Şehmus Ay / Demokrat Haber

 

Çocukluğumuzun kâbuslarını gerçeğe dönüştüren bu savaşta, herkese devletin saflarında durmayı emreden, adı bile insanın tüylerini diken diken etmeye yeten Milli Mutabakat Metni açıklandı. İsmi tarihteki önemli 100 Türk büyüğü arasına yazılası Meclis Başkanı, memleketin gidişatından duyduğu endişeden hareketle muhtıra kıvamındaki bu Milli Mutabakat Metni’ni gazete ve ajansların Ankara temsilcileri ile Meclis’te bir araya gelerek duyurdu.

 

Bitmek bilmeyen bu savaşın galibi olmayı barış olarak dayatan devlete hepimizi inandırmak için mesai harcayan medyanın heyecanlı kalemleri büyük bir takdir ve hayranlıkla köşelerine taşıdılar bu sivil muhtırayı. Medyadaki köşelerini bir devlet ofisi gibi kullanan köşe yazarları çözüm adına hiçbir şey vaat etmeyen, 30 yıllık savaşın diskurunu aynı yavanlıkta tekrarlayan, savaşa yol açan sorunları tartışmak yerine herkesi devletin ve hükümetin etrafında birleşmeye çağıran, dolayısıyla hepimizin hizaya girme vaktinin geldiğini hatırlatan “Vatandaş Cemil”in endişelerini ve çıkışını yücelttiler. Arkasından Meclis Başkanvekili ve Kayseri Milletvekilinin cevabı herkes için çok zor olan sorusu düştü sosyal medyaya; “idamın geri getirilmesinin zamanı gelmedi mi?” Kendi cevabını da içinde taşıyan bu soru, bizi felaketlere gebe günlerin beklediğinin karanlık işareti gibi duruyor bakışlarımızın hizasında.

 

KIRMIZI ÇİZGİ GAZETECİLİĞİ

Bu kanlı ve hepimizin ufkunu karanlığa boğan manzaradan devlet ve iktidar için bir zafer devşirmenin peşinde koşan siyasi kadrolardan barış beklemek ne kadar umut kırıcıysa, bu medyadan da barış gazeteciliği beklemek o kadar nafiledir. Bize kan, gözyaşı ve savaştan başka vaat edecek hiçbir şeyi kalmamış olan muktedirlerin yanında saf tutan bir medyayla barış olabilir mi?

 

Hakikat ile aramıza devletin kutsallarından oluşan duvarlar ören, tepeden tırnağa çıkara batan ve devletin çözümsüzlüğünün gönüllü kulluğunu üstlenen bir medyadan söz ediyoruz.

 

90’ların yüz kızartıcı suç ortaklığıyla yüzleşmeyen, yüzleşmek istemeyen; o dehşet zamanlarda ordu, devlet ve derin siyasetle birlikte hayatlarımızı kışlaya çeviren karanlığın sözcülüğünü yapan, şimdi de devlete ve iktidara hiçbir direniş göstermeden teslim olan bir medyadan savaşa tavır almasını beklemek safdillik değil midir?

 

90’LARIN DİLİNE RÜCU EDEN MEDYA

Çok uzaklara gitmeye, tarihin karanlıklarını didiklemeye gerek yok; sadece birkaç günlük medya incelemesi yapmak her şeyi bütün çıplaklığıyla görmeye yeter de artar bile. Savaş giderek daha kanlı bir hal alırken devlet ve medya işbirliğiyle yükseltilen ırkçı, milliyetçi ve savaşçı dil, barışı konuşmamızı imkânsız hale getiriyor. Yeni dönemde de barıştan söz etmek, savaşa karşı durmak, devletin hizasında durmamak bir tür vatan hainliğine dönüşüveriyor. İktidar, medyanın ve ağzı olan herkesin kendi propaganda aygıtı gibi çalışmasını istiyor, medya patronları ve medyanın efendileri de bu emre itaat ediyor.

 

Belki de bu yüzden devletten önce medya 90’lara döndü; bunu manşetlerin savaşı kışkırtan dilinden ve devletin/hükümetin laboratuvarlarında üretilen manipülatif haberlerin ortalığı doldurmasından anlıyoruz. Medya bugün sadece 90’ların savaş diline rücu etmemiş, iktidarın işareti üzerine, kendi içinde o karanlık dönemde bile tanık olmadığımız bir tasfiye hareketine de girişmiştir. Kürt ve muhalif basın hapishanelere yollanırken, hizaya girmeyi kabul etmeyen gazeteci ve yazarlar da medyanın dışına sürülmüştür. Kemalist ustalarından el alan İslami medya da devletçilikte ve Hikmet-i Hükümetçilikte rüştünü ispatlamış, andıççılık ve iktidar tetikçiliğinde sınıf atlamıştır. Son dönemlerde cuşuhuruşa gelerek 28 Şubat’ı aratmayan bir yayıncılığa geçen, daha düne kadar hükümeti destekleyen liberallere bile tahammül edemeyen bu medya, artık tamamen insansız bir savaş medyasıdır.

 

Bize “gerçek” diye devletin yüce çıkarlarını ve iktidarın ofislerinde üretilmiş bilgileri sunmayı gazetecilik olarak takdim eden bu insansız medya araçları ile barışa yakınlaşma şansımız olabilir mi?