ZAMAN'dan Hüseyin Gülerce 3 Mart 1997’de yani 28 Şubat Post modern darbesinden 3 gün sonra yazdığı yazısına “Yeni durum, hayırlara kapı açabilir” başlığını koymuş.

 

Gülerce yazıda gelinen durum nedeniyle sivilleri suçluyor ve şöyle diyor: “kabahatin büyüğünü; herhalde yine sivillerin uzlaşmaz tavırlarında, lider sultasına dayalı siyaset anlayışlarında ve Meclis'te anlaşarak ve uzlaşarak demokratikleşme yönünde Anayasa değişikliklerine ve uyum yasaları çıkartmaya gitmemelerinde aramak gerekir”.

 

İşte Hüseyin Gülerce’nin yazısının ilgili bölümü:

 

YENİ DURUM, HAYIRLARA KAPI AÇABİLİR

 

Türkiye'nin gündeminde 28 Şubat Cuma günü yapılan MGK toplantısı var. Tarihinin en uzun toplantısı olması ve toplantıyla ilgili yayınlanan basın bildirisi; Milli Güvenlik Kurulu'nun varlığını ve askerlerin bu kurul vasıtasıyla ülke yönetiminde daha bir ağırlık kazandığı yorumlarını ön plana çıkartıyor.

 

Bildiride yer alan hususların muhatabının kim olduğu bizce önemli değil. Önemli olan, 28 Şubat toplantısıyla Türkiye'de yeni bir dönemin başladığıdır.

 

Bu toplantının ardından "Askerin 20 şartı", "163 geri geliyor" manşetleriyle hükümete ve Meclis'e yönelik baskıların dile getirilmesi Refah Partisi için sıkıntılı bir dönemin başlayacağının da işaretlerini taşımaktadır. RP'ye adeta "Kırk katır mı, yoksa kırk satır mı?" denilmektedir.

 

MGK'nın en uzun toplantısıyla ortaya konulan Türkiye tablosu şudur: Meclis'teki siyasi istikrarsızlığın yanı sıra ülkemizde siviller ile askerler arasında ciddi değerlendirme farklılıkları mevcuttur.

 

Anlaşılan kadarıyla askerler, rahatsızlıkları had safhada olmasına rağmen bir müdahale düşünmemektedirler. Zaten Amerika'nın ve Avrupa Birliği'nin darbe karşıtı tavırları ve ülke içinde de darbe şartları oluşmaması da müdahaleyi zorlaştırmaktadır.

 

Hal böyle olunca MGK'nın, Meclis'in ve hükümetin görevlerini üstlendiği, Parlamento ve Bakanlar Kurulu'nun ise vitrinde tutulduğu bir durumla karşı karşıyayız.

 

Bu durumun demokrasi ve siviller adına onur kırıcı olduğu açıktır. Ancak kabahatin büyüğünü; herhalde yine sivillerin uzlaşmaz tavırlarında, lider sultasına dayalı siyaset anlayışlarında ve Meclis'te anlaşarak ve uzlaşarak demokratikleşme yönünde Anayasa değişikliklerine ve uyum yasaları çıkartmaya gitmemelerinde aramak gerekir.

 

Kaldı ki, şu saatten sonra kabahatli aramanın ve yeniden sanki hiçbir şey olmamış gibi vurdumduymazlık ve sorumsuzluk içinde yeni tartışmalar başlatmanın kimseye faydası yoktur.

 

Siviller varlıklarının ve onurlarının zedelenmesine daha fazla seyirci kalmadan yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdırlar. Sivil irade ve Meclis yeniden inisiyatif kazanamadığı takdirde, darbeden de beter bir kaosa sürükleneceğimiz açıktır. Başbakan Erbakan'ın bu defa durumun vahametini kavradığına inanıyor, bugünden itibaren liderlerle yapacağı görüşmelerin olumlu yönde atılmış çok önemli bir adım olduğuna inanıyoruz.

 

Askerlerle siviller arasında karşılıklı saygı, samimi anlayış ve diyalog zeminleri, içinde bulunduğumuz dönemde hayati önem arzetmektedir. Askerleri ülke meselelerinden soyutlamak mümkün olmadığına göre onların tahrik edilmemeleri, tahrikçilere fırsat verilmemesi gerekmektedir.

 

28 Şubat tarihli MGK toplantısıyla bir düğmeye basılmıştır. Artık yeni bir dönemin başlangıcındayız. Demokrasi ve siviller açısından şer gibi gözüken bu durumdan hayırlar doğabilir. Sivil-asker ayırımı yerine, "Türkiye için sivil-asker dayanışması"nın yolları aranabilir. Amerika bunu başarıyorsa biz niye başaramayalım?

 

Yoksa ülkemizde bir sivil-asker mutabakatı için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliğini mi beklememiz gerekiyor?

 

Yazının orijinal linki:

http://arsiv.zaman.com.tr/1997/03/03/kose/zamandan/index.html