Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürtkçü, Evrensel gazetesinde yayımlanan "Barış kapısını zorlamak" başlıklı yazısında, İmralı'da Abdullah Öcalan'la başlatılan ve devam eden görüşmeleri ve süreci değerlendirdi.

Kürkçü, yazısında, "Hükümet çok iyi biliyor ki, PKK’ye karşı bir askeri üstünlük elde edilemedi, BDP saf dışı bırakılamadı, tersine toplumsal desteği arttı ve Türkiye solu ile Kürdistan solu arasındaki ittifak derinleşti," derken, kurulan bu ittifakın ve sürecin "adil ve onurlu bir barış için bir imkâna dönüştürmeyi doğrudan kendilerinin görevi kıldığını" belirtti.

Ertuğrul Kürkçü

BARIŞ KAPISINI ZORLAMAK...

"Bundan sonra bu koşullarda ben yokum. Kendi aralarında anlaşıyorlarsa anlaşırlar, savaşıyorlarsa savaşırlar, ben karışmıyorum… Benim rol almamı isterlerse üç şartım var; sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme. Bu üç şartı sağlayabiliyorlarsa ben devam ederim. İki taraf da rolüm konusunda anlaşırlarsa, sağlık, güvenlik, özgür hareket alanı yaratırlarsa, rolümü oynarım. Bu şartları sağlayamıyorlarsa ben daha fazla devam etmeyeceğim.”

Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yapageldiği olağan görüşmelerin sonuncusunda, 27 Temmuz 2011’de PKK ve devlete böyle demişti.

Bunu, hükümetin “Sri Lanka usulü” nihai çözüm iddiasıyla havadan ve karadan PKK üzerine Roboski katliamını da göze alacak şekilde yağdırdığı bombalar, operasyonlar, PKK’nin karşı saldırıları, her iki yandan ölen bine yakın insan, kentlerde 7 bin BDP’linin KCK operasyonlarında tutuklanması, Newrozların kana bulanması, toplantı ve gösterileri yasaklanması, BDP’ye yönelik karalama ve saf dışı bırakma operasyonları izledi.

Bu imha süreci boyunca adadan zaman zaman kimi haberler sızsa da bunlar, Öcalan’ın -ve hükümetin- tavrında bir değişiklik olduğuna dair bir ipucu sunmuyordu. Ta ki, Öcalan 17 Kasım 2012’de kardeşi aracılığıyla açlık grevlerinin sonlandırılması çağrısında bulunana ve cezaevlerindeki binlerce Kürt devrimci Öcalan’ın tarihsel önderliğini onaylayan bir jestle grevlerini derhal ve tartışmasız sona erdirinceye kadar…

Kilit Açıldı

Elbette bu kararın alınmasında hükümetin ana dilinde savunma talebine iğreti bir yasa tasarısıyla yanıt vermiş olmasının da önemli bir payı vardı. Bir buçuk yıl süren savaş-direnme sürecinin ardından görüşme kapısının anahtarı kilide girmişti. DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat’ın Öcalan ile 3 Ocak 2013’te yaptıkları görüşme ile bu kilidin açıldığını söylemek yersiz olmaz.

Peki, bu kilidin açılması barış kapısının ardına kadar açıldığı, “çözüm” iyimserliğinin dalga dalga yayıldığı Mayıs-Haziran 2011 ikliminin geri geldiği anlamına geliyor mu?

Hayır gelmiyor. Elde başka hiçbir veri olmadan bu yersiz iyimserliği yaymak hükümete kefil olmak, psikolojik harekâta eşlik etmekten başka bir anlama gelmez… Ama savaşın gidişinde bir değişikliğin söz konusu olduğu ve bir “çatışmasızlık” anına yaklaşmakta olduğumuz gerçek. Ancak, şu anki durum henüz Öcalan’ın “rolünü oynaması” için ileri sürdüğü “üç şartın [sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme] sağlandığı” ve “iki tarafın da rolü konusunda anlaştığı”na dair bir belirti sunmuyor.

KCK Lideri Murat Karayılan ve BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak hükümetin süreci kendileriyle görüşerek örmediğini çok açık bir biçimde ifade ettiler. Öcalan ile yalnızca taraflardan biri görüştü: Hükümet. Ama hükümet Öcalan’ın “rolü”nü oynaması için şart koştuğu şekilde KCK, PKK ya da BDP ile anlaşmakla ilgili görünmüyor. Tayyip Erdoğan’ın bu işlerdeki akıldanesi Yalçın Akdoğan, Öcalan’la görüşme konusunda “Başbakan görüşmelerin devam ettiğini, ihtiyaç duyulduğunda bu tür enstrümanların kullanılacağını söyledi. Anlaşılan yine kullanılıyor” diyor.

Ancak Akdoğan müzakere masasının devrildiği Temmuz 2011’de Öcalan’ın açıkça ilan ettiği şu sözlerini unutmuş görünüyor: “Ben her iki tarafın da işlerini kolaylaştırdım, onlara öneriler sundum, onlara çözüm yolunu gösterdim, protokoller sundum, işlerini kolaylaştırıcı adımlar attım. Daha ne yapayım? Daha fazlasını ayda yılda bir burada bir saat konuşarak mı yapacağım? Daha ne yapayım? Ama her iki tarafın da tavırları başka. Beni de burada taşeron gibi kullanıyorlar. Her iki taraf da beni idare ediyor. Ben idare edilecek birisi değilim. Bunu böyle bilsinler. Ben Kürtlerin onuruyla oynanmasına izin vermem, buna hiçbir şekilde müsaade etmeyeceğim.”

Çok İyi Biliyorlar

Şu halde Başbakanın, Akdoğan ve Bal gibi akıldaneleriyle adlarını bilmediğimiz diğer güvenlikçiler Öcalan’la tek taraflı bir anlaşma yapabilecekleri ve onun da bu anlaşmayı Kürt halkına kabul ettirebileceği zehabına kapılmış olabilirler mi? Halka ne söylerlerse söylesinler, neyle böbürlenirlerse böbürlensinler, onlar da çok iyi biliyor: PKK’ye karşı bir askeri üstünlük elde edilemedi, BDP saf dışı bırakılamadı, tersine toplumsal desteği arttı ve Türkiye solu ile Kürdistan solu arasındaki ittifak derinleşti.

Görülüyor ki, hükümeti yeni bir görüşme çevrimini başlatmaya iten asıl dinamik hedeflerine ulaşmış değil ulaşamamış olması ile 2014’teki iki seçime –yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri- bir çatışmasızlık ortamında girme ihtiyacı arasındaki çelişki.

Sosyalistler bu çelişkiyi gözlemek ve bir kenarda durarak olacakları izlemekle yetinemezler. “Barış” mücadelesi hükümetin bölgesel egemenlik ve tek parti diktatörlüğü ihtiraslarıyla mücadelenin en önemli kaldıraçlarından biri, Kürdistan halkı ve devrimcileriyle kurduğumuz ittifak da, şimdi oluşmakta bulunan temas aralığını, “adil ve onurlu bir barış” için bir imkâna dönüştürmeyi doğrudan görevimiz kılıyor.