Mehmet Ali Birand, “Son Darbe: 28 Şubat” kitabını ve siyasi gündemi Taraf’tan Cihan Keyif’e değerlendirdi. AKP’nin 28 Şubat’ın hem mağduru hem de kazananı olduğunu söyleyen duayen gazeteci, “AKP eninde sonunda MİT’i kullanarak savaşın bitmesi için PKK ile masaya oturacak” dedi

 

Basında 50’nci yılına yaklaşan Mehmet Ali Birand, Türkiye siyasî tarihinin son darbesi üzerine yaptığı belgesel çalışmayı, Doğan Kitap’tan çıkan kitap ile genişletti. Kitapta belgeselde yer almayan bazı röportajların yanısıra fotoğraflar da bulunuyor. Birand ile 28 Şubat’ı, Refah Partisi’ni, AKP’yi ve bugünün demokrasisini anlattı.

 

Kürt meselesindeki sertleşme, ülkenin ilk kez fundamentalist’lerce yönetilmesi ve bundan doğan gerginlik, Sivas Katliamı... Tüm bunlar biraraya getirildiğinde 90’lı yıllardaki kurguyu, 80 Darbesi’ndekine benzetiyor musunuz?

Açıkca söyleyeyim burnumda o koku var. Somut bir şey gösterememekle ve bulamamakla beraber burnumda o koku var. Bir şeyler hazırlanmış. İspatlayamayacağım bir şey söylüyorum, farkındayım, ama o kokuyu da duyuyorum. Nasıl 12 Eylül müdahalesinde olaylar gittikçe büyüyor? Süleyman Bey, askerin “Bize yetki verilmedi” demesine karşılık, “İstediğiniz bir şey oldu da verilmedi mi?” diye sormuştu ya, işte orada haklıydı. 12 Eylül Belgeseli ’nde Kenan Evren bizzat bana söyledi: “Tüm koşulların oluşmasını bekledik.” Buraya baktığımız zaman da 1993’teki bombalamalar, suikastler... Biz ne dedik o dönem? “İran’dan birileri geldi. Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koydu. Uğur Mumcu’yu İran öldürdü.” Bunlar afaki konuşmalar.

 

28 Şubat’ı AKP’nin doğumu olarak görüyorsunuz, aynı zamanda da RP’nin ölümü. Aynı temelden yükselen bu iki parti arasında büyük farklar da özellikle vardıkları nokta konusunda mevcut. AKP hangi hataları yapmadı ya da örgütlenme konusunda daha fazla ne başardı?

AKP laik kesimin tüylerini diken diken eden sesleri kesti; mitinglerde yeşil bayraklar ellerinde “Allah-u Ekber” sloganları atan insanları görmedik. Enerjisini radikal İslam’a vermedi, bilakis Avrupa Birliği kozunu kullanarak liberalleri ve demokratları yanına aldı. Yoksa temel olarak aynı kökten gelen insanlar olmalarına rağmen yaklaşımları farklıydı. Laik kesimleri olabildiğince rahatsız etmeyen, toplumun gözüne gözüne sokmayan yaklaşımları vardı. Biz 28 Şubat’ın sorumluluğunu başta asker olmak üzere herkese yüklüyoruz: İşadamları, laik kesimi oluşturanlar... Peki, Refah Partisi’nin hiç mi sorumluluğu yok. Olmaz mı? Yapılması, bir tarafı havalara fırlatacak her şeyi yaptılar. Köşkte iftar yemeğine ne gerek vardı? Bekir Yıldız’ın Kudüs Gecesi’ne ne gerek vardı? Burada diyebilirsiniz ki bunlar münferit olaylardır. Evet, bunlar belki münferit olaylar, ama o zamanlar laik kesimin havaya fırlaması için münferit olaylar yeterliydi. Merve Kavakçı’nın o dönemki olayını düşünün. AKP bugün bile milletvekillerine böyle bir zorlama yapmıyor. Hem de yüzde 50 oy oranına rağmen bunu yapmıyor. Bu kadar yüksek oy alan bir parti bunu rahatlıkla yapabilirdi. AKP o bakımdan şu akıllılığı yaptı: Ben isteklerimi demokrasiyle yerine getireceğim. Refah’ın yöntemi ise zorlamaydı; gerektiğinde kendi gençlik tabakamı harekete geçirerek ve meydanlara inerek yapacağım derdindeydi. Aslında Erbakan son derece uzlaşı yanlısı bir insan.

 

Belgeseldeki tavrınızda Erbakan için biraz naif bir tavır izlediğinizi düşünüyorum. Sanki Erbakan’ın yaptıkları doğruymuş., ama onu anlayacak kişiler yokmuş gibi bir ses geliyor.

Erbakan, aslında bir Cumhuriyet çocuğu. Cumhuriyet’i devirip İran gibi bir rejim getirme niyetinde falan da değil. Erbakan aynı zamanda Cumhuriyet’in diğer unsurlarından da korkuyor; askerden, askerin müdahalesinden... Aman problem çıkmasın, aman ben askerle uzlaşayım, hep aklında bu vardı ama kaçırdığı nokta şu oldu: Biz onun bu yanını hiç anlamazken, o da laiklerin bam teline bastığını hiç göz önünde tutmadı. Şunu söyleyebilirsiniz: “ O yaşanan olaylar çok eskiye ait. Şimdi onların kasetleri çıkartılıyor ve bugüne taşınıyor” ancak bu da sizi kurtarmaz, çünkü laiklerin bam telini zıplatacak Taksim’e cami yapılması tartışması yine Refah Partisi döneminde ortaya çıktı. İşte biz onu nasıl anlayamadıysak, o da laik kesimin hassasiyetlerini ve psikolojisini anlamadı. Toplum mühendisliğini beceremediler kısacası.

AKP’de ise sadece Başbakan, Arınç ve birkaç bakanın iletişim kurma biçimi güçlü. Onun haricindeki kadronun da böyle bir becerisi yok. Ben de bazen “Başbakan neden TÜSİAD’ın konuşmasından sonra kalkıp sert bir açıklama ile kafasına vuruyor. Ne olacak ki, onlar da olayla ilgili kendi fikirlerini açıklıyorlar” diye düşünüyorum. Ancak bu çıkışı, kendi tabanında karşılık buluyor ve destek alıyor. Politikacıların olaya bakışı ile bizim bakış açımız belli ki çok farklı.

AKP tam bir akıllılaşma ve gençleşme hareketi. Kendi aralarında konuşurlarken de buna tanık olabilirsiniz. “Biz parti kuruyoruz ancak kapatılıyor, sonra yine kuruyoruz, yine kapatılıyor. Demek ki bizde bir problem var. Sadece askeri ve laikleri suçlamakla günü geçiriyoruz, ama biz kendimize bakalım.” Çünkü kendileri de farkındalar ki Refah’ın tavrıyla bir yere varılmaz, demokrasiyle varılır.

 

Bugün AKP başladığı yerle aynı noktada mı?

Bugün artık iktidar, Avrupa Birliği’ne ihtiyacı yokmuş gibi davranıyor. Bu durumda birçok etken var; Avrupa Birliği’nin içerisinde bulunduğu kriz ortamı özellikle çok etkili, çünkü Avrupa’da kriz varken Türkiye’nin üyeliği konuşulmaz bile. Yani talihsiz bir dönem geçiriliyor. Galiba biz biraz geç kaldık Avrupa Birliği için ya da beş on sene daha sabredip beklemeliyiz. Gerçi bu daima değişir; bundan önce Schröder ve Chirac varken Türkiye’nin önü açıktı. Merkel ve Sarkozy gittikten sonra yerine gelenlerle belki tekrar Türkiye’nin önü açılacak, ama bakalım bu sefer Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olmayı ister mi?

 

28 Şubat’ta hükümet uygulanan baskıya dayanamıyor, bir bakıma da el çektiriliyor. Şu anda yaşananları göz önüne alacak olursak AKP iktidarı selefine yapılanların rövanşını mı alıyor?

Şimdi Başbakan diyor ki: “Bu bir intikamcılık değildir.” Tamam, kabul edelim ki bu bir intikamcılık değil, ama en iyi isimlendirmesiyle bu bir rövanştır. Bütün bu kararlar alınıyorsa, sekiz yıllık kesintsiz eğitim 4+4+4’e bölünüyorsa, Merve Kavakçı’ya iade-i itibar yapılıyorsa, işte tüm bunları topladığımız zaman ortaya çıkan; evet, bu bir intikam değilse de “işte biz gerekli dersi size verdik” anlamı çıkıyor. En azından toplum bunu böyle alıyor. Toplum böyle algılamasa da yapılanların niyetinin de bir rövanş olduğu açık.

 

Başbakan AKP grup toplantısında milletvekillerine 28 Şubat’ın mağdurları diye seslendi. AKP, 28 Şubat’ın mağduru mu yoksa bir meyvesi mi?

AKP, 28 Şubat sayesinde hızlandı. 28 Şubat olmasaydı, Refah Partisi kapanmazdı. Bu sefer parti içerisindeki muhalefet ve mücadele hızlanacak, Erbakan’ın ölümünden sonra ya Recep Tayyip Erdoğan ya da Abdullah Gül liderliği alacaktı. Yani değişim süreci uzayacaktı. Partinin kapatıldığı gün mesela çok mutlu olduklarını biliyorum. Yeni bir yapı kurma olanağını elde ettiler. Onu, bunu ikna ederek yeni bir parti kurmak yerine kendi istedikleri partiyi inşa etme yolu açıldı. Böylece kimse hizipçi damgası yemeden yepyeni bir oluşumu sağlamış oldular. AKP, 28 Şubat’ın hem mağduru hem de kazanını oldu. 28 Şubat olmamış olsaydı belki Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan da Başbakan olamayabilirdi. AKP aynı zamanda tabanını da biraz daha merkeze kaydırdı. ANAP’ın ve DYP’nin de seçmen kitlesini partinin içerisine aldı.

 

Mevcut dönemde yaşananları düşünecek olursak: Basında yaşanan işsiz bırakılmalar, hâkim ve savcılara el çektirmeler, askerlerin istifaya zorlanmaları... Demokrasimiz şu anda da garip bir seyir izlemiyor mu?

AKP’nin ilk baştaki planı şuydu: Askerin siyaset üzerindeki etkisini kıracağım, yargının etkisini kıracağım ve polisi yanıma alacağım. Asker ve polis üzerindeki planlarını tamamladılar. Başaramadıkları tek nokta kaldı, o da yargı. Yargıyı bugün tamamiyle AKP kontrol ediyor diyemeyiz, katiyen bunu söyleyemezsiniz, çünkü öyle olaylar oluyor ki AKP’nin tam aleyhine fatura çıkarılan olaylar var.

 

Peki o da tamamlandıktan sonra ne olacak?

AKP’nin demokrasi anlayışını sorguluyorsak, AKP kendi politikalarını yerleştirinceye kadar demokrasiye çok yatkın, demokrasinin önünü açan bir yaklaşım ile geldi. Ancak son zamanlarda demokrasi konusunda ‘Eh! Bu kadar demokrasi yeter, bundan fazla demokrasi sağlığa zararlıdır’ diyen bir tavra büründü. Bu beni çok hayrete düşürüyor. Şu an CHP’nin de içerisinde bulunduğu durumu düşünecek olursak, aslında çekineceği hiçbir şey yok demokrasiyi ileri götürmek konusunda. Bunu ben Kürt sorununda da görüyorum. Ben AKP’nin eski asker dönemindeki gibi sadece silahla sorunu çözmeye odaklanacağına inanmıyorum.

 

Her yıl düzenli olarak TSK’nın tezkerelerini onaylayan, Uludere Katliamı’ndan sorumlu tutulan bir AKP’nin sizde bu fikri oluşturmasındaki sebep ne?

Şöyle devam edeyim. Şu an AKP bir taktik süreç içerisinde. AKP şu an süreci, müzakerelerden uzaklaşıp PKK’yi silahla bitirmek yoluna girdiği görüntüsü çiziyor; ancak ben buna katılmıyorum. Eninde sonunda AKP, MİT’i de kullanıp masaya oturacaktır. Oturmadığı takdirde o zaman çok yanıldığımı hissederim, ancak bu konuda yanıldığımı da sanmıyorum. Kürt sorununu bu gücüyle AKP’nin çözebileceğine inanıyorum, çünkü AKP ancak tek başına iktidar olarak bir seçim daha götürebilir. İlerleyen süreçte koalisyon hükümetleri görünüyor ve koalisyon hükümetleri ile bu sorunların çözülmesi imkânsız. Bunu neden söylüyorum, çünkü dünyanın en uygar ülkesinde bile sen yıpranırsın, yüzün yıpranır ve insanlar mutlaka bir değişim ister. Onun için demokrasi konusundaki bu yavaşlayan tutumu, beni hayrete düşürüyor: Medya ile ilişkisi, tutukluluk süreleri ile ilgili mütereddit tavrı ve bunu hâkim ve savcıların üzerine atarak kendilerini aklamaya çalışmaları. İşte bunları hiç anlayamıyorum. Ben bunlara inanmıyorum ve ayıplıyorum doğrusu.

 

28 Şubat’a dönecek olursak asıl müsebbibi kimdir?

Her şeyin faturasını sadece askere kesmemek gerekiyor. Bütün siyasî gelişmelerden, müdahalelerden askeri sorumlu tutuyoruz, ancak laik kesimin, askeri olayın içerisine nasıl itelediğine, nasıl olaya dâhil ettiğine ve kışkırttığına da bakmak gerekiyor. Bu durumda ben askeri şuradan eleştiriyorum: Asker bunu görmedi ya da görmek istemedi veya görmezden geldi. “Bu işe girmeyelim” demedi. Ben zaten belgeselde de söylüyorum bir paye ya da suç çıkarmak niyetinde değil belgesel. Dönemin fotoğrafını çektik biz belgeselle. Diğer tartışmaları tarihçiler yazacaklar.

 

AKP, ‘BENİM LİBERALLERE ARTIK İHTİYACIM YOK’ DİYORMUŞ GİBİ

AKP’ye destek veren liberaller, 28 Şubat’ta RP’nin yanında yer almadılar değil mi?

Evet almadılar. AKP’nin en büyük akıllılığı, yanına Avrupa Birliği hedefini almasıyla liberalleri de yanına çekmesi oldu. O dönemde ilk başta sistemle mücadeleye girişti AKP. Liberaller ve demokratlar da sistemle kavgalıydılar. Ortak bir şikâyetleri vardı, bu bakımdan iyi bir koalisyon kurdu.

 

Mehmet Altan’ın Star ’daki görevine son verilmesiyle bu koalisyonun bittiğini söyleyebilir miyiz?

Artık liberallerin de kafalarında soru işaretleri doğmaya başladı. Nasıl ilk başlarda cemaat ve libareller açık çek yazıyorlardı desteklerinde, bugün onlarda da soru işaretleri varsa çok daha temelde, çok daha derinde soru işaretleri var. Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Taraf ’ın diğer bazı yazarları gibi liberaller bile “Yahu olur mu böyle şey” demeye başlıyorlarsa, bunda bir sıkıntı aramak gerekir. Bende şöyle bir izlenim var. İktidar “Benim bunlara daha fazla ihtiyacım yok, bunların sırtlarını artık sıvazlamama gerek yok” diyormuş gibi. 1993 yılında 2002’ye kadar olan süreci ele aldığınızda ve karşılaştırmak için yanına bugünü koyduğunuzda tabii ki Türkiye bugün çok daha istikrarlı bir ülke; ekonomisi daha sağlam, işsizlik oranı düşmüş bir durumda. Bunun yanında tabii ki beğenilmeyen yanları var, ama büyük resimde Türkiye artık çok daha saygıdeğer bir ülke görünümünde. Bu yine de Türk toplumunu rahatsız ediyor. Biz daima bir sürtüşme, bir rahatsızlık arıyoruz, onlarla da oyalanıyoruz işte böyle.