Sefa Feza Arslan / Demokrat Haber


Ahmet İnsel, 26 Şubat 2012 tarihli Radikal 2'de yayımlanan ‘Misyonerlik ve Kutsal İttifak’ adlı yazısında, misyonerlik tartışmalarına ilişkin çok yerinde bir müdahalede bulundu: "AKP hükümeti kurulduktan sonra, başka konularda birbirleriyle kanlı bıçaklı olabilen ulusalcılarla Müslümanlar ya da Ergenekoncularla Gülen cemaatine yakın yayın organları, söz konusu dini azınlıklar olunca, bir Türk-İslam refleksi içinde rahatlıkla yan yana geldiler.” ( burada )

 

Esasında bu önemli tespit, Hrant Dink'in öldürülmesini de, anti-misyoner kampanyayı da sadece AKP'ye yönelik gibi sunanların ısrarla yüzleşmekten kaçındıkları, görmezden gelmeye çalıştıkları sosyolojiyi gözler önüne seriyor.

 

Öncelikle şunu bir kez daha vurgulayalım: Hrant Dink, Ermeni olduğu için, Türkiye toplumunun vicdanına seslendiği için, bu toprakların vicdan sahibi insanlarının Büyük Felaket'in acısını yüreklerinde duymalarını sağladığı için öldürüldü. AKP'yi zor durumda bırakma, bu gerçeğin karşısında olsa olsa bir yan tema olabilir. İktidar ve onun bürokratları eğer Hrant Dink'in öldürülmemesi için yoğun çaba sarfetmiş olsaydı, Malatya'daki katliamı engellemek için ellerinden geleni yapsaydı ve buna rağmen bu acı olaylar gerçekleşseydi, o zaman diyebilirdik ki, bu alçakça cinayetler hükümeti hedef almaktadır.

 

Oysa ki,“Nefret: Bir Milli Mutabakat Cinayeti” çalışmasının adı ile özetleyen İsmail Saymaz'ın, bir söyleşisinde söylediği gibi, “Bu cinayetleri işleyen zihniyetin biz hemen hemen aynı zihniyet olduğunu biliyoruz. Fakat azmettiricinin aynı kişiler olup olmadığı konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz.” ( burada )

 

O zihniyetin beslendiği zeminleri sorgulamayanların, tartışmayanların, o zeminlerin rolünü küçümseyenlerin vebali çok büyük... Bazıları, hala ısrarla sadece azmettiriciye bakın diyorlar.. Demokrat olabilmenin yolu ise hem azmettiricilerin açığa çıkmasını, hem de o sürekli azmedilmeye, kışkırtılmaya açık katilleri yaratan iklimi hazırlayanların deşifre edilmesini talep etmekten geçiyor. Azmettirenler Çorum'da, Maraş'ta, Sivas'ta, Malatya'daki son katliamda kimleri kullandılar? İnsanlar yanarken alkışlayanlar, itfaiyeyi engelleyenler, insanlar yanarken “işte cehennem ateşi” diyebilecek kadar zalimleşenler, komşusunu hunharca öldürecek kadar beyni yıkanmışlar, başka bir dinden diye bir insana işkence yapabilenler hangi iklimde yetişti? Hala mağdurların Maraş'ta, Sivas'ta anma yapmasını engelleyenler hangi partilerde palazlanıyor?

 

Anti-misyoner kampanya ve Saymaz'ın ifadesi ile “milli mutabakat cinayet”leri ile yüzleşmek istiyorsak, atmamız gereken birinci adım, mevcut iktidarın da bu anti-misyoner kampanyanın destekçilerinin bir kısmını bünyesinde barındırdığını görmektir.

 

İnsel, aynı yazıda, Alper Görmüş'ün 7 Şubat 2012 tarihli Taraf gazetesindeki yazısındaki “AKP iktidarının kurulması ile başlayan anti-misyoner kampanya” ifadesinin sorunlu olduğunu ifade ediyor ve haklı eleştirilerini sıralıyor. Bu cümle sorunlu değil külliyen yanlış. Saymaz'ın andığımız kitabında anti-misyoner kampanyanın, 1999 depremi sonrası nasıl ısıtılıp yükseltildiğinin detaylarını bulmak mümkün.

