Bir meslek olarak gazetecilikten çok, gazetecilik kavramının ana gündem maddesi olduğu bir dönemdeyiz. ‘İçeri’de olan gazeteci sayısı bir hayli korkutucu. ‘Medyadaki dönüşüm’ün gazeteciliğin sonu olduğunu söyleyenlerin de, hiçbir dönemde bu kadar yasak ve sansürün olmadığını savunanların da sayısı az değil. Gazeteciliğin Türkiye’de hiçbir zaman gerçek anlamıyla yapıl(a)madığını aklımızın bir yerinde tutsak da, unutulmayacak bir dönemden geçtiğimiz kesin!

 

Ancak ‘böyle bir dönemde’ bile Ece Temelkuran’ın Habertürk’ten çıkarılması –en azından bu kadar çabuk - beklenen bir şey değildi. Gerçi kendisi bunu öngören yazılar yazmıştı, ama her şeye rağmen, ülkenin en etkili köşe yazarlarından birinden bu kadar çabuk vazgeçilmesi şaşırtıcıydı. Temelkuran, gazeteyi okutturan isimlerden biri olmasının yanında, Hrant Dink’ten Ahmet Şık’a, Uludere katliamına kadar Türkiye’nin vicdanı olan konularda yazmaktan vazgeçmeyen bir yazardı. Biz de son yazısı ‘Velev ki…’de bile hükümeti kızdırmaktan korkmadan yazan Temelkuran’la, herkesin ağzından düşmeyen konuları konuştuk; ‘Ne olacak bu ülkenin hali?’ gibi büyük konuşmalardan uzakta...

 

Hasan Cömert / Sabit Fikir

 

Gazetecilerin tutuklandığı ve ana akım medyanın gazetecilikten uzaklaştığı bilinen gerçekler. Kendi köşenizde inandıklarınızı yazsanız bile, böyle bir medya içerisinde çalışma zorunluluğu rahatsız edici değil miydi?
Zorlayıcıydı ama rahatsız edici diyemem. Muhalefetin marjinalleştirilmeye çalışıldığı bir Türkiye'de her zaman ana medyada yazmayı önemsedim. Şimdi yazmıyorum diye bu fikrimden vazgeçecek değilim. Hala ana akım medya önemli ve oradaki arkadaşların olabildiğince -tıpkı benim de yaptığım gibi- cambazlıklar yaparak orada olabildiğince uzun süre kalmaları gerekiyor.

 

Bundan sonraki aşamada gazetecilik yapabilecek misiniz? Nasıl bir ortamda ya da kurumda kendinizi var edebilirsiniz?

Bu sorunun cevabını hakikaten bilmiyorum.

 

"KEŞKE NORMAL BİR ÜLKEDE DOĞMUŞ OLSAYDIM DA EDEBİYATÇI OLSAYDIM"

Hem bir gazeteci hem de bir edebiyatçı olarak tanıyoruz sizi. Ancak, edebiyat hep ikinci plandaydı kariyerinizde. Habertürk’ten ayrıldıktan sonra edebiyata daha fazla ağırlık vermeyi düşünüyor musunuz?

Sanırım öyle olmalı, ama yapabilecek miyim bilmiyorum. Çünkü, tarih bu aralar hepimizi bazı şeyleri söylemek zorunda bırakıyor. O şeyleri söylemek demek de, bugün gazete yazıları yazmak demek. Bundan mutlu muyum? Pek değil. Keşke normal bir ülkede doğmuş olsaydım da edebiyatçı olsaydım; ama işler pek öyle olmuyor. Bazen insan biri olmak zorunda kalıyor.

 

Bundan sonra, eğer bir gazetede yazmazsanız gazetecilik adına ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Her zaman yaptığımı. Gördüğümü yazmayı.

 

Şu an da bağımsız mecralara yazıyorsunuz. Habertürk’te yazdığınız yazılara kıyasla şu andaki yazma motivasyonunuz nasıl? Bir fark var mı önceye göre?

Henüz pek bir yerde yazmıyorum aslında. Yazdıklarım da yabancı basın organları. Yazma motivasyonum daha "insani". Zira ana akım medyada ve genel olarak Türkiye medyasında haftada birkaç yazı yazma zorunluluğu var; bu da pek insani değildi. Şimdi yazmak istediğim kadar yazacağım herhalde. Öyle umuyorum en azından. Bu da haftada üç yazı değil elbette. O kadar gevezelik hiçbir zaman hoşuma gitmedi zaten. Bunu da kerelerce söylemiş ve yazmışımdır.

 

"Herkes bir gün Banu Güven olacak" diye yazdınız. Türkiye'de gazeteciliği girdiği çıkmazdan kurtaracak şey bu mudur? Sizin de şimdiki adımınız bu mu olacak?

Şimdilik biraz durmam ve düşünmem gerekiyor. Fazla samimi olacak ama biraz özeleştiri yapmak istiyorum. Son iki yılın özeleştirisini. Kibir üzerine düşünüyorum şimdi. Bir de entelektüel gevezelik mecburiyeti üzerine... Neyse bu fazla açık seçik oldu...  Banu'nun yaptığını çok destekliyorum, yazdım da zaten. Ama ben onu yapmalı mıyım, ne yapmalıyım, düşünüyorum henüz.

 

"OTOSANSÜR BASKINI FAZLA SIK HİSSETTİM"

Sansüre uğramadığınızı daha önce söylemiştiniz. Ama ana akım medyada, otosansürün güçlü bir şekilde işlediği biliniyor. Siz de bu baskıyı hissettiniz mi? Ne ölçüde, ne sıklıkla?

Son zamanlarda fazla sık. Zaten otosansürü en gerektiği zamanda yapmayıp iki yazı yazdım; gördünüz neler oldu. Şaka tabii bu. Ama bu bir gazetenin değil memleketin sorunudur, ben bunu böyle görüyorum. Böyle görülmeli. Henüz işinden atılmamış olmak ve o ana medya cambazlığının (bunu siyasi dengeleri ve vicdani sorumluluğu dengelemek anlamında söylüyorum) insanların canına tak etmemiş olması hiçbir şey demek değil. Canlarına tak edecek ve herkes bir karar vermek zorunda kalacak. Sanırım önümüzdeki bir yılda bunun olduğunu göreceğiz. Taraflar daha da netleşecek. Öyle sanıyorum.

 

"MEDYANIN GÜCÜNÜ HRANT ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE GÖRDÜK"

İktidarın ‘yazı’dan, yazılandan bu kadar korkmasına sebep olacak kadar güçlü mü(ydü) medya? Eğer öyleyse iktidar doğru olanı yapıyor diyebilir miyiz!!!

Medya isterse ne kadar güçlü olabilir biz bunu Hrant'ın ölümünde gördük. Sonra tam tersini Van'da gördük. Donarak ölen bebek sayısını bile veremediler "kızdırmamak" için. İktidar kendi açısından doğru olanı yapıyordur muhakkak, her gün ekranlarda yaptıklarıyla övündüklerine göre...

 

Medyanın Türkiye'de geldiği durum ortada. Sizce bundan rahatsız olmayanların çoğunlukta olması daha büyük bir sorun değil mi?

Birincisi hiç de ortada değil o durum. Gerçek bir özeleşti yapılmadı. Şimdi de iktidar baskısı yüzünden yapamıyoruz o özeleştiriyi. Çok temiz değildik zaten iyice kirlendik, ben böyle görüyorum. Yoksa bu iktidar gelip medyayı mahvetmiş değil, bunu söylemek haksızlık olur. İkincisi çoğunluğun bundan rahatsız olduğunu düşünüyorum. Yoksa durmadan düşen tirajları başka türlü açıklayamayız.

 

Peki son soru; tartışılan ‘bağımsız gazetecilik’ meselesi sadece medya patronları ve iktidarla ilgili bir şey mi?

Hayır elbette değil. Herhangi bir iktidar odağının veya siyasal misyonun gazetecisi olmak insanı gebe bırakır. O tür gebelikler de istenmeyen gebeliklerdir! Bunu sadece iktidar ve medya patronları yapmıyor. Başkaları da yapıyor Türkiye'de. Olduğunu bildiğin ve yazamadığın bir şey varsa bitmiştir, asla bağımsız değilsin.

 

Fotoğraflar: Sedat Suna