Peren Birsaygılı Mut, Haber10.com’da yazdı:

 

Özlem Yağız, bu senenin başında derindüşünce.org sitesinde “Şefkat Tepenin Turkish Kovboyları” isimli enfes bir eleştiri yazısı kaleme almıştı. Sevgili Özlem’in bir tespiti özellikle çok dikkat çekiciydi. Ona göre yıllardır Ortadoğulu, Arap, Afgan vs. insanları böcekleştirip, kötü kalpli bir takım terörist yaratıklar olarak sunan Hollywood dizilerinden nefret etmiş “dindar” bir kitleye hitap eden bir televizyon, ısrarla ve ısrarla kendi ülkesinin insanlarını böylesine dizilere konu ediyordu. Ve o kitle de bunu hazmediyor olmalıydı ki, Samanyolu televizyonunda yayınlanan Şefkat Tepe isimli dizinin raytingleri de söylenildiğine göre iyi gidiyordu.

 

Bu dizi sahiden de söylenildiği kadar çok izleniyor muydu bilmiyorum ancak henüz 2 hafta önce İzmir’de cemaate ait evlerden birinde çok can sıkıcı bir olay yaşandı. Ege Üniversitesi öğrencisi Diyarbakırlı Cemil Yıldız, telefonda ailesi ile Zazaca konuştuğu için evde kalanlar tarafından küfür ve hakarete maruz bırakıldığını söyledi. Yıldız’ın aktardığına göre, evde kalan cemaat üyelerinden birisi telefon konuşmasını duyunca sert bir üslupla, "Burada Türkçe konuşacaksın, buranın dili Türkçe, bu dili anlamıyorum" demişti. Başka odaya gitmek üzere yerinden kalkmasına rağmen, sataşmasını sürdüren aynı kişinin kolunu büktüğünü belirten Yıldız, ayrıca bu kişinin ona "Bu kart kurt dilinizi de alın ve hangi dağda konuşuyorsanız gidin orada konuşun. Siz medeniyetten ne anlarsınız. Senin gibi dağdan gelenin İzmir'de ne işi var. Türk topraklarını terk edin, Irak'a gidin" dediğini iddia etti.

 

Olayın bundan sonrası daha da vahim zira Cemil Yıldız sözlü şiddetin yanı sıra fiziki saldırıya da maruz kalmış. Yaklaşık 5-6 dakika boyunca 3 kişi tarafından hırpalandığını söyleyen Yıldız, birçok eşyasını bırakarak evden çıktığını ve bir daha da dönmediğini belirtiyor.

 

Bu olayı duyduktan sonra, Özlem’in yazısının verdiği merakla 2-3 dakika izlediğim Şefkat Tepe dizisini tekrar izleme ihtiyacı hissettim. Sürekli tekrarı yayınlandığından olsa gerek, kanalı açar açmaz dizi karşıma çıkıverdi zaten. Bir asker elinde tabanca çatılardan seke seke üstelik hiç şarjör falan değiştirmeksizin neredeyse iki düzine Kürt’ü öldürüyordu. Aynı asker her nasıl olduysa çatıların üzerinden atlayarak gerisin geri uzaklaştı. Ardından ölülerinin başına gelen başka bir grup Kürt, Zerdüşt olduklarını ve cenazelerin İslam’a göre değil kendi inançlarına göre gömüleceğini falan tartışmaya başladı. Ben hayatımda böylesi bir rezalet az gördüm. Zira asker diğer askerlerin yanına döndükten sonra önce namaz kılarak ne kadar cici bir Sünni Müslüman Türk olduğunu gösterdikten sonra, gülerek kaç tane “fare” öldürdüğünü anlattı diğerlerine. 10 dakikadır izlediğim dizide gördüklerim karşısında hayretler içerisinde kalmışken, sahne değişti ve dizi tekrar ölülerin başında toplanmış olan Kürtleri göstermeye başladı.

 

Kürt diye gösterdikleri oyuncuları çok aradılar mı bilmiyorum lakin her biri ağzından salyalar akıtarak konuşan, çürük dişlerini göstererek yerli yersiz kahkaha atan, kılığı kıyafetiyle insan denecek yanı kalmamış bildiğiniz hayvandan farkı olmayan yaratıklardı. Bunlar bir de aslen Ermeniymiş falan filan… Bir sonraki sahnede de, bunların yöneticisi olarak gösterilen bir adam, yanına 3-4 kişi alarak bir kadını ameliyat masasına yatırmış, ameliyatla Zerdüşt yapıyordu. Zihnine çip mi yerleştiriyorlarmış ne orasını sahiden anlamadım. Harry Potter serisi dahi herhalde böylesine fantastik bir kurgunun yanında hiç kalır diye içimden geçirmekle yetindim hepsi bu.

 

Daha fazlasını da izlemeye tahammülüm kalmıştı zaten. 10 dakika izlemiş olmama rağmen, inanılmaz bir bulantı hissettim midemde. Hayır, o Kürt diye gösterdikleri hayvanımsı yaratıklar değildi midemi bulandıran. Böylesi aşağılık bir dizinin yapımında görev alan ve dizide oyuncu olan görünen insanlardı beni bu hale getiren.

 

Bizler burada silahlar sussun, artık her iki taraftan da hiç kimse zarar görmesin diye çırpınırken, tek kişinin dahi burnunun kanamasına tahammülümüz kalmamışken Samanyolu televizyonunun gösterdiği şu tavır hangi mantıkla açıklanabilir izahı zor.

 

Ordu, 90’lı yıllarda köylere girmiş, taş üstüne taş bırakmamış, 1.5 milyon insan dımdızlak halde zorunlu göçe tabi tutulmuş, büyük şehirlerin varoşlarında yeni bir hayata tutunmaya çalışmış… Şehrin sokaklarında gördüğünüz o mendilci çocukların, trafik ışıklarında yakaladıkları arabaların camlarını silerek bahşiş almaya çalışan o ufaklıkların güzel gözlerinde tüm bu hikayeleri okuyabilirsiniz. Tekstilde çalışan 15-16 yaşındaki genç kızlarla dertleştiğinizde de farklı bir şey duymazsınız. Ya da çoğu slikosiz hastalığının pençesine düşmüş olan kot taşlama işçileriyle konuştuğunuzda…

 

Bizler, bu acılara merhem olmaya ve kırılan gururları tamire çalışırken, cemaatin yürüttüğü bu ırkçı politika fitilin ateşini canlı tutuyor. Bir yandan açılımdan yana gibi dururken öte yandan böylesine korkunç dizileri ekranlarına taşıyarak açılımı sabote ediyorlar. Cemaat evinde saldırıya uğradığı söyleyen Cemil Yıldız buz dağının sadece görünen kısmı. Kim bilir, işitmediğimiz, görmediğimiz daha ne olaylar yaşanıyor buralarda. İmkansızlıklar yüzünden bu evlere sığınmış bir genç eğer Kürt ise, cemaatin ideolojisinin en önemli ayağı olan Türk-Sünni Müslüman sentezi üzerinden dönüştürülmeye ve kültüründen koparılmaya çalışılıyor. Cemil Yıldız gibi evden kaçanlar iflah olmazlar hanesine yazılırken, dönüştürülebilen ve cemaatin istediği prototipe uygun hale gelenler ise “İyi Kürt” hanesine kaydediliyor.

 

Hayat bazı şeyleri çok iyi öğretiyor insana. Etki altında kalmaksızın sadece vicdanınızın size söylettiklerini dile getirdiğinizde çoğu kez umursanmayacağınızı biliyorsunuz. Karşınızdaki hele de koyu bir taassubun içine düşmüş, kendi doğrusundan başkasına kulaklarını tıkamış bir grup ise, siz ne kadar söylerseniz söyleyin anlatabileceğiniz ancak karşıdakinin anlamak istediği kadardır derler ya hani, öyle bir etki yapacağınızı görüyorsunuz.

 

Lakin yine de söyleyeceğim. Sözüm Samanyolu Televizyonu çalışanlarına, Ahmet Kaya’nin linç edilmesi ve ardından trajik ölümü karşısında ah vah ederken bu dizi karşısında ağzını açıp tek söz etmeyen ya da tek satır yazmayan Zaman gazetesi yazarlarına (bakınız. Bu ne yaman çelişki anne) ve cemaat evlerinde kalan gençlere…

 

Bizler sırtımıza zorla yüklenmiş ideolojileri üzerimizden atarak yeni bir yola girdik. Hırsımızı, öfkemizi, türlü pişmanlık ve acılarımızı tedavi etmeyi başarabildik sonunda. Bizler artık iyileştik. Büyüdük biz. Büyürken parçaları birleştirdik ve kocaman bir yürek oluverdik bir anda.

 

Ve bu yürek artık eski hatalarını tekrar etmiyor. Bir vakitler yapılmış hataların tamiri ile meşgul sadece. Nerede soldurulmuş bir çiçek görse diriltmeye çalışıyor. Düşmüşlerin elinden tutarak hayata döndürmeye gayret ediyor.

 

İşte bu yüzden de daha fazla hataya tahammülü yok. Daha fazla gencin dağlara çıkmasından ölesiye korkuyor çünkü. Gençler ne devletin ne de örgütün tahakkümü altına girsin, ne devletin ne de örgütün katili olsun diye haykırıyor.

 

İşte bütün davası aslında bundan ibaret. Bu kadar basit yani.

 

Sizlere de “Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz” diyor. Ne desin ki başka…!