Ahmet İnsel / Radikal İki

Alman siyaset bilimci Ralf Dahrendorf, Die Zeit gazetesinde 1997’de yayımlanan makalesinde, “21. yüzyıl otoritarizm yüzyılı olabilir” öngörüsünde bulunmuştu. Bu değerlendirme, Berlin Duvarı’nın çöküşü sonrasında, tarihin sonunun geldiğini, önümüzde uzun ve kesintisiz bir liberal demokrasi yolunun açıldığını iddia eden, zamanın toz pembe liberal ruhuna karşı bir uyarıydı. 21. yüzyılın ilk on yılı, Arap baharları dahil olmak üzere, diktatörlüklerden eksiksiz demokrasilere ne sihirli bir değnek dokunmuş gibi bir anda ne de bir hamlede geçmenin mümkün olduğunu gösterdi. Ayrıca böyle bir değerlendirme, yöntemsel olarak da sorunlu.

Tüm siyasal gelişmeleri, kaçınılmaz bir kader olarak algılanan demokrasi perspektifinden ele almak, her şeyin bir amaca doğru evrildiği ve her şeyin bu amaç tarafından açık veya gizli biçimde belirlendiği inancını farklı biçimde tekrarlamaktır. Somut süreç de hep bu nihai noktadan, normatif biçimde geriye doğru yapılan bir tarih anlayışı içinde değerlendirilir. Buna tarih felsefesinde teleoloji (erekçilik) denir. Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve bununla birlikte hızlanan küreselleşme, demokrasinin tarihin asli ve kaçınılmaz amacı olarak algılanmasına yol açtı. Demokrasinin böyle bir konum kazanması, daha önce kalkınma konusunda olduğu gibi, Batılılaşmanın üstü örtülü biçimde evrensel nihai hedef konumunu işgale devam etmesi demek. Bu da Demokratikleşme=Batılılaşma denklemi demekti ve son derece sorunluydu.

Yeni biçimler ortaya çıkıyor

Bu denklem, demokrasiyi sürekli ve bitmeyen bir eşitlik arayışı ve toplumun kendini kurması mücadelesi olarak kabul etmek yerine, onu piyasa ilişkilerinin uzantısı olarak, kendiliğinden yerleşecek bir doğal hal olarak algılamaya yol açar. Bu tür bir demokratikleşme, demokrasi beklentisinin toplumsal ufuktan kaybolmasına ve enerjisini bu beklentiden alan mücadelelerin sönümlenmesine, parçalı bölüklü, sektörel mücadeleler haline gelmesine neden oldu.

Bu denklem başka bir açıdan da sorunlu. Yeni liberalizmin getirdiği siyasal ve iktisadi normlar, demokrasinin Batı toplumlarında da demokratik içeriğinin aşınmasına, demokratik kurumların içinden yeni otoriterlik biçimlerinin boy göstermesine yol açıyor. 2008 yılında Fransa’da yayımlanan bir ortak kitapta, demokratik küreselleşme ile otoriter konsolidasyon arasındaki bağı, demokratik otoritarizm kavramı içinde ele almaya çalıştık (Autoritarisme Démocratique, Démocratie Autoritaire au XXIeme siecle, La Découverte). İktisadi liberalizmin etki alanı genişledikçe, siyasal alanda liberalizmin alanının daraldığını bu kitap gibi, başka birçok çalışma da ortaya koydu.

Demokratik otoritarizm kavramı kendi içinde tutarsız, anlamları birbirine zıt iki kelimenin yanyana getirildiği bir kavram değil. Ne de faşizm veya diktatörlük dememek için bulunmuş bir usturuplu ifade biçimi. Sınırlı çoğulculuk olarak tanımlanan klasik otoritarizmden de farklı bir içeriği var bu kavramın. Çoğulculuk başta olmak üzere, demokrasinin bir dizi kural ve kurumunu içinde barındıran, buna karşılık iktidarın aşırı yoğunlaştığı ve kişileştiği, siyasal gücün teknokratik düzenleyici güçlerle tahkim edildiği, her şeyi bilen veya her konuda bir fikri olan ve bu fikrin en doğru fikir olduğuna ikna olmuş bir zihniyetin iktidarda olduğu bir rejim. Demokratik otoritarizm gerçek bir nispi temsile dayalı parlamenter rejimi değil, halkoylamasına dayalı başkanlık sistemlerini seviyor. Yargı ve medyada iktidara uyumlu olma ihtiyacı yaratılan bir rejim bu. İktidarın politikalarının alternatifsizliği iddiasının kamuoyunda baskın olmasına özen gösteriyor. Yerine göre çoğunlukçu, yerine göre popülist olan demokratik otoritarizm, diktatörlük sonrası rejimi olabileceği gibi, “demokrasi sonrası” rejimi de olabilir. Eğer iktidar yoğunlaşmasına direnebilecek kurumlar güçlü değillerse, demokrasilerin içinden de otoritarizme sapma yaşanabilir.

Otoriter biçimlere yönelim

Bugün Rusya veya Venezüela farklı biçimlerde de olsa demokratik otoritarizmin anlamlı örneklerini sunuyor. Çin ise otoriter bir kapitalizm yolunda emin adımlarla ilerliyor. Ziya Öniş, bunu Asya tarzı stratejik kapitalizm olarak tanımlıyor (Akşam, 17.10.2011). Ama sadece Doğu ve Güney ülkelerinde değil, Batı’nın merkezinde de, yeni otoriter biçimler siyaset alanını ya daraltıyor ya da kısmi olarak vesayet altına alıyor. Bugün AB’nin içinde de medyayı sıkı denetim altına almaya çalışan ve bunu yer yer başaran, tek doğruların halka “doğru” biçimde aktarılmasına özen gösteren, kamuoyu üzerinden yönetmeyi tercih eden bir eğilim var. Kamuoyu demokrasisi ve piyasa ekonomisinin birlikteliğinin ürünlerinden biri demokratik otoritarizm.

Küreselleşmiş iktisadi liberalizm demokratik rejimlerin içinde barındırdıkları ama bastırabildikleri otoriter eğilimlerin, otoriter refleks ve zihniyetlerin üzerindeki kapağın kalkmasına yol açtı. Macaristan, Polonya veya Bulgaristan’da yükselen siyasal hareketler bu durumun anlamlı birkaç örneği. Bunun yanında teknokrasinin, “bilenler”in ya da “makul insanlar”ın karar alıcı oldukları iyi yönetişim ilkelerinin egemenliği, yatay ilişkilerin mutlak iyi olarak tanımlanması, sivil toplum ve açık toplum kavramlarının fetişleştirilmesi, mikro toplumsal mücadelelerin makro mücadelelerin yerini alması gibi gelişmeler de, dünyada yeni otoriter biçimlere doğru güçlü bir yönelim yaratıyor.

Türkiye’deki yoğunlaşma

21. yüzyılın siyasal modellerinden birisi ve belki en güçlüsü olma ihtimali yüksek olan demokratik otoritarizm, Türkiye için de olasılığı yüksek bir geleceği temsil ediyor. Çin’in başarabildiği hızda olmasa da, zenginleşmeyi asli hedef olarak benimseyen bir hegemonik güç, -ki daha oldukça uzun bir süre Erdoğan ve AKP etrafında kümelenecek-, kendi doğru bildiğinin mutlaklığına inanarak, Kürt sorunundan diğer toplumsal-siyasal sorunlara her şeyi aynı tek doğru kalıbı içinde ele alarak, büyük bir iktidar yoğunlaşmasını sürdürebilir. Bunu toplumun çoğunluğuyla uyum içinde gerçekleştirebilir. Çünkü sonuçta, toplumlar sadece siyasal örgütlenme biçimleri, siyasal rejimleri veya iktisadi gelişmeleri açısından farklılık göstermezler. Siyaset dışında, toplumsal ilişkilerinde otoriteye karşı sergiledikleri tavırlarla, otoriteye karşı içselleştirdikleri refleksleriyle de farklılık gösterirler. Türkiye toplumu demokratik bir otoritarizmin kendini yeniden üretebilmesi için son derece verimli bir toprak sunuyor. Eğer yeni yüzyıl yeni otoritarizmler yüzyılı olacaksa, belki bu kez muasır medeniyet seviyesini yakalamak için umutlu olabiliriz!