Uzun süredir ara verdiği köşe yazılarına yeniden başlayan Ahmet Altan, Ankara katliamının ardından getirilen yayın yasağı ve yasağın kaldırılması sürecine ilişkin dikkat çeken bir makale kaleme aldı.

“Anarşi” başlıklı yazısında Fransız devriminin liderlerinden biri olan Saint-Just’ün “Anarşi silahların değil, yasaların patlamasıdır” sözünü alıntılayan Ahmet Altan, son dönemde getirilen yayın yasakları ve tutuklanan gazetecilere ilişkin de yargı mekanizmasını eleştirdi.

Taraf gazetesinin 16 Ekim 2015’te “Ölüm üçgeninde kontrgerilla çiftlikleri” manşetiyle yayımladığı haberin resmi olarak yalanlanamadığına dikkat çeken Altan makalesinde, “yalanlanmayan habere göre çiftliklerde silahlı milisler yetiştirildiğini” belirtti.

Ahmet Altan haberdar.com sitesinde yayımlanan makalesinde şu ifadelere yer verdi:

“Ankara’daki korkunç bombalamayla ilgili, daha sonra geri çekmek zorunda kaldıkları yasaklama kararına şöyle bir göz attınız mı?

O yasaklama kararını veren yargıç, olayın “eleştirilmesini” de yasaklıyordu.

Bir yargıç, bu ülke tarihinin en korkunç terör saldırısını 78 milyon insanın “eleştirmesini” yasaklama cüretini gösterebiliyordu.

Devletin izlediği, bütün telefon konuşmalarını dinlediği, sabahleyin kendilerini ve insanları öldürmeden önce nerede kahvaltı ettiklerini, kahvaltıda ne yediklerini bile bildiği adamlar gelip Ankara’nın göbeğinde bombaları patlatacaklar ve bizim bunu eleştirmemiz bir “yargıç” tarafından yasaklanabilecek.

Tabii ki yasağı kimse dinlemedi.

Dinlemez de…

Fransız devriminin en genç ve en sert liderlerinden biri olan Saint-Just’ün ünlü lafını biraz değiştirerek söylersek:

“Anarşi silahların değil, yasaların patlamasıdır.”

Böyle bir olayda “eleştiriyi” yasaklamaya kalkmak “yasaları patlatır” ve büyük bir “yargı anarşisine” yol açar.

Üstelik AKP iktidarının başımıza musallat ettiği “yargı anarşisinin” tek örneği bu değil ki…

Hükümeti zor duruma düşürecek her olaya “yayın yasağı” getiriyorlar.

Neden yayın yasağı getirdiklerinin hukuki bir açıklaması yok.

Tek açıklaması, AKP iktidarını korumak.

Roboski’ye yayın yasağı, Suruç’a yayın yasağı, Mit Tırlarına yayın yasağı, Diyarbakır saldırısına yayın yasağı, Ankara’ya yayın yasağı, Reyhanlı’ya yayın yasağı, Star gazetesinin sahiplerinden birine mafyanın düzenlediği saldırıya bile yayın yasağı.

Bir cübbe, bir kürsü, dört jandarma, yargıcı yargıç, yargıyı yargı yapmaya yetmez.

Yargının gücü, toplumun yargıçlar tarafından verilen kararların “adil ve tarafsız” olmasına inanmasındadır.

Bu inanç kaybolduğunda ortada yargı da kalmaz, yargıç da kalmaz.

Bugün Türkiye’de, AKP’nin muhaliflerine “yavşak” diye küfreden yargıç var.

İnsanlık tarihinin en kutsal mesleklerinden birinin üyesi bu adam ve mesleğinin hiç bir kuralına uymadan seviyesizce küfrediyor.

Bir başka yargıç Facebook sayfasına “uzun adama hayran olduğunu” hiç çekinmeden yazıyor ve karşılığında bir kürsü sahibi oluyor.

Bu kararlar ve bu yargıçlar yüzünden Türkiye’de büyük bir yargı anarşisi yaşanıyor.

AKP’yi ya da cumhurbaşkanını eleştiren bir yazıdan sonra bu yargıçlardan birinin karşısına götürülseniz “adil” bir şekilde yargılanacağınıza inanır mısınız?

Ahmet Hakan’ı dövenleri serbest bırakıp, bir twit attı diye Bülent Keneş’i tutuklayan yargıdan söz ediyoruz.

Bülent Keneş tutuklanacağı için “mutlu olduğunu” açıkça dile getirebilen savcılardan söz ediyoruz.

Erdoğan, kendisini “başkan” yapacaklarını sanarak PKK ve Apo’yla görüşürken onun bütün adamlarının PKK’yı ve Apo’yu istedikleri gibi övmesine ses çıkarmayan ama Erdoğan’ın başkan olamayacağını anlayıp savaş açmasından sonra aniden tavır değiştiren ve “PKK terör örgütü değildir” diyen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi için “yakalama kararı” çıkaran bir adalet anlayışı var karşımızda.

Doğrudan Erdoğan’a bağlı bir hukukçu grubuyla karşı karşıyayız.

Onunla birlikte tavır değiştiren bir yargı bu ülkeye adalet getirebilir mi, bu toplumun saygısını kazanabilir mi?

AKP, kendi gücünden ve siyasi varlığından çok daha büyük boyutta bir hasar yaratarak yargıyı mahvetti.

Paraları “sıfırladıkları” gibi yargıyı da sıfırladılar.

Bugün yargıyı medya dinlemiyor, kararın adaletsiz ve hukuksuz olduğunu görüp, “ben bu kararı dinlemiyorum” diyor.

Bunun bir adım sonrası halkın “ben de dinlemiyorum kardeşim” demesidir.

17 Aralık’ta ayakkabı kutularıyla, para sayma makineleriyle yakalananları serbest bırakıp, bu adamları yakalayanları “darbeci” diye hapse atan bir yargıya kim neden güvensin?

Kimse güvenmiyor.

Sadece yargıya değil artık devletin hiç bir kurumuna güvenmiyor halk.

Şu Ankara’da insanları öldüren canlı bombalara bir bakın.

Bu adamlar Adıyaman gibi küçük bir kentte, bir çay ocağında IŞİD’e nefer yazılıyorlar ve bunların eylemlerini kimse önlemiyor.

Bu IŞİD’ciler, HDP’lileri ve solcu muhalifleri onar onar, yüzer yüzer öldürüyor.

Niye bu insanları yakalamadılar?

Başbakan’a göre, “canlı bombaları kendilerini patlatmadan önce yakalamaları hukuka aykırı” oluyormuş.

Siz, makineli tüfeklerle çocuk yuvasını basmış bir iktidarsınız, siz “makul şüphe” diye gazeteci tutuklatmış bir iktidarsınız, siz bir twit attı diye Sedef Kabaş’ın evine terör polislerini göndermiş bir iktidarsınız…

İş, IŞİD’cilere gelince mi eliniz kolunuz bağlanıyor?

Ben size basit bir soru sorayım.

O Adıyaman’daki çay ocağı PKK’ya ait olsaydı ve PKK’ya asker toplasaydı, o çay ocağını kuranı da, işleteni de, oraya gidip asker yazılanı da bu devlet yakalar mıydı, yakalamaz mıydı?

Hadi PKK’dan da vazgeçtim.

O çay ocağı, cumhurbaşkanının “paralel “adını taktığı Cemaat’e ait olsaydı, yakalarlar mıydı yakalamazlar mıydı?

Hepimiz biliyoruz ki yakalarlar, analarından emdikleri sütü burunlarından getirirlerdi.

IŞİD’cileri neden yakalamıyorlar peki?

Çünkü IŞİD, onların muhaliflerini öldürüyor, onların muhalifleri arasında terör yaratıyor.

Onun için IŞİD büyük bir koruma şemsiyesi altında varlığını sürdürüyor.

İki polisi vurduğu için PKK’ya savaş ilan eden, “bize operasyon yapılmazsa biz ateş açmayacağız diyen” PKK’ya operasyonlar düzenleyen bu iktidar, 102 insanı öldüren IŞİD’e bir “operasyon” düzenledi mi, IŞİD mevzilerini bombaladı mı?

Hayır.

Neden?

Nedeni basit, IŞİD “seni başkan yaptırmayacağız” demedi.

IŞİD’i bombalamak “HDP’nin oylarını belki azaltır” türünden bir ümit yaratmıyor bu iktidarda.

IŞİD sadece muhalifleri öldürüyor.

Üstelik IŞİD, 102 insanı bombalarla paramparça ettikten sonra başbakan çıkıp, “o patlamanın ertesinde yapılan araştırmalar oylarımızın arttığını gösteriyor” diyor.

IŞİD öldürsün, AKP oy kazansın.

100 insan ölünce bir puanlık oy kazandıysanız, durmayın devam edin, diğer bombacılara bin kişi öldürtün, 10 puan kazanırsınız, bir milyon insan öldürtün ülke tapusuyla size geçsin.

Bu kafadaki insanlar neden IŞİD’e dokunsunlar?

Onların tek bir derdi var, ne olursa olsun iktidarda kalmak ve “başkanlık” sistemi dedikleri kanlı bir diktatörlük kurmak.

Siyasetlerinin, operasyonlarının, yargılarının tek hedefi bu amacın gerçekleşmesine yardım etmek.

AKP, siyaseten iktidarda kalamayacağını, iktidarda kalamazsa da yargılanacağını biliyor.

İktidarda kalabilmek için deliliğe varan bir panikle şiddetten medet umuyor.

Taraf Gazetesi’nin yalanlanmayan haberine göre bunun için “çiftliklerde” silahlı milisler yetiştiriyor.

Hitler’in SA’ları gibi onları iktidarda tutacak birlikler oluşturuyor.

Ve, bu ülkeyi bugüne dek kimsenin yapmadığı gibi bölüyor, nefrete boğuyor.

Düşünün, Konya’daki milli maçta, bir kalabalık, üstelik de Allah’ın adını anarak, Ankara’da IŞİD’in öldürdüğü kurbanları yuhaladı.

Öldürenleri değil, ölenleri, masum kurbanları yuhalayan bir insan grubu.

Bunu yaparken “Rahim ve rahman” Allah’ın adını kullanan, “dindar” olduğunu söyleyen bir kalabalık.

Her toplumda böyle “ölülerden bile nefret edecek” kadar gözü dönmüş maraz grublar vardır.

Büyük ve şık otellerin çöpleri olduğu gibi, her toplumun da böyle maraz grupları bulunur ama onlar ortaya çok çıkamazlar, yasalar, gelenekler, “ayıp” duygusu, yargının ve yöneticilerin tepkileri bu “çöp”ün varlığını görünmez bir şekilde sürdürmesine yol açar.

AKP, bu marazlı azınlığı, toplumun çöpünü, otelin girişine yığdı, stadyumlarda bağırır hale getirdi.

AKP’nin asıl seçmen kitlesi, dininin “hayırla yad ediniz” dediği ölüleri böyle vicdansızca yuhalayan kalabalık değil, bu hastalıklı, nefret dolu insanlar değil.

Ama AKP, artık bütün siyasetini bu maraz kalabalığa uygun bir şekilde sürdürüyor, onların dilini kullanıyor, onların nefretini kendine bayrak yapıyor.

Muhaliflerini “düşman ve hain” ilan ediyor, silahlı birlikler yetiştiriyor, IŞİD’in yolunu açıyor, muhaliflerin bombalanmasına göz yumuyor, Güneydoğu’da küçücük çocukları kafalarından vuruyor, şehit ailelerini “karaktersizlikle” suçluyor, yargıyı AKP’nin “hukuk ve propaganda” kolu halinde kullanıyor.

Bütün bunları da iktidardan düşmemek ve bir adamı “başkan” ilan edebilmek için yapıyor.

O adamın “başkanlıktan” ne anladığını da oturduğu altın tahtlardan görüyoruz zaten.

Maaşını halkın verdiği, sarayının parasını halkın ödediği, sırtındaki ceketi vergileriyle halkın aldığı adam, halka patronluk taslamak, halkın padişahı olmak istiyor.

Sen bizim “hizmetlimizsin”, senin paranı bu halk veriyor, senin patronun bu halk, sen nasıl bu halka hükmetmeye kalkabilirsin?

Sen nasıl, bir azınlığın sırtından bu ülkeyi ölümlerle bölüp, padişahlığını ilan ederek, çoğunluğu tahakküm altına almayı aklından geçirebilirsin?

Bunu aklından geçiriyor…

Ve bunun için şiddetten medet umuyor.

AKP iktidarının devamı, bu ülkenin korkunç bir şiddet batağına batması, IŞİD’çi bir terörün suç ortağı olması, silahlı milislerin ortalığı haraca kesmesi, ölüleri yuhalayan hastalığın ülkeyi kökünden koparıp parçalaması anlamına gelecek.

Bu partiye oy vermeyi düşünenler gerçekten böyle bir ülke mi istiyor?

Ya da ülkenin o hale gelmeyeceğini mi düşünüyor?

Ankara’da parçalanan insanlara bakın, gazetecileri dövenleri serbest bırakıp twit atanları tutuklayan yargıya bakın, “yavşak” diye küfreden yargıçlara bakın, elini kolunu sallayarak dolaşıp bombalarını muhalif gösterilerde patlatan IŞİD’cilere bakın, çiftliklerde yetiştirilen milislere bakın, cumhurbaşkanının kendisini eleştirenleri “terörist” ilan eden konuşmalarına, oturduğu altın tahta, yaşadığı saraya bakın.

Bir istikrar, bir huzur, bir ümit görüyor musunuz?

Hırsız bir iktidar, bu ülkeye istikrar getirmez.

Bombaları, ölümleri, parçalanan vücutları, ölüleri yuhalayan bir hastalığı getirir sadece.

Türkiye’yi, Allah’ın adını anarak ölüleri yuhalayan hastalıklı bir anlayışın yönetmesini istiyor musunuz?

Muhaliflerin bombalarla parçalanmasına göz yuman insanların yönetmesini istiyor musunuz?

İstiyor musunuz gerçekten?

Bu iktidar sizi de, geleceğinizi de, ülkenizi de mahvedecek.

Kurtulun bu insanlardan.

Kendi geleceğiniz, ülkeniz ve çocuklarınız için kurtulun.”