(MediaCat) Biri, Türk basınının en kıdemli, en seçkin kalemlerinden biri, diğeri 20 yıldır Hürriyet’in Reklam Grup Başkanı. İkisi de mesleklerinde varılabilecek en yüksek noktada ve 15 yıldır evliler. Hasan Cemal ve Ayşe Sözeri Cemal, evlerinin kapısını açtılar ve birlikte ilk söyleşilerini MediaCat’e verdiler.

İkiniz de medya dünyasında tanınan, 15 yıldır evli bir çiftsiniz ancak bugüne kadar birlikte hiç söyleşi vermediniz. Bundan özellikle mi sakındınız?

HC: Olmadı, biraz benden kaynaklanıyor.

ASC: Hasan tercih etmedi. En son hatırladığım, Hasan’la aynı duruşta olan meslek arkadaşları ve eşlerinin birlikte katıldığı bir televizyon programı vardı. Hasan ona da hiç sıcak bakmadı, istemedi. Ben de doğrusu buna hiçbir zaman hevesli olmadım.

İşin farklı cephelerindesiniz ama ikiniz de medya dünyasına mensupsunuz. Memleket ve meslek meselelerini eve ne kadar taşıyorsunuz?

HS: Evde hem memleket meseleleri hem medya hem benim yazılarım var.  Ayşe genellikle benim yazılarımı didikler ve olmadık zamanlarda da beni sinirlendirir. Ama aynı zamanda bir yerde de benim vicdanım gibi davranır. O yüzden de hem kızarım, tepki gösteririm hem de dediklerine kulak veririm. Bu hep böyle gitti. Ülke sorunları tabii tartışılıyor. Bizim arkadaş dünyamız da öyle. Herkesin bir cemaati var, bizim cemaat de politik bir cemaat. O ağır basıyor, o yüzden evde siyaset var, medya var ve Galatasaraylı olduğum için Galatasaray, futbol var.

ASC: Memleket meseleleri, medya meseleleri bizim vazgeçilmez, her günkü konumuz. Bunun hem olumlu hem olumsuz tarafları var. Olumlu tarafı, hiçbir zaman sohbetimiz, konuşacak, tartışacak şeyimiz bitmiyor. Bu, çok güzel bir şey. Fakat olumsuz bir tarafı da var. Sadece gazetecilik ve siyaset konuşunca fark ediyoruz ki diğer alanlara pek zaman ayıramıyoruz. Memleket de zaten izin vermiyor başka bir konu konuşmaya.

Yazılarımı didikliyor diyor Hasan Bey. Anlaşamadığınız noktalar oluyor mu?

ASC: Ben sabah çok erken kalkıyorum, Hasan’ın yazısını da okuyorum. Akşam yazısını hiçbir şekilde göstermez. Çok da doğal bu. Ben sabah okurlarıyla birlikte okuyorum. Sabah kahvaltıda, çok önemli bir olay olmamışsa yazısı üzerine konuşuruz.

HC: Beni geriyor.

ASC: Hasan’ın tepkisi “Sabah sabah niye benim yazımı konuşuyoruz?” oluyor. Öğlen öğlen konuşamayız, ben işimdeyim. Akşam akşam da konuşamayacağız, haftanın 2-3 günü mutlaka ayrı programlarımız oluyor yaptığımız iş gereği ve akşama kadar da yazı çok eskimiş olacak. Ben bunu ne zaman söyleyebilirim ki? Daha söylediği gibi tepki veriyor. Ben tepki vermesine aldırmıyorum, devam ediyorum. Daha önce çok alınıyordum ve kesiyordum sesimi ama artık susmuyorum. Daha tabaklar, çanaklar kırılmadı, o aşamaya gelmedik ama gelebiliriz.

Hasan Cemal bugün liberal cephede yer alan bir isim olarak anılıyor. Ayşe Sözeri Cemal memleket meseleleri konusunda Hasan Cemal’le anlaşabiliyor mu?

ASC: Şu anda bulunduğum görev gereği siyasi tarafımı çok fazla öne çıkaran biri değilim ama benim eski bir sol geçmişim var. Ben sıkı solcuydum.

HC: Radikal solcu.

ASC: Hasan daha liberal. Ben kendimi halen daha sol demokrat bir çizgide görüyorum. Bu iki çizgi zaman zaman ortak da hareket edebiliyor, yaklaşabiliyor. Zaman zaman da uzaklaşıyor birbirinden. İşime yansıtmasam da ben gazetede öncelikle siyasi haberleri okuyorum, ondan sonra reklamlara bakıyorum. Tabii ki mesleğimin, sorumluluğunun farkındayım ama memleket yanarken de reklama bakmam hiçbir zaman.

Son dönemde medyanın sahiplik yapısında da, siyasi duruş çeşitliliğinde ciddi bir değişim yaşandı. Siz 44 yıllık bir gazeteci olarak yaşanan değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

HC: Benim öteden beri savunduğum temel bir ilke var: Gazete sahiplerinin sadece gazetecilikle ilgili olmaları.  Türkiye gibi bir ülkede eğer gazete, medya dışında başka işleriniz varsa o zaman Ankara ile, siyasi iktidarla ilişkilerinizde baskı altına girebiliyorsunuz, baskı altına alınabiliyorsunuz. Siyasi iktidarlar her zaman bir şey verirken bir şey de alır. Alacakları şey de o medyanın, gazetelerin, gazetecilerin bağımsızlığına bir ölçüde ipotek koymakla ilgilidir. Sadece bu dönemde değil. Bunun örnekleri hep yaşandı. Ama bugünkü siyasi iktidarının medya üzerindeki gölgesi daha büyük.

Medyanın geçmişteki hataları mı buna yol açtı? Sizce durum neden bu noktaya geldi?

HC: Medyanın temel hatası, medya sahiplerinin, gazete sahiplerinin gazetecilik alanı dışındaki işlerinin daha ağır basmasıydı. Bir başka hata da medya patronlarının medya dışındaki iş menfaatlerini korumak için medyayı kullanmalarıydı. Burada önemli olan gazeteyle iş çıkarları arasına yüksek bir duvar çekebilmektir. Türkiye’de bu duvar çekilmemiştir. İkincisi gazetelerin yönetiminde birtakım farklılıklar olması gerekir. Yani gazetenin finans, marketing alanlarıyla yazı işleri arasına bir duvar çekilmelidir. Bugün ekonomi sayfalarını sağ olsun gazetelerin reklam bölümleri çıkarıyor neredeyse.

Biraz da basın gezileri çıkarıyor…

HC: Bunlar da başka bir zaaf. İş dünyası gazetelere müthiş nüfuz etmiş durumda. Sadece siyaset dünyası değil. Evvelce bunlar böyle olmazdı. O kadar çok PR gezisi var ki işin çivisi çıkmış durumda. Bunların kurallarının konması lazım, konmuyor.

ASC: ‘Konmuyor’ biraz sert mi oldu acaba? Konması bugün gerçekten çok zor. Ben Batı’da da bunun çok daha esnediğini, eskisi gibi olmadığını düşünüyorum. Biz Hürriyet gazetesinde gerçekten iyi niyetle böyle kurallar koymaya çalıştık. Bunun çok savaşını verdik. Bir dönemde bazı muhabirler bazı gezilere katılmadılar, gazetenin önemli bulduğu bir gezi değilse eğer. Fakat devamını getiremedik.

HC: Şunu söyleyeyim. Yarın medya üzerine çok daha ciddi bir şekilde uzmanlaşıldığı, medya eleştirileri yapıldığı ve gazeteler kendi içlerinde medya servisleri kurdukları vakit, geçmişe dönük örneklerle, bu işin nasıl cılkının çıktığını göreceğiz.

Amerikan, İngiliz basınında gazetenin içinde nasıl bir ekonomi, finans, dış haberler servisi varsa bir medya servisi vardır. Medya servisi, medyada ne olup bittiğini izler ve haberleştirir. Wall Street Journal satılırken başyazı çıktı, bu böyle olmaz diye. Satış sürecindeki bazı şeyler eleştirildi. Biz buzdolabı fabrikası gibi satıldık, mal gibi hepimiz bir anda bir gruptan öbür gruba gittik. Hiç haberimiz yoktu, hiçbir bilgi verilmedi.

Milliyet’in satışı sonrasında yazdığınız yazılar için size hak veren oldu mu?

HC: Oldu, o zaman bizim grubun, Doğan grubunun içinden, patron katından Wall Street Journal-Murdoch örneğini veren yazılarım için tebrik aldım.

Wall Street Journal, Murdoch grubuna satılırken yazarlar, gazeteciler her iki aileyle de oturdu konuştu. Sahipleriyle gazeteler arasında editoryal bir anlaşma yapıldı. Milliyet satılırken ne yapıldı?

HC: Hiçbir şey yapılmadı. Kalkıp ne denir? Gazeteciler olarak bu gazeteleri satmayın diyebilirsiniz ya da satarken editoryal açıdan şöyle kurallar koyarak sat diyebilirsiniz. Ya da gazeteyi satın alanlara, yeni patronlara ‘Siz bu gazeteleri alıyorsunuz iyi güzel ama biz de burada vitrin süsü, saksı değiliz. Oturup bir editoryal anlaşma yapalım. Başka türlü olmaz, bu gazetedir. Gazetenin de, gazeteciliğin de kuralları vardır. O zaman bu kurallara uyulması gerektiği konusunda, editoryal olarak neler yapılması gerektiği konusunda mutabakata varalım, altına imza atalım’ diyebilirsiniz. Böyle şeyler olmuyor tabii.

Ayşe Hanım, siz 25 yıldır medyadasınız. Sizin alanınızdaki yöneticiler çok yer değiştiriyor. Siz sadece iki yerde çalıştınız ve bu 25 yılın büyük bölümü Hürriyet’te geçmiş. Hiç mi teklif almadınız ya da bu istikrar niye?

ASC: Ciddi teklifler aldım. Bu meslekte bu kadar geçmişim var. Hatta Hasan’la birlikte aldık bazılarını.

Siz yayın yönetmeni olsun, siz reklam başkanı gibi mi?

ASC: Aynen. Hürriyet gazetesinde uzun yılların vermiş olduğu bir rahatlık, karşılıklı güvenin de bunda rolü var ama ben profesyonel olarak yaptığım işi en iyi Hürriyet’te yapabileceğimi düşünüyorum. Büyük atılımların, yeniliklerin yapıldığı tek mecra Hürriyet gazetesi. Ben de kendimi geçen bu kadar süre içerisinde yenileyebiliyorum. Bunu başka bir gazetede bulacağımı zannetmiyorum.

‘Artık abi demiyor’

Birçok kişi, başbakan bile sizi ‘Hasan Abi’ diyor. Böyle bir hitaba maruz kalmak size neler hissettiriyor?

HC: Artık demiyor. Tayyip Erdoğan 2006 idi galiba hep birlikte onun Amerika seyahatini izliyorduk. Özel uçakla giderken orada 5-6 gazeteciydik. Bana döndü Hasan abi deyince Ertuğrul Özkök de Hürriyet’te haber yaptı. Sonra bir muhabbet başladı. Belki yaşla, kıdemle ilgili bir şey. Ama ben abi, amca gibi sözlerden hoşlanıyor muyum dersen, çok fazla değil.

Başbakan artık bana Hasan Abi demiyor dediniz. Neden?

HC: Hasan Abi diyor demiyor o onun takdiri, karışacak değilim. Tayyip Erdoğan’ın 2000’lerin başında yükselmeye başladığı dönemde ben onu çok eleştirdim. Sonra seçimi kazandı geldi, bir dönem de çok destekledim. Fakat bu desteğim aynı zamanda eleştirel bir destekti. Özellikle son üç yıldır eleştiri dozum arttı ve daha çok eleştiriyorum. O yüzden de ilişkilerimiz eskisi gibi değil yani görüşmüyoruz falan. Bu da sanırım Başbakan’ın artık eleştiriye tahammülsüzlüğünün artıyor olmasından kaynaklanıyor.