Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu yoğun tartışmalara konu olurken, UNESCO’nun bu yılki basın özgürlüğü ödülüne ilk kez bir Türk gazeteci, Ahmet Şık layık görüldü.

BM’nin Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’nun Guillermo Cano Ödülü cuma günü Paris’te düzenlenen bir törenle Ahmet Şık’a takdim edildi. "İmamın Ordusu" adlı kitabı yayımlanmadan önce 'Ergenekon terör örgütüne üye olduğu' suçlamasıyla 3 Mart 2011’de tutuklanan Ahmet Şık, 2012 Martı'nda serbest bırakılmıştı.

UNESCO’nun 1986 yılında öldürülen Kolombiyalı gazeteci Guillermo Cano Isaza’nın adını taşıyan basın özgürlüğü ödülünün jürisi Ahmet Şık'ı ‘fikir özgürlüğünün ateşli savaşçısı’ olarak nitelendirdi. Deutsche Welle Türkçe’den Beklan Kulaksızoğlu'nun sorularını yanıtlayan Ahmet Şık, ödülün kendisi için aynı zamanda hem onur, hem de utanç kaynağı olduğunu belirtti:

“Bu tür uluslararası ödüller insanı onore ediyor tabii. Ama yaşadığınız ülke üzerinden değerlendirdiğinizde aynı zamanda ülkenizin demokratik çıtasını belirlediği için de diğer yandan utanç duymamız gereken ödüller açıkçası.”

AKP DÖNEMİNİN TEK FARKI...

Gazeteci Ahmet Şık, Türkiye’de basın özgürlüğü önündeki engellerin dönem dönem değil, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini belirtiyor ve günümüzdeki durumun geçmişten farklarını şöyle değerlendirdi:

“Basın özgürlüğü meselesini sadece AKP ya da bu dönem üzerinden tartışıyor olmayı çok manalı bulmuyorum. Eğer öyle yapılırsa, ki yapılıyor, meselenin özünden uzaklaşmış olacağımızı düşünüyorum. Çünkü ben 1990 yılında başladım mesleğe. O zaman da benzer baskılar başka biçimlerle, iktidarı elinde tutan gücün kim olduğuna bakarak yine vardı. Bugünü biraz daha ondan farklı kılan, geçmişte kurşunla, cinayetlerle yapılan sansürün biçiminin değişmesi. Evet, şimdi gazeteciler öldürülmüyor, gerçi son öldürülen Hrant Dink’in adını anmadan geçmeyeyim, ama şimdi yapılan şey öldürmek yerine sahte delil üreterek, suç olmaması gereken faaliyetleri kanun kılıfına sokarak, ciddi hukuksuzluklara imza atarak birileri adına cezaevlerinden mezarlara gömmekten ibaret bir sansür anlayışı var. Değişen tek şey bu.”

'GERÇEKLE MEDYATİK GERÇEK ARASINDAKİ UÇURUM'

Ahmet Şık, AKP döneminin geçmişten bir başka farkının ise medya-devlet ilişkilerinin boyutu olduğunu belirtti:

“Şu anda iktidarı tek başına, çok güçlü bir biçimde elinde tutan bir güç olduğu için ve medyanın sermaye yapısındaki devletle kurduğu girift ilişkiler nedeniyle denetim altına almak çok daha kolay olduğu için baskının boyutu çok daha artmış durumda…..Beni bir gazeteci olarak daha da ilgilendiren şeyse bu baskı rejimini meşru kılmaya çalışan ve maalesef ki bunu utanarak söylüyorum, kendilerine gazeteci diyen insanların tutumu. Çünkü çok açık bir şekilde Türkiye’nin ciddi bir demokratik boğuştuğu bu zamanda, var olan gerçekle medyatik gerçek arasında korkunç bir uçuruma neden olan medya çalışanları var. Gazeteci demek istemiyorum açıkçası ve bunu tamamen güç odaklarına yamanarak, onların eteğine tutunarak yapan birtakım insanlar var ve beni daha çok onlar ilgilendiriyor.”

"GAZETECİLER DOĞRU ADRESTE ÖRGÜTLENMELİ"

Şık, basın özgürlüğü mücadelesinde gazetecilere de çok önemli bir görev düştüğünü belirtiyor ve medya mensuplarının çuvaldızı biraz da kendilerine batırmaları gerektiğini vurguluyor. Basın özgürlüğüne sahip çıkmanın izleyici ve okuyuculardan ziyade basın mensuplarının görevi olduğunu belirten Şık, Türkiye’deki en eksik mücadelenin bu olduğu görüşünde:

“Uluslararası örgütlerin, meslek kuruluşlarının, siyasi yapıların bu konuyu tartışmalı bir alana taşıması, sorunu görünür kılmak açısından iyi. Ama ben bu sorunun uluslararası baskıdan ziyade Türkiye'de yaşayan insanların, toplumun tabanından gelen bir demokrasi talebiyle çözülmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. O talep var mı? Evet var. Ama bunu sadece doğru bir biçimde ifade etmek ve doğru adreste örgütlenerek ifade etmek konusunda biraz sıkıntı olduğunu düşünüyorum.”