Gazeteci - yazar İrfan Aktan, Al-Monitor'e yazdığı makalede, HDP lideri Selahattin Demirtaş'ın Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin cenazesinde söylediği "Tahir'i öldüren devlet değil, devletsizliktir" sözünden hareketle, Kürt hareketinden çeşitli isimlerin fikirlerine de danışarak, Kürtlerin gelecek planlarında Türkiye Cumhuriyeti devletini nereye koyduklarının izini sürüyor. 

İşte Aktan'ın "Demirtaş’ın devletsizlik serzenişi ne anlama geliyor?" başlıklı makalesi: 

28 Kasım’da herkesin gözleri önünde öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin cenaze töreninde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye’de yaşanan Kürt karşıtlığına işaret etti. Demirtaş, Elçi’nin öldürülmesine on milyonlarca kişinin “oh olsun” dediğini ve iktidarın da bu suikastın acısını hissetmediğini ifade etti. HDP lideri böylece sadece iktidara değil, Kürtlerin maruz kaldığı uygulamalara sessiz kalan veya bunu destekleyen Türklere de tepki gösterdi. 


Aslında HDP lideri dikkat çekici sözlerini aynı konuşma içinde tek cümleye sığdırdı: “Kürt halkı şunu iyi biliyor; Tahir'i öldüren devlet değil, devletsizliktir.” Demirtaş’ın bu cümlesini “Kürtlerin devleti olsa Elçi öldürülmezdi” şeklinde yorumlayanlar da oldu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlerin devleti olmadığına dair bir sitem şeklinde okuyanlar da. 

Nitekim HDP lideri daha sonra yaptığı açıklamada bu cümleyi her iki anlamda da kullandığını ima etti: “Orta Doğu'da Kürtlerin bir devleti yok. Arapların 22 devleti var ama Kürtlerin bir devleti yok. Suriye, Irak ve Türkiye de Kürtlerin devleti gibi davranmıyor.” 

Aslında Demirtaş, 34 köylünün Türk savaş uçaklarıyla öldürüldüğü Roboski katliamının ikinci yıldönümü olan 28 Aralık 2013’te de Elçi’nin cenaze törenindeki sözlerinin neredeyse aynısını sarf etmişti: “Kürdistan olsaydı, Roboski olmazdı.”

Peki, HDP liderinin zor dönemlerinde “Kürdistan”a işaret etmesi, Kürtlerin bilinçaltının dışavurumu veya HDP’nin demokratik özerklik hedefinden sapabileceği anlamına mı geliyor?

'DEMOKRATİK ÖZERKLİK İÇİN BU KADAR BEDEL ÖDEMEYE DEĞER Mİ?'

Örneğin, kardeşi 1992’de PKK’ye katılmış, güvenlik gerekçesiyle adının açıklanmasını istemeyen Fehmi A. “Demirtaş’ın o cümlesi bizi bir nebze olsun rahatlattı” diyor kısaca. Hemen her gün çatışmaların yaşandığı Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde yaşayan Fehmi’ye göre Demirtaş, devlete “eğer bu saldırgan politikaya devam edersen, biz de bağımsız Kürdistan hedefine yöneliriz” imasında bulundu. Fehmi A. soruyor: “HDP, PKK ve Öcalan artık bize net bir şey söylemeli. Bize bu kadar zulmeden devletten kopmayacaksak, sırf demokratik özerklik için bu kadar bedel ödemeye değer mi?” 

Görüştüğümüz HDP milletvekilleri tabanlarından bu tür soruları çok sık duymaya başladıklarını ifade ediyor. Ama HDP Onursal Başkanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Kürt halkının Türkiye’de sürdürdüğü mücadeleye yön veren programın ortak vatan ve demokratik cumhuriyet olmayı sürdürdüğünü söylüyor: “Bu hareket yeni bir ulus-devlet projesine programında yer vermiyor.”

Kürkçü’ye göre devletin baskı uygulamalarına karşın hâlâ ezilen Türk ve Kürtler arasında ortak bir duygunun inşa edilmesinin koşulları var. Ona göre bu koşulların olgunlaştırılması HDP’nin çabasına bağlı: “Ne zamanki Türkiye’yi yönetenler karşılarında İstanbul, Ankara, İzmir’in yoksul sokaklarında bir halk hareketi görürlerse, Kürt halkının da hissiyatı değişir. Ve bu hayali değil.”

Kürt sorunu üzerine 37 kitap yazmış, yazdıklarından dolayı toplam 17 yıl iki ay hapis yatmış olan sosyolog İsmail Beşikçi ise Kürkçü’yle tamamen farklı, Fehmi A. ile de aynı görüşte: “Kürtler bir devlete sahip olsaydı bu tür suikastlarla, katliamlarla karşılaşmazlardı. Kürtlerin, Türkiye'yi demokratikleştirmeye çalışması boş bir iştir. Bu, devletin ve Türk sivil toplum örgütlerinin Kürtleri oyalamasıdır. Bu, devlete güç katan bir süreçtir ve Kürtlere bir hayrı olmaz. Sorun Türkiye'nin demokratikleştirilmesiyse, neden sadece Kürtler ölüyor? Neden sadece Kürdistan yakılıyor, yıkılıyor? Sorun Türkiye'nin demokratikleştirilmesiyse, neden Batı yörelerinde Türk gerillası yok?”

Öte yandan Demirtaş’ı “devletsizlik” serzenişine iten şeyin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 24 Temmuz’da PKK’nin Kandil’deki kamplarına karşı başlattığı hava saldırılarının ve örgütün etkili olduğu en az 14 ilçede fiili bir olağanüstü hal uygulayan AKP hükümetinin Kürtlerde yarattığı derin rahatsızlık olduğu söylenebilir. 

Çatışma çözümleri ve geçmişle hesaplaşma konusunda Türkiye’nin önde gelen araştırmacılarından HDP Mardin Milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar, PKK’yle tekrar çatışmasızlık dönemine dönülse bile müzakereye aynı noktadan devam edilemeyeceğini düşünüyor: “Çatışmasızlık dönemine negatif barış dönemi diyebiliriz. Dünya örnekleri gösteriyor ki, negatif barıştan tekrar çatışmaya dönüldüğünde, yıkım ve toplumsal ayrışma önceki çatışma dönemlerinden çok daha sarsıcı olur. Bunun bir sonraki çatışmasızlık dönemine yansımaması düşünülemez. Bunu defalarca hükümet yöneticilerine de söyledim. ”

Temmuz’dan bu yana yaşanan çatışmaların bilançosu, kaynaklara göre farklılık gösterse de çok çarpıcı. 16 Ağustos’ta Muş’un Varto ilçesinde başlatılan sokağa çıkma yasağı daha sonra Tahir Elçi’nin öldürüldüğü Diyarbakır’ın Sur ilçesi dâhil en az 14 ilçede ilan edildi. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın günlük raporlarına göre en az 67 sivil veya YDG-H üyesi genç öldürüldü. İnsan Hakları Derneği ise Ocak-Eylül arasında 63 kişinin yargısız infazla, 43 kişinin faili meçhul bir şekilde öldürüldüğünü, silahlı çatışmalarda 10 sivil, 105 kolluk gücü ve 104 örgüt üyesinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Tabii bu veriler, 20 Temmuz ile 10 Ekim’deki IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamlarda yaşamını yitirenleri kapsamıyor.

Hükümete yakın medyaya göre ise 22 Temmuz ile 14 Ekim arasında çoğu PKK militanı 925 kişi öldürüldü. Operasyonlarda 3 bin 362 kişi gözaltına alındı, 864 kişi de tutuklandı. 7’si çocuk olmak üzere 169 sivilin de öldürüldüğünü hükümet yanlısı medya ifade etmekten kaçınmıyor. 

Çatışma bilançosu kaynaklara göre muhtelif olsa da devletin sivilleri de hedef alan uygulamalarının bölgede korkunun ötesinde devlete yönelik büyük bir öfkeyi beslediği açık. HDP Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel yaşanan hak ihlalleri ve devletin operasyonları karşısında Kürtlerdeki bağımsızlaşma arzusunu gözlemlediklerini ifade ediyor.

'SEN ÇIK DIŞARI! BURASI BENİM MEMLEKETİM'
 

Demirel, son günlerde bir başçavuşla yaşadığı tartışmayla gündemde. 27 Kasım’da Mardin’in Derik ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında bölgede gerçekleşen hak ihlallerini yerinde gözlemlemek için 29 Kasım’da buraya giden HDP heyeti, yolda askerler tarafından durduruldu. Dokunulmazlıkları olduğunu ve ilçeye girişlerinin engellenemeyeceğini söyleyen HDP milletvekillerine sivil kıyafetli bir başçavuş yaklaşarak “Çıkın dışarı!” diye bağırdı. Çağlar Demirel de başçavuşa “Sen çık dışarı! Burası benim memleketimdir, sen çıkacaksın ben değil” dedi. 

Demirel, başçavuşun kendisine yönelik tutumunu şöyle yorumluyor: “Devlet işgalci gibi davranıyor. Eğer devlet ve AKP hükümeti bir işgalci güç olur ve ayrımcılık hukuku uygularsa, Kürt halkı da artık bir noktadan sonra kopuşu gündeme getirebilir. Hâlâ kopuş noktasına gelinmedi ama artık son noktaları yaşıyoruz.”

Aslında Kürkçü de Demirel’le aynı görüşte: “Kürtlerin statüsünün belirlendiği yeni bir demokratik ortaklık veya müzmin bir çatışma arasında Türkiye bir seçim yapmalıdır. Kürt halkı bu manada seçeneksiz değildir.”

Roboski katliamı sırasında küçük kardeşi dâhil 11 akrabasını kaybeden HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü ise seçmenlerinin “Türkiyelileşme” projesini benimsediklerini ancak buna dair umudun çok azaldığını söylüyor. Ona göre Kürtler bağımsız devlet ihtimalini ne kadar uzak görüyorsa, Kürtlerin temel haklarının tanındığı demokratik Türkiye’yi de o kadar uzak bir ihtimal olarak görüyor: “Bağımsız Kürdistan da zor, demokratik Türkiye de. Sadece devletin değil, Türk toplumunun da değişmesi, Kürtlerle empati yapması gerekiyor. Bu empatiyi görmeyip ‘Biz de kopalım o zaman’ diyen Kürtler çoktur.”

Hükümet yetkilileri operasyonların kararlılıkla devam edeceğini tekrarladıklarına göre “demokratik Türkiye” Kürtler için bir süre daha gerçekçi görünmüyor. Fakat Rojava ve Güney Kürdistan’daki gelişmelerin Türkiyeli Kürtlere bağımsızlık seçeneğini daha gerçekçi gösterip göstermeyeceğini ise yine AKP ve devletin Kürtlere yönelik uygulamaları belirleyecek.