Kapatılan Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak amacıyla nöbetçi yayın yönetmenliği yapan gazeteci Celal Başlangıç hakkında açılan dava, 4 Ekim'de başlayacak. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak Başlangıç için de, haklarında dava açılan diğer nöbetçi yayın yönetmenleri gibi 14,5 yıl hapis cezası isteniyor.

41 yıldır gazetecilik yapan Celal Başlangıç, Özgür Gündem gazetesinin dayanışma kampanyası ve Türkiye'de medyanın bulunduğu duruma ilişkin ANF'den Arzu Demir'in sorularını yanıtladı.

* Özgür Gündem Yayın Yönetmenliği kampanyasına neden katıldınız?

Arkadaşlar arayıp böyle bir projeleri olduğunu söylediğinde, kabul ettim. Doğru ve olması gereken bir projeydi. Meslek hayatımın 41. yılındayım. Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın şube sekreterliğini, Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin genel başkanlığını, İstanbul şube başkanlığını yaptım. Gazetecilik Geliştirme Derneği kurucu başkanıydım, şimdi de genel sekreteriyim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin onur kurulunda yer aldım.

Bütün hayatım, gazetecilerin örgütlenmesi ve ifade özgürlüğü meselesi ile geçti. Ayrımsız olarak kime yapılırsa yapılsın, kimin ifade özgürlüğü, hakkı engelleniyorsa, ben yanında durmaya çalıştım. Cumhuriyet'e baskı olduğunda, Can Dündar tutuklandığında dayanışmak için Cumhuriyet'e gittik. Bugün gazetesi, Bugün tv basıldığında oraya gittik. Cumhuriyet'e gittiğim zaman “Ergenekoncu”, Bugün'e gittiğimde “Fetöcü”, Gündem'e gittiğimde “PKK'li miyim?”. Benim için mesele düşünce, ifade ve basın özgürlüğü meselesidir.

* Bu bahsettiğinde algı nasıl kırılacak?

Toplumdaki bölünme ve geldiğimiz noktayı göstermesi açısından durum bu. İktidar yanlısı gazeteci, diğerini ihbar ediyor, “Bunu niye kapatmıyorsun? Bunu niye tutuklamıyorsun?” diye soruyor. Öyle bir hale geldik. Bu toplumsal gerginlik içinde kırılması zor bir şey, kolay değil. Bunu mümkün olduğu kadar genişletmek lazım. Yoksa, “O gazeteci mi?” diye başlarsak, herkesin gazeteciliği tartışılır.

GAZETECİ YALAN HABER YAPIYORSA CEZASINI OKUYUCU VERSİN

* Sizin ilkeniz bu konuda?

Çok basit ve somut. İfade özgürlüğü sınırlanan ya da çıkması engellenen bir yayına destek vermek. Yalan haber yazabilir. Bu bana göre önemli değil. Yalan haber yazıyorsa, okuyucu onun cezasını versin.

* “Gazeteci kim?” sorusunu da sıkça tartışılıyor bugünlerde. Sizin tanımınız ne bu konuda?

Mesleği gazetecilik olan herkes bana göre gazetecidir. Çok net. İyi gazetecidir ya da kötü gazetecidir. Ama “gazeteci değildir” diye tartışmam, “kötü gazeteci” diye tartışırım. Meslek etiğine uygun davranıyor mu, davranmıyor mu diye bakarım. Bir takım oyunlara alet oluyor mu, bir takım yalan haberler yapıyor mu? Yapıyorsa bunun cezasını okur versin.

Ben bir gazeteci olarak mesafemi alırım. O ayrı bir şey, ama bunda çok emin ve bilgi sahibi olmam lazım ki, “O gazetecilik mesleğini çok suistimal etti, gazetecilik mesleğini başka şeylere alet etti” diyebileyim. Ama siyasetini beğenmediğim, karşı olduğum insanların da söz özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü savunmak gerekir.

1993'DE ÖCALAN'LA RÖPORTAJ YAPTIM, SORUŞTURMA BİLE AÇILMADI

* Gündem gazetesinde bir günlük genel yayın yönetmenliği sorumluluğu üstlenirken, soruşturma ya da davalarla karşılaşmayı bekliyor muydunuz?

Bu olabilir, yapılabilir bir durumdu. Hatta arkadaşlar “20 kişi aynı gün genel yayın yönetmenliği yapalım, dava açarlarsa da 20 kişiye açsınlar. Toplu davaya dönüşsün” diye de önerdim. Bu içinde bulunduğumuz süreci de ifade ediyor.

1993 yılında Bekaa Vadisi'ne gidip Abdullah Öcalan'la röportaj yaptım. O zaman Cumhuriyet'in yazı işleri müdürüydüm. Kimse bana ne dava açtı, ne de soruşturma. Ne gördüysem de yazdım. Dönemin rengi anlaşılsın diye bu örneği verdim. 7 Haziran seçimlerinden önce de Kandil'e gittim, Cemil Bayık'la röportaj yaptım, geldim ve ne gördüysem de yazdım günlerce. Bunların hiçbiri dava ve soruşturma konusu olmadı. İlki 1987'de olmak üzere Kürt meselesi ile ilgili dört kitabım var. Dava açılanlar, toplatılanlar oldu ama hepsinden sonunda beraat ettim. 30 yıldır bu meseleyi yazıyorum. Şimdi Gündem gazetesinde bir gün nöbetçi genel yayın yönetmenliği yaptığım için 14.5 yıl hapis istemiyle dava açıyorlar. Bu da işin rengini gösteriyor. Bu davanın konjonktürel olduğunu gösteriyor.

KÜRTLERİN ETRAFINDA DURANLAR VE KÜRT OLMAYANLAR HEDEFTE

* Bu döneme ilişkin tanımınız nedir?

Bir süre evvel çözüm süreci görüşülürken iktidarın tavrı ile bugünkü tavrı arasında ciddi bir fark var. Bir dönem Kürtler ile meseleyi çözmek gibi görüntü de olsa bir algı yaratıyorlardı, şimdi ise Kürt düşmanlığı üzerine kurulu bir politika geliştiriyorlar. Buradaki en büyük endişe de sadece Kürtlerin örgütlülüğü ve direnişi değil aynı zamanda Kürtlerin yanında duran ve Kürt olmayanlar. Bu saldırının ucu da oraya geliyor. 20 Temmuz'da Suruç'taki bombalama da budur, 10 Ekim'de Ankara'daki bombalama da budur. Kürtler'in yanında duran herkes cezalandırılıyor. 1990'larda Kürtlerin HDP tarzı bir örgütlenmesi yoktu. Daha Batı'ya açılan, Kürt oyların ötesine açılan, toplumun Kürt olmayan kesimlerine de belli önermelerde bulunan bir siyasi çizgi izlemesi bu iktidarı korkuttu. Zaten barış sürecinin bitmesinin temel nedeninin de bu korkudan kaynaklandığını düşünüyorum.

* Ana akımda da çalıştınız. Dün ile bugün, yani AKP dönemini karşılaştırdığında medya bakımından temel, karakteristik nasıl bir fark var?

Türkiye'de basın özgürlüğü hep bir sorun oldu. Doğru düzgün bir basın özgürlüğümüz olmadı. İlk gazete çıkmaya başladığından beri böyle. Fakat AKP iktidarı bunu bir başka boyuta taşıdı. Hiçbir dönem -buna Demokrat Parti dönemi, 12 Eylül de dahil- hiç kimse medya mülkiyeti ile oynamadı. Gazete sahiplerini etkilemeye, yanlarına çekmeye çalıştılar. Tansu Çiller döneminde krediler ve teşvikler verip, patronları etkileyerek, kendi çizgilerinde yayın yapmalarına dönük bir takıl ekonomik faydalar sağladılar. Tansu Çiller döneminde gazetesi olana ihale veriliyordu. AKP döneminde ise ihale verdiklerine, bir gazete, bir televizyon verdiler. Gazetelerin mülkiyetini, TMSF'ye düşürüp, kendi yandaş işadamlarına verdiler. O işadamlarına ihaleler vererek o gazetelerin sürdürülebilirliğini sağladılar. Bir kısmını da zorla sattırdılar, kendi yandaş iş adamlarına zorla aldırdılar. Bu bir görevdi, almak zorundaydılar. 7 Haziran seçimlerinde söylemiştim, AKP iktidardan düştüğü anda Türkiye medya mezarlığı olur, diye. Bütün televizyonlar, gazeteler kapanır. Çünkü sürdürebilirlikleri ortadan kalkar. Hala da Türkiye'de bu tehlike var. Birincisi; medya mülkiyetini ele geçiriyor. İkincisi, ele geçirmediği medyanın patronlarını biat etmeye zorluyor. Bunu kabul etmeyenlere ciddi biçimde yaptırımlar uyguluyor. Zaten hemen hemen kabul etmeyen de kalmadı.

* Medyanın mülkiyet ilişkileri bakımından durum bu. Gazetecilik mesleği bakımından değişenler nedir?

Gazetecilik mesleği de toplumun yapısı gibi ayrılmış durumda; ya iktidarın yanındasın ya da karşısındasın. Başka ara kategori yok. Gazeteci aslında tam o ara kategoride durandı. İyi yapılana “iyi”, kötü yapılana “kötü” diyen. Bir anlamda gazetecilik mevcut iktidarı kamu adına denetleyen meslektir. Ama bundan hayli uzaklaşıldı. Bunu sadece muhalifler yapıyor şimdi. Eskiden gazetecilik vardı. O gazetecilik iyi işler yaptığında iktidarın yanında olabilirdi, ama kötü işler yaptığında da onun karşısında olurdu; yaptığı haberle, yazdığı yazıyla, yaptığı yorumla, analizle. Ama işler tamamen çığrından çıkmış durumda. Gazetece ya iktidarın ya da karşısında oluyor.

KÜRT MESELESİNİ TÜRKİYE'NİN BATISINA ANLATMAK ZORUNDAYIZ

* Bu durumda biz gazeteciler ne yapacağız?

İyi ki 1980'lerde, 1990'larda, hele '60'larda, '40'larda değiliz. Elektronik medya, kısmen de olsa bu sorunu aşan bir olanak sunuyor. Bu da ağır baskı altında. Yüzlerce internet sitesine erişim engellenmiş durumda. Ancak bunun da başka bir çözümü oluyor. Burada önemli olan, mümkün olduğunca akıllı organizasyonlar yaparak iyi habercilik yapmak önemli. Ancak Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden dolayı bu çatışmalı ortamı ve ağırlığı yaşıyoruz. Bu meseleyi de Türkiye'nin Batı'sına anlatmak zorundayız. Bu konuda da birinci görev gazetecilere düşüyor. Gazetecilerin ikinci meselesi de, basın özgürlüğünün, halkın haber alma hakkı olduğunu halka anlatmak. Gazeteci basın özgürlüğü için bir şeyler yapıyorsa, halkın haber alma hakkı için mutlaka toplumun değişik kesimleri ile bu işi beraber yürütmeli. Çok zor bir şeyden bahsettiğimi biliyorum, örgütlülük düzeyinin çok düşük olduğunu biliyorum. Bizim gazeteciler olarak geçen yüzyılda yaptığımız son eylemde, Metin Göktepe'nin davasının peşine düşmekti. Bu yüzyılda da Türkiyeli gazetecilerin yaptığı en büyük eylemler de, Haber Nöbeti, Umut Nöbeti ve nöbetçi yayın yönetmenliği gibi eylemler oldu. Bütün örgütsüzlüğümüze rağmen Türkiyeli gazetecilerin 21 yüzyılda yaptığı en büyük eylemdir bunlar.

BERAAT DE EDEBİLİRİM MAHKUMİYET DE ÇIKABİLİR

* Davan nasıl sonuçlanır? Beklentin ne?

Siyasi bir dava olduğu için, karar aşamasına geldiğinde, siyasetin konjonktürüne göre bir sonuç bekliyorum. 14 yıl verirlerse de şaşırmam, beraat kararı verirlerse de şaşırmam. Eskiden belli kritik konularda yazı yazdığımızda, avukat arkadaşlarımıza gönderirdik, “Şuna bir bakar mısın?” derdik. Arkadaşımız da, “Şurasında şu var, burasında bu var” diyerek, neredeyse matematiksel kesinlikte bize sonuç bildirirdi. Son iki yıldır fark ediyorum ki, artık avukat arkadaşlarıma da sormuyorum. Çünkü bana bir yanıt veremiyorlar. “Her şey de olabilir, hiçbir şey de olmayabilir” diyorlar. Bu hukukun ortadan kalktığını gösteriyor. Hukuka egemen olanın, iktidar, siyaset olduğunu gösteriyor. Karar aşamasına geldiğimizde Türkiye politik ortamı neyse, ona göre ya beraat çıkar ya mahkumiyet çıkar.