Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin 2011 Basın Özgürlüğü Ödülü, yayımlanmamış kitabı nedeniyle tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'a verildi.

Ödülü, cezaevinde bulunan Ahmet Şık adına alan avukat Fikret İlkiz, “neyle suçlandıklarını bilmeyen gazetecilerin savunma hakkını kullanabilmeleri için iddianamelerin tamamlanıp davaların bir an önce açılmasını istedi.

İlkiz, “Suçlamalarınıza karşılık yapacağımız savunmamızda gazeteciliğimizle, hayatımızla, haberlerimizle, kitaplarımızla, hak haberciliğimizle, basın özgürlüğünden ve barıştan yana olmamızla ve sadece gazeteciliğimizle; zihniyetinizi suç işlemiş olmakla itham edeceğiz” dedi.

Türkiye'nin en saygın hukukçuları arasında bulunan Fikret İlkiz'in, aynı zamanda müvekkili olan Ahmet Şık adına “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü alırken yaptığı konuşma şöyle:

Büyük Seçici Kurul’un,  2011 Basın Özgürlüğü Ödülü’nü kuruluş olarak Gazetecilere Özgürlük Platformu’na, kişi olarak, basın özgürlüğü ve örgütlü mücadele için gösterdiği çabalarından dolayı ve bu mücadeleye kattığı ulusal üstü destek nedeniyle gazeteci Ercan İpekçi’ye verilmesi kararı hepimizi onurlandırmıştır ve hak edilmiş ödüllerdir.

Ahmet Şık, “ basın özgürlüğü yolunda tutuklu bütün gazetecileri temsilen” ve “meslek hayatı boyunca bu yöndeki çalışmaları göz önüne alınarak” Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2011 Basın Özgürlüğü Ödülü’ne “değer görülen” ikinci gazetecidir.

Büyük Seçici Kurul’a teşekkür ederiz.

Ödülü Ahmet Şık adına, avukatı olarak ve ayrıca “Ahmet’in ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları”na çabaları için teşekkür ederek, onur duyarak alıyorum.  

Gazeteciler Ahmet Şık  ve Nedim Şener 3 Mart 2011’de gözaltına alındılar ve 5 Mart 2011 tarihinden beri tutukludurlar. Ahmet ve Nedim tutuklu gazetecilerden sadece ikisidir ve sonuncusu da olmayacaklardır. 

Onları cezaevinde bıraktık. Hala oradalar...

Tıpkı diğer tutuklu gazetecilere yaptıkları gibi, onlarında önce özgürlüklerini ve sonra ayakkabı bağlarını, kemerlerini aldılar ve demir kapıları üzerlerine kapadılar.

Hepinizin kapılarınızı istediğiniz gibi ve istediğiniz zaman, açma kapama özgürlüğünüz var. Onların yok. Onların kapılarını başkaları kapatıyor. Kapılar her gün üzerlerine kilitleniyor.

Herhangi bir kapıyı açıp kapattığınızda, ayakkabılarınızı bağlarken; içerideki “tutuklu” gazetecileri hatırlayın…

Onların cezaevindeki avlularında sadece “bir avuç gökyüzü” var. Sizin avlunuz kaç adım? Sizin gökyüzünüz kaç avuç?

Cezaevinde cam bardak ve cam bardakta su içmek yasak. Sizlere böyle bir yasak yok. Siz serbestsiniz! O zaman cam bardakla su içtiğinizde, tutuklu gazetecileri hatırlayın…

Ahmet Şık’a gazeteciliğini sordum. “İnsanım, gazeteciyim ve barıştan yana, hak haberciliğinden yanayım” dedi. Bu yüzden de “tutuklandı” ve fark edildi. Oysa gazetecilik yapmaya çalışan bir gazeteciydi. Bu ödülle Ahmet’e sürekli sorumluluk duyacağı bir görev veriyorsunuz…“Tutuklu gazetecileri temsil etmek”. Bu onun için onurdur.  Meslek hayatı boyunca yarattığı geçmişidir ve artık geleceğidir.

Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazetecilerin ortaya koyduğu gerçeklerdir bir kısım özel yetkili insanları ve bir kısım medyayı korkutan…

Altını çizerek bir kez daha söylemek istiyorum. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in, Özel Yetkili Savcı önünde, Mahkemede, gazetecilikleri ve hayatları sorgulandı. Yaptıkları haberler, neden haber yaptıkları, kiminle ne konuştukları, neden konuştukları, niçin televizyonlarda öyle söyledikleri, neden kitap yazdıkları soruldu. Sonra da tutuklandılar.

Oysa sizlerin okuduğu gazeteler, haberler, kitaplar, izlediğiniz televizyonlar, yani sizin hayatınızdır sorgulanan. Sizin hayatınızdır suçlanan… Tutuklananlar bizleriz ve hepimizin tutukluluk hali sürüyor. Tıpkı iki gazeteci gibi... Tıpkı “Tutuklu Gazete” gazetecileri gibi tutukluyuz…

Aslında Türkiye’de ceza adalet sistemi ve tutuklama müessesesi; tutukludur. 

Tutuklu gazetecilerin “tutukluluk hali”, yaratılan korku imparatorluğunun eseridir.  

Ahmet Şık hakkındaki “tutuklama kararının kaldırılması” için yaptığımız tüm başvurularımız nafiledir. İtirazlarımız etkin ve sonuç alıcı bir yasal yol olmaktan çoktan çıkmıştır.

Artık iddianamenin yazılmasını istiyoruz. Suçlamayı ve kanıtları onlar biliyor, biz bilmiyoruz. Yayınlanmayan kitabın bomba tesirli olduğunu, gazetecilerin terör örgütünün üyesi ve suçlu olduklarını, gazetecilikten dolayı tutuklu olmadıklarını söyleyip duruyorlar. Bize suç işlediler diyorsunuz o halde haklarındaki suçlamayı bilmek ve kanıtları görmek istiyoruz.

İddianamenizi yazın. Davanız neyse, davanızı açın. Biz de suçumuzu bilelim!

İddialarınıza karşı savunmamızı yapalım. Suçlayın ve iddia edin, tutuklu olarak bekliyoruz…

Suçlamalarınıza karşılık yapacağımız savunmamızda gazeteciliğimizle, hayatımızla, haberlerimizle, kitaplarımızla, hak haberciliğimizle, basın özgürlüğünden ve barıştan yana olmamızla ve sadece gazeteciliğimizle; zihniyetinizi suç işlemiş olmakla itham edeceğiz…   

Bekliyoruz, iddianamenizi yazın ve dava açın.

Şimdi sizlere tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın Silivri Cezaevinden gönderdiği mesajını iletiyorum:

SANSÜRÜN KALDIRILIŞININ YILDÖNÜMÜ BİR KEZ DAHA KUTLU OLSUN

“Gazeteciliğe başlamamın üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre içinde birçok ödül aldım. Kimi fotoğraflarım içindi, çoğu haberlerim nedeniyle. Bu gece yine bir ödül töreni var. Nedeni de çok afili: Basında sansürün kaldırılmasının yıldönümü. Hem de 103’üncüsü.

Bilenler biliyor, 2005 yılından bu yana yaygın medyada çalıştırılmıyorum. Sendikal örgütlenme faaliyetleri, sansür ve oto sansürün olmadığı, editoryal bağımsızlığın mümkün kılındığı bir gazeteciliği var edebilmek için verdiğim mücadele sonucu hem çalıştığım gazeteden hem de sektörden atıldım.

Üzerinden 6 yıl geçmiş. Mesleğimi yapmam fazlasıyla engellendi ama ilginçtir bu süreçte gazeteciliğim nedeniyle 4 ödül daha aldım. Bu geceki de 5’incisi.

Bu ödüllerden biri mesleğime konan ambargoyu delebildiğim “görece bağımsız” Nokta dergisinde çalıştığım 6 aylık süre içerisinde yaptığım bir haber nedeniyleydi. Devlet eliyle dövülüp öldürülerek “sansürlenen” kardeşim, yoldaşım gazeteci Metin Göktepe adına verilen haber ödülüydü.

Bir diğeri şu sıralara yeniden şiddetlenme eğilimi gösteren savaş bölgesindeki mayın kurbanı sivillerle ilgili çektiğim bir fotoğraf içindi. Yine devlet eliyle ama bu kez kurşunla fikirleri ve sesi sansürlenen Kürt bilge Musa Anter adına verilmişti bu ödül.

Diğer ikisi ise mesleğimi yaptığım için değil, yapamadığım için verildi. Önce, patronlar eliyle sansürlenip mesleğim yaptırılmadığı için Çağdaş Gazeteciler Derneği “Dayanışma Ödülü” verdi 2005 yılında.

En yenisiyse yakın zamanda Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından verilen Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülüydü. Bu ödül de “Haber yapamıyorsam kitap yazarım” diye yola çıktığım, ancak yazdıklarımı bir türlü okuyucuya ulaştıramadığım için verilen bir ödül. Bu kez de yargı sansürü çıkmıştı karşıma. Üstüne bir de demir parmaklıklar ardında gün saymak düştü. Nedeni malum. Zaten tam da bu yüzden bu geceki törenin öznesi oldum.

Bu gece de TGC tarafından verilen ödülü alacağım. Pardon. Fikret ağabey benim adıma alacak. Elimde olmayan nedenlerle aranızda değilim çünkü. Tutuklu bir gazeteci olarak basın özgürlüğü ödülünü alıyorum. Sansürün kaldırılışının yıldönümü bir kez daha kutlu olsun o halde. Teşekkür ederim.”

(22.07.2011 Silivri Cezaevi. Ahmet Şık)

24 Temmuz 2011 / Av. Fikret İLKİZ