siyasi güçle engellemeye kalkarsa orada meşruiyet sorunu ortaya çıkar.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Başbakanın ve AKP iktidarının yargının bağımsızlığından ve denetimden hiç hoşlanmadığını görüyoruz.

Kamu ihale Yasası’nı defalarca değiştirip delik deşik etmeleri yetmedi, bu haliyle bile devre dışı bırakıyorlar…

Sayıştay’ın kolunu kanadını kırdılar…

Deniz Feneri’ni soruşturmak isteyen savcıları büyük bir pişkinlikle sanık haline getirdiler.

Denetimsizlik arzusu sadece para, pul işlerinde değil…

27 Nisan e-muhtırası büyük bir çaba sarf edilerek yargıdan uzakta tutulmakta…

Bu hafta sonu ikinci yılını dolduracak olan Uludere Katliamı hala Genelkurmay askeri mahkemesinde uyuyor… Siyasal iktidar var gücüyle bu katliamın faillerini sakladı, sistemi bile bile felç etti.

Hrant Dink cinayeti aydınlatılmadı.

Reyhanlı saldırısının üstü örtüldü.

El Kaide’ye silah gönderilmesini kimin organize ettiği ortaya çıkarılmadı.

Bunlar siyasi hatalar değil, bunlar mahkemede görüşülmesi gereken hukuki suçlar.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Bir siyasi iktidar, hukuk sınırını geçip hukuksuzluk alanına doludizgin daldığında artık bir suç sarmalına girmiş demektir. İşlediği her suçu örtmek için yeni suçlar işleyecektir.

Siyasal iktidar, yolsuzluk ve rüşvete karıştığını iddia eden bir soruşturmanın önünü kesmek ve daha da büyümesini önlemek için ‘polis ve yargıyı’ çete ilan etmekle kalmayacak daha öteye geçecektir.

Geçiyor da zaten.

Adli Kolluk Yönetmenliği’nde akıl almaz ve kabulü mümkün olmayan değişiklikler yapıyor.

Bu düzenlemelerle yargıyı yürütmeye bağlamaya kalkıyor… Devleti devlet yapan güçler ayrılığını fiilen ortadan kaldırıyor.

Yargının yürütmeyi denetlemesi gerekirken, yürütmenin yargıyı denetleyip yöneteceği bir düzen kuruyor.

Anayasaya ve yasalara aykırı bir şekilde yargının yürütmeye bağlandığı bir devlet yapısı oluşturuyor.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Hukuka savaş açan, yargıyı hükümete bağlamak gibi çok vahim bir suçu işlemekten çekinmeyen bir siyasal iktidar ile karşı karşıya kalan bir ülke ister istemez belaya sürüklenir.

İktidar, kendi suçlarını saklayabilmek ve kendine oy verenleri kandırabilmek için içte ve dışta sürekli yeni düşmanlar icat edecektir, başka hiçbir çaresi yok. İşlenen suçları sırtına yıkabileceği ‘düşmanlara’ muhtaç.

Hukuki çerçevesi parçalanmış, anayasasına ve yasalarına siyasi iktidarının uymadığı, sürekli ‘düşmanlıkların’ ve savaş anlayışının körüklendiği bir bela dönemine girdik.

Hukuk sınırları bir iktidarın nerede duracağını bilmemizi sağlar ama hukuk sınırları çiğnendikten sonra artık siyasi bir iktidarın nerede duracağını, durup durmayacağını kimse bilemez, zaten kaos denilen de bu bilinmezlik ve suç alanlarındaki bu denetimsiz koşturmadır.

Türkiye, bu anlayışla göğsünü her türlü belaya açtı, toplumu belalardan koruyacak hukuk çerçevesi parçalandı.

Bu toplum kararlı bir sesle bu iktidarı durdurup yeniden hukukun içine dönmesini sağlayamazsa, bedeli herkes için çok ağır olacak kötü günler yaşamak zorunda kalırız.

Susurluk Çetesi’ni yaratan zihniyetin Türkiye’yi ne hale getirdiğini unutmayın. Onlar da Türkiye’yi herkesten fazla sevdiklerini ve herkesten daha akıllı olduklarını iddia ediyorlardı.