 

Milliyetçi muhafazakarlığın/Türk-İslamcılığın, kurucu bir unsuru olan misyonerlik korkusu ve düşmanlığının, yakın zamanda artarak anti-misyoner kampanyaya dönüşmesi için bir tarih verecek olursak, bu – Görmüş'ün söylediğinin aksine - AKP iktidarının kurulmasına değil, AKP iktidarından önce AB sürecinin derinleşmesi ve milliyetçi muhafazakarları rahatsız eden demokratikleşme tartışmalarının gündeme gelmesine karşılık gelecektir. AB tartışmaları milliyetçi muhafazakarlığın misyonerlik korkusunu tetiklemiş ve anti-misyoner kampanya ile AB karşıtlığı eklemlenmişti. İdam cezasının kalkması, Kürtlerin, Alevilerin, dini azınlıkların haklarından söz edilmeye başlanması ile birlikte, AKP iktidarından iki yıl önce, anti-misyoner kampanya, özellikle Alevi ve Kürtleri de hedef alarak başlamıştı.

 

Misyonerlerin, Kürt ve Alevileri etkilediği söylemleri, milliyetçi muhafazakar, Türk-İslamcı gazetelerde, bu zihniyet ile yazılan kitaplarda büyük bir yer kaplıyordu. Bu milliyetçi muhafazakar, Türk-İslamcı tezleri, TSK de bir rapor ile destekliyordu. Bu rapor Zaman gazetesinin epey hoşuna gitmiş olacak ki, 31 Aralık 2004 tarihinde, haberini ağzı kulaklarına vararak veriyordu: “TSK'nın 'Ülkemizdeki ve Dünyadaki Misyonerlik' başlığıyla hazırlattığı raporda, Türkiye'de faaliyet gösteren Protestan misyonerlerin, 2020 yılına kadar Türkiye nüfusunun yüzde 10'unu Hıristiyanlaştırmayı ve 1 milyon İncil dağıtmayı hedefledikleri ileri sürüldü. Çalışmada misyonerlerin manevi boşluk içerisinde olduğunu kabul ettikleri Alevi ve Kürt vatandaşlara daha fazla yoğunlaştıkları ifade edildi.”

 

Saymaz'ın, kitabında gözler önüne serdiği üzere, bu sırada vekiller de mecliste benzer önergeler veriyordu. AKP'li bir vekil misyonerlerin 2 milyar İncil dağıttığını ve 4 milyon misyonerin aktif olarak çalıştığını iddia edebiliyordu. Türk-İslamcılar, milliyetçi muhafazakarlar ve askerler elele anti-misyoner paranoyayı yükseltiyordu. İsmail Saymaz'ın, bu milli mutabakatı gözler önüne seren kitabındaki, kimsenin reddedemeyeceği olgusal gerçekler ortadayken, Görmüş'ün, “anti-misyoner kampanyanın AKP iktidarının kurulması ile başladığı” gibi temelsiz bir iddiayı dile getirmesini anlamak zor... Dışişlerinin, Hrant'ın davası için AİHM'de yaptığı utanç verici savunmanın haberinin Taraf'ta çıkmamasını “yaz rehaveti” ile açıklamıştı, kim bilir, bunun da bir açıklaması vardır...

 

Bu arada, İnsel'in yazısındaki haklı eleştirileri, yerini bulmuş olacak ki “camianın amiral gemisinden” oldukça düzeysiz bir cevap geldi. Bülent Korucu, “Dink cinayetinde işaretler Ergenekon'a yöneldikçe birileri çıkıp, 'başkaları da olabilir' diyor. Ahmet İnsel de onlardan biri” diyerek saldırgan bir üslupla Zaman gazetesinin ve cemaatin “demokrat”lığının sınırlarını da kamuoyuna milyonuncu kez gösterdi. Tabi ki gözünü kapatmayanlara...