Silopi, Cizre, Mardin... onu “Deniz” olup kucaklarken hep 2009’daki barış gruplarının karşılanışını anımsadım... O gün barış umudunu kucaklayan yüzbinler bugün savaşın bizden aldığı Deniz’i aynı samimiyet ve duygu yüküyle karşıladı ve bağrına bastı. Kim olduğunu, nasıl bir öyküsü olduğunu bilmeden... Bir devrimciydi, gazeteciydi bu onlara yetti.

Deniz Fırat trajik bir ömürden özgürlükler adına ne süzülebilecekse onu süzmeyi başarmış bir yaşamın öyküsüdür aslında. Toplumsal bir kadın trajedisinden güçlü kadın, direngen kadın nasıl olurun biraz da yanıtıdır Deniz’in ve iki kız kardeşinin öyküsü...

***

Onların öyküsü Çaldıran’ın bir sınır köyünde başladı... Hepsi akraba olsa da kan davasının hayatlar çalmakta mahir olduğu zamanlardı...

Düşünüldü ve bu davayı bitirmek için çözüm; yaşı küçük kızlarının, kan davalılarının oğluyla evlendirmekte bulundu.. Kız çaresiz evlendi... Gencecik yaşta 5 çocuk doğurdu. Son çocuğu olan Sarya’yı doğurduktan bir süre sonra hayatı taşımaktan vazgeçti. Ölümü için herkes “kader, allahın takdiri” dedi... Ne yaşadığını ve acılarını kimse bilmedi... Babaları ise yeniden evlenmenin o dönemde en geçerli olan yolunu denedi; ilk kızını berdel verdi. Devletin PKK’li olduğunu düşündüğü, yurtsever halka yöneldiği o vakitlerde bir gece babası geldi, çocuklarını at arabasına yükledi ve birkaç yüz km ötelerindeki İran’a gitti.

Bir ihbar tüm hayatlarını değiştirmişti. Bir gecede ansızın tüm geçmişlerini, oyunlarını, oyun arkadaşlarını, hayallerini terketmişlerdi. Bir gecede belirsiz ve bilinmez bir hayatın içinde buluvermişlerdi kendilerini. Berdel olan ablaları ve cezaevindeki ağabeylerini geride bırakmak üzse de, en ağırı bir mezar taşında dokunabildikleri annnelerini geride bırakmaları oldu. O gün ilk defa onu sonsuza kadar kaybettikleri hissinin çaresizliğiyle tanıştılar.

Sonrası yabancı bir ülkede yokluk içinde geçen bir sürgün hayat. Olmadı... Baba çözümü üç kızını örgüte katmakta buldu...

Ortadoğu’nun ve sanıyorum dünyanın ilk Doçka silahını kullanan kadını olarak tarihe geçecek olan Binevş, örgüte geldiğinde 13-14 yaşlarında, Deniz 9-10 yaşlarında, Sarya ise 6-7 yaşlarındaydı. Baba “Bu yoksullukta perişan ederim onları. Alın sizde hem büyüsünler hem halkının devrimcisi olsunlar” demişti...

Örgütte büyüdüler... Sarya omuzlarda taşındı en sert savaş günlerinde, Deniz ise kucakta... Daha güvenli günlerde ise okuma yazmayı, hayatı, en olmaz koşullarda hayatı yeniden kurmayı öğrendiler... Savaşın ortasında yaşamı biriktire biriktire büyüdüler... Büyüdüklerinde ise artık erkeğe, egemen sisteme, ezilmeye karşı durmayı öğrenen özgürlük sevdalısı 3 genç güçlü devrimci kadındılar. Yaşadıklarının kişisel değil toplumsal bir acının parçası olduğunu bilecek kadar hayatı tanımışlar, başka yaşamlarla tanışmışlardı. Toplumsal bir mücadelenin getireceği özgürlüğe inanıyorlardı.

Binevş bunları bir Doçka tepesinde anlattığında “belki bir gün yazarsın” demişti. Sürgünlerle baskılarla kaybedilmiş ve kimsenin bilmediği acı yüklü bir geçmişin onları nasıl da yeni bir hayat umuduyla direngen ve devrimci kıldığını bir gün herkes bilsin istemişti. Tüm umutsuz acılar içinde çırpınanlara “Bakın biz başardık, siz de başarabilirsiniz, yeniden hayatı varedebilirsiniz” demek istemişti.

Binevş 1997’de Türk ordusu ile peşmerge’nin ortak gerçekleştirdiği savaşta yaşamını yitirdiğinde 20’li yaşların ilk yıllarını yaşıyordu, Sarya 1999’da yaşamını yitirdiğinde çocuklukla karışık ilk gençlik zamanlarının tüm güzelliğini taşıyordu.. Ve şimdi Deniz... Haber takip ederken Maxmûr’da, ailesinin sürgün hayatının son durağında, IŞİD saldırısında yaşamını yitirdi. Hem de Sarya'nın yaşamını yitirdiği günde! 8 Ağustos'ta “Şu haberi bitirip de kardeşimin anmasını yapalım dediği bir anda”... Olmadı işte...

Bir gece gizlice ve bir başlarına kaçtıkları köyüne cansız bedeni geldiğinde onu yüzbinler kucakladı... Silopi’den Çaldıran’a kadar akan insan seli Binevş’in vasiyetini adeta yerine getirdi. Herkes duydu, bildi ve sevdi... Ben ve pek çok yoldaşında ise üç devrimci kardeşi tanımış olmanın üç kardeşle birlikte direnmiş olmanın onuru kaldı...

Bu yazı Özgür Gündem'de yayınlanmış ve oradan alınmıştır