Başbakan Erdoğan, “Devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” dedi.

Malûm, CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün beyanı ile başlayan ve CHP’nin sınavda fena halde kaldığı Dersim mezalimi hakkında Başbakan Erdoğan, dört belge, bir kitap ve raporlarla kamuoyunun önüne çıkıp devlet adına özür diledi.

Bu noktada “Böyle bir literatür varsa” sözüne dikkat çekmek gerek.

Böyle bir literatür yok.

Özür, hep küçültücü bir anlamla eş bu coğrafyada. Bir de tabii, özür dilendiği anda, bir gerçeğin hakkını teslim etmiş oluyorsun.

Ve yine aynı anda, onun inkârı ile geçen yılların nasıl koca bir yalan olduğunu ifşa etmiş oluyorsun.

Dahası, “Kim bilir başka ne yalanlar var, neler saklandı?” gibisinden başı boş bir kurdu, kamu vicdanını kemirmek üzere ortalığa bırakıyorsun.

Nerden baksan çok zor iş bu özür. O nedenle de Başbakan’ın ağzından çıkan söz işte bu denli tarihiydi.

Başbakan’ın özür zamanlaması, CHP’yi kendi kalesinden vurma noktasına denk geldi.

O kadar ki Dersim’i ilk zikreden Hüseyin Aygün bile Genel Başkan’ın açıklamalarını çok düşünceli, neredeyse kederli bir ifade ile izliyordu.

O Genel Başkan’ın dramı başlı başına bir literatürdür. Aslen Dersimli olup da kendi tarihine sahip çıkamamak üzerinden vurulmak, bırakın devlet, iktidar ya da muhalefet, bizzat kişilik parçalarını yerle bir eder.

Düşünün bir kere.

CHP Diyarbakır İl Başkanı Muzaffer Değer, CHP’nin yapması gerekeni AK Parti’nin yaptığını söyleyerek “Dersim’den yaşanan olaylardan dolayı özür diliyorum” diyor.

CHP, Değer’i görevden alırken il yönetim kurulunu da lağvediyor.

 

Kılıçdaroğlu’yla Erdoğan...

Ve şöyle diyor Kılıçdaroğlu:

“Ne acıdır ki Erdoğan’ın zihin haritası Ermeni diasporasının zihin haritasıyla aynıdır. Ama gözü öyle dönmüş ki bu Başbakan yakında Ermeni soykırımı iddialarını bu millete dayatırsa hiç şaşırmam...”

Ermeni olmanın o tuhaf içgüdüsüyle zaten beklersiniz, sıra ne zaman size gelecek diye.

İlla ki gelecektir.

Ve yanıt elbette aynı hız ve ibretlik vuruculukta çıkagelir:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı Ermeni diasporasıyla aynı yere oturtacak olanın alnını karışlarım. Haddini bil diyorum.”

Ermeni diasporası denilen, 1915’ten sağ kurtulabilen Anadolulu Ermenilerinin dünyaya dağılmış halleri...

Ermeni diasporası dediğin toprağına, memleketine özlem, bolca acı, kırgınlık...

Ermeni diasporası dediğin, inadına sürdürülen inkâr politikalarına duyulan öfke ve aslında özünde insani bir beklenti... Ermeni sözcüğünü hakaret saymayacak ve geçmişin acılarını sırtlayabilecek yürekte bir devlet adamı beklentisi...

Başbakan’ın açıkladığı sınırlı sayıda belge bile Dersim’i Tunç-eli’ne çevirmek için nasıl sistematik bir şekilde hareket edildiğini gözler önüne seriyordu.

Korkomutan rütbesine sahip, sınırsız yetkili bir vali, toplarla, gaz bombalarıyla girişilen saldırılar... On binlerce ölü, bir o kadar sürgün ve evlatlık verilen kızlar...

Şimdi bu tablo, zaten kendi içinde 1915’i hiç akla getirmeyecek mi?

Tarihten kendimize göre seçmece konu başlıklarıyla yetinerek özür dilemek, gerisini “Bırak dağınık kalsın” diye bir kenarda bekletmek lüksümüz var mı?

 

Hrant Dink’e...

Hele de aslında her şey birbirinin içine girmişken...

Hele de misal, Dersim’i bombalamakla görevlendirilen Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in 1915’te ailesini kaybetmiş ve evlat edinilmiş Ermeni bir kız çocuğu olabileceği iddialarını haber yaptı diye Hrant Dink hakkında linç kampanyaları başlatılmış ve bu “sağ kalanlar” tabusuna değinmesi canına kastedilmesine gerekçe edilmişken...

Tarih, kendi sarmalında ödeşilmemiş ne varsa, önümüze getirirken ve günümüzde tanığı olduğumuz bir cinayet üzerinden “Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrant Dink’iz!” isyanı daha belleklerde tazeyken, kim kimin alnını karışlar acaba?

 

Çocuklara...

Özür, öyle hodri meydan tavrıyla değil vakar içinde dilenir. Yaralayıcı değil, şifalandırıcıdır. Özrü kabahatinden büyük olmamak adına bizzat kendi içinde koca bir sınavdır.

Ve bu konuda da dünyanın küçük bilgeleri çocuklara bakmakta yarar vardır bana göre.

Onlar oyunda biri diğerinin canını yakıp da sonradan “Özür dilerim” dediğinde, dudakları hâlâ taze acıdan sarkık, gözyaşlarının ortasında küçük parlak bir yıldızla bir an karşılarındakinin gözünün içine bakıp “Bir daha yapmayacaksın ama, tamam mı?” diye sorarlar.

O “Tamam” sözü her şeyi değiştirir.

* * *

Yukarıdaki satırları geçen pazar günü Radikal İki’de Karin Karakaşlı’nın Bütünlük başlığı altında çıkan yazısından aldım.

Benim duygu ve düşüncelerimi de yansıtıyor.

Sevgili Karin,

Merak etme.

O her şeyi değiştirecek tamam sözünü duyacağımız zamanlar da gelecek bu topraklarda... (Milliyet